Gezi Parkı direnişi müddetince medyamız berbat bir sınav verdi, vermeye devam ediyor. Eğer “kötüler arasında birinci” aranacaksa benim oyum hiç tereddütsüz Yeni Şafak’a gider. 28 Şubat sürecinde düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün simgesi olmuş bu gazetenin özellikle birinci sayfalarının birer “psikolojik harp bülteni” gibi çıkıyor olması düşündürücü ve üzücü.
Herhâlde bu durumdan Yeni Şafak çalışanları ve yazarlarının büyük kısmı da rahatsız oluyordur. Çünkü, kimseyi atlamamak için isim vermiyorum ama aynı süreçte birçok Yeni Şafak yazarı, direnişi anlamaya, anlatmaya yönelik önemli yazılara imza attılar. Bugünkü yazımızda bunlardan birinden, gazetenin Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin “Yeni yol haritası” başlıklı yazısından (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AbdulkadirSelvi/yeni-yol-haritasi/38079 ) söz etmek istiyorum.
Çifte strateji
Selvi bu yazıda, Başbakan Erdoğan’ın bu hareketi kendisine karşı olarak gördüğünü ve mücadeleyi seçtiğini söylüyor, şöyle devam ediyor: “Bu mücadeleyi yürütürken, haklı taleplerde bulunanları, şiddete bulaşmadan eleştirilerini dile getirip, sivil tepki ortaya koyanlarla, örgütlü bir şekilde kendisini devirmeye kalkışanları, şiddeti yöntem olarak kullananları ayıracak. Demokratik tepki ortaya koyanları anlamaya ve mümkünse onları kazanmaya çalışacak.”
Selvi bize Gezi Parkı eylemcileri ile Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ya da Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in bir araya geleceğini; partiye yakın sosyal bilimcilerin Gezi ile ortaya çıkan yeni muhalefet şekli ve algı yönetimi konusunda çalışmalar yapacağını...” söylüyor.
Peki “direnişçiyle müzakere, lobiciyle mücadele” diye özetleyebileceğimiz bu çifte strateji hayata geçirilebilir mi? Geçirilirse bundan sonuç alınır mı? Her şeyden önce epey zaman kaybedilmiş olduğu muhakkak. Öte yandan Başbakan’ın sürekli konuşup Gezi direnişçilerine sürekli “çapulcu” muamelesi yaptığı da ortada. Ama en önemlisi, direnişçilere “iyi niyetli itiraz ve talepleri kötü niyetli iç ve dış odaklar tarafından istismar edilen saf gençler” olarak yaklaşmak çok vahim bir yanılgı.
Akil sesler
Hükümete yakın duran bazı sosyal bilimcilerin, gazeteci ve aydınların bugüne kadarki yazılarına, kamuya yansıyan açıklamalarına baktığımızda umutlu olmak pek mümkün değil. Bu noktada eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın önemli bir istisna olduğunun altını çizelim. Bunun dışında kamuoyuna yansımasa da, ülkeye yönetenlere, Gezi direnişi sürecinde yaptıkları hataları anlatan ve çözüme yönelik somut eleştiri getirenler de mevcut. Örneğin şu tür saptamalar yapıldığını biliyorum:
- Nedenlerine ve aktörlerine bakmaksızın farklı muhalif çıkışı “marjinal, istismarcı, çapulcu, darbeci vs.” gibi sıfatlarla damgalamak yanlış;
- “Devlet her şeyin en iyisini bilir ve yapar” türü yaklaşımlar kentli orta sınıflardaki itiraz ve muhalefeti artırır;
- Toplumun bir bölümü bizi ‘baba’ gibi görmüyor;
- Eğer gerçekten hata yapılmışsa bunda ısrar etmemek ve özür dilemekten kaçınmamak gerekir;
- Özür dilemek kesinlikle yenilgi anlamına gelmez;
- Toplum sadece anketler yaparak dinlenmez, anlaşılmaz;
- Toplumsal algıyı ancak iletişim ve diyalog kanallarını açık tutarsak oluşturabiliriz;
- Devlet dilinin kavramlarıyla toplumsal olayları açıklayamayız;
- Bazı insanlar, devletin kendi yaşam tarzlarına müdahale edilebileceğine samimi olarak inanıyorlar...
Bitirirken: Eğer Başbakan Erdoğan, kendisine yönelik iç ve dış ayakları olan büyük bir komplo olduğuna samimi olarak inanıyor ve onları alt etmek istiyorsa önce direnişçileri kazanmanın, en azından onları nötr bir pozisyona çekmenin yollarını araması gerekiyor. Şu an için imkânsıza yakın bir zorlukta...
“Direnişçiyle müzakere, lobiciyle mücadele” tutar mı?
Haberin Devamı