Normal şartlarda DTP’nin olağanüstü kongresinden pek bir şey beklememek gerekiyordu. Çünkü bu kongrenin asıl amacaı KCK operasyonlarıyla tutuklanan parti üst düzey yöneticilerinin yerlerini doldurmaktı. Bununla birlikte, kongre vesilesiyle DTP’nin strateji ve taktiklerini gözden geçirmesi, özellikle iyice devre dışı kalmakta olduğu “Kürt açılımı” sürecine yeniden aktif bir şekilde dahil olmasına imkan sağlayacak politikalar geliştirmesi ihtimal dahilindeydi.
Aslına bakılırsa, örneğin bundan bir hafta öncesine kadar DTP’nin “yeni” politikalar geliştirme ihtimali sıfıra yakındı. Zira AKP hükümetinin, muhalefet ve TSK’nın baskılarıyla geri adım atmakta olduğu inanışı DTP saflarında o kadar egemen olmuştu ki, açılımın açılmadan kapandığını düşünenler çoğunluğa geçmek üzereydi. Fakat önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün TBMM açılışında, dün de Başbakan Erdoğan’ın AKP Kongresi’nde yaptıkları, açılımın somut adımlarına değinmemekle birlikte kapsamlı ve içerikli oldukları kesin olan konuşmalar nedeniyle DTP’de kafalar yeniden karıştı.
Şahsen DTP yöneticilerinin, devletin tepesindeki bu iki ismin açılımdaki ısrarından memnun olduklarını ve onların uzatmış olduğu eli geri çevirmeyeceklerini düşünmüştüm. Dünkü kongrede yanıldığımı gördüm. Fakat yanılmayanlar da vardı. Örneğin Kürt siyasi hareketini en yakından takip eden gazetecilerden olan Hakan Tahmaz dün, Birgün Gazetesi’nde kongreden yeni bir şey beklemenin doğru olmayacağını yazmıştı, haklı çıktı. Kongre sonrasındaki sohbetimizde Tahmaz, Ahmet Türk’ün konuşmasının günün şartlarıyla pek bir ilgisi olmadığını, mesela DTP Lideri’nin aynı konuşmayı bir yıl önce partisinin TBMM Grubu’nda da yapabileceğini söyledi ki kendisine katılıyorum.
Dilde yumuşama
Yine de Türk’ün, 1 Eylül’de Diyarbakır’daki Barış Mitingi’ne kıyasla daha yumuşak ve uzlaşmacı bir konuşma yaptığını söyleyebiliriz. Ne var ki onun daha ılımlı bir noktaya gelmiş olması DTP’nin açılım sürecine katkı sunması için yeterli bulunamaz, çünkü geleceğe yönelik herhangi bir yeni, uygulanabilir proje veya öneri dile getirmedi.
Galiba getirebilmesi de mümkün değildi. Çünkü Türk, son dönemde yaptığı tüm konuşmalarda, her ne kadar DTP’nin dışlanmasının yanlış olacağını vurgulasa da, partisini yapıcı çözüm önerilerinin üretildiği bir yer olarak tasvir etmiyor ve esas adres olarak ısrarla Öcalan ve PKK’yı gösteriyor. Defalarca söylediğimiz gibi onun (ve diğer DTP’lilerin) bu tutumları, Öcalan ve PKK’nın da sık sık muhatap olarak DTP’yi işaret ettikleri düşünülürse hayli çelişkili.
Ahmet Türk’ün, salonu dolduranların neden sadece “Sayın Öcalan” dediği ve PKK’nın adını geçirdiği bölümlerde coştuğunu, konuşmasının geri kalan kısımlarını neden sessiz bir şekilde dinlediklerini kendisine sorması isabetli olur.
Kısır döngü
Son olarak DTP kongrelerinde “olmazsa olmaz” olan olaylara değinelim. O gençlerin eylemlerini DTP Eşbaşkanı Emine Ayna konuşmasını yaparken gerçekleştirmiş olmaları çok manidar. Ayna’yı protesto ettiklerini iddia edecek değilim. Biliyoruz ki Ayna, parti içindeki en şahin isimlerden biri. Fakat sahneye çıkıp Öcalan posteri açanların ondan daha radikal oldukları da kesin. Sonuçta ortada bir “tavuk-yumurta ilişkisi” var. Tabandaki radikal eğilimler parti içindeki bazı isimleri daha sert söylemlere sevk ediyor; giderek sertleşen bu söylemlerse tabanı daha da radikalleştiriyor. DTP yöneticilerinin, kendilerini daha fazla işlevsizleştiren bu kısır döngüyü kırabileceklerine, hatta kırmak istediklerine dair pek işaret göremiyoruz.
Sonuç olarak, başa dönecek olursak, DTP, Kürt açılımının start verildiği günden bu yana defalarca yaptığı gibi çok uygun bir fırsatı yine tepmiş oldu. Halbuki Türk veya Ayna, Erdoğan’ın önceki günkü konuşmasına yakın etkide konuşma yapmış olsalardı birçok şey değişebilirdi.
Evet, DTP şaşırtmamaya devam ediyor.
DTP şaşırtmamaya devam ediyor
Haberin Devamı