Diplomasi denince akla İran geliyor

Haberin Devamı

İran’ın çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, görevinde daha 100. gününü doldurmadan tarihi bir anlaşmaya imza attı. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın “devrimden bu yana İran’ın en büyük diplomatik zaferi” olarak tanımladığı anlaşma sadece İsrail’i değil, Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerini de epey rahatsız etti.

Bu ülkeler, İran’ın uluslararası toplumu kandırdığını ileri sürüyorlar ancak rahatsızlıklarının esas nedeninin farklı olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, İsrail, S. Arabistan ve diğerleri iç içe geçmiş bir dizi stratejik gerekçeyle güçlü bir İran istemiyorlar. Bu bağlamda nükleer kriz onlara can simidi gibi gelmişti. Kriz sayesinde gerçek kaygılarını geri plana atma, gizleme şansı yakalayıp Tahran rejimini de iyice yalnızlaştırma konusunda epey başarı kazanmışlardı. Cenevre’deki anlaşmayı, ellerindeki en cazip silahı kaybetmekte oldukları için kabullenemiyorlar.

Telefon+Twitter diplomasisi

Kuşkusuz bu anlaşmanın nükleer krizi tam anlamıyla çözeceğini söylemek şu aşamada mümkün değil. Bununla beraber Ruhani’nin gelmesiyle birlikte müzakerelerde kaydedilen olumlu gelişmeler fazlasıyla umut verici. Ki, işaretlerini de New York’taki BM Genel Kurulu tamamlanmak üzereyken Ruhani ile ABD Başkanı Obama’nın yaptıkları telefon görüşmesi ve görüşmenin İran Cumhurbaşkanı tarafından tüm dünyaya Twitter üzerinden duyurulmasıyla almıştık. Bu beklenmedik gelişmeyi “tarihîden de öte” (http://www.rusencakir.com/Ruhani-Obama-telefon-gorusmesi-Tarihiden-de-ote/2121) olarak tanımladığım için çok kişi tarafından “fazla saf ve iyi niyetli” bulunmuştum. Lakin son Cenevre anlaşması, söz konusu yazıda da vurguladığım gibi “diplomasi denince dünyada ilk akla gelen ülkelerden birinin İran olduğunun bir şehir efsanesi değil gerçek olduğunu” bir kere daha kanıtladı.

Türkiye’yi nasıl etkiler?

İran’ın uluslararası camiada yalnızlığından sıyrılma ihtimalinin Türkiye’de de pek çok kişi ve çevreyi memnun etmediğini görüyoruz. Türkiye ile İran’ın (ve mirasçısı oldukları devletlerin) yüzyıllardır bölgede ciddi bir rekabet içinde olduğu malum. Vaktiyle savaşlar da yaşanmış ancak çok uzun bir süredir bu iki güç, sürekli birbirlerini kollayarak bölgenin temel direkleri olma özelliklerini korumuşlar.

Devrimin ardından Batı tarafından büyük ölçüde tecrit edilmesine, Saddam Hüseyin’in Irak’ı ile yıllar süren tüketici savaşına rağmen İran’ın, Türkiye’nin çok fazla gerisinde kaldığını söyleyemeyiz. Galiba bu nedenle olsa gerek, doğu komşumuzun tecritten kurtulması hâlinde ülkemizi geçeceğini düşünenler (ve bundan kaygı duyanlar) şimdiki statükonun bozulmasını istemiyorlar.

Bunun pek akılcı bir strateji olduğu söylenemez. Nitekim BM Genel Kurulu dönüşünde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül biz gazetecilere hiç çekinmeden “İran-ABD yakınlaşması Türkiye’nin çok lehine olur” (http://www.rusencakir.com/Abdullah-Gul-ABD-Iran-yakinlasmasi-bize-cok-faydali-olur/2124) demişti. Onun şu sözlerini hatırlatmak isabetli olacaktır:

“Komplekslerden arınmak lazım. Başkasının başarısından ürkerek iş yapılmaz. Bu görüşmelerle nükleer silah tehlikesinin giderilmesi Türkiye’yi rahatlatır. Çünkü elinde silah olan bir komşu ürküntü yaratır. Savaş ve nükleer silah tehdidinden en fazla biz rahatsızlık duyarız. İkincisi, ekonomik olarak işimize çok yarar.”

Devre dışı kalmak

Son olarak bir hatırlatma: Türkiye üç yıl önce, Batı ile ilişkilerini riske atarak Brezilya ile birlikte nükleer soruna çözüm bulmak için epey uğraşmış, belli aşamalar da kaydetmişti. Fakat son Cenevre anlaşmasında Türkiye dâhil olabilmiş değil. Bunun önde gelen nedenlerinden biri, Ankara’nın füze kalkanı ve Suriye’ye bakış konusunda Tahran ile ciddi biçimde zıtlaşması olsa gerek.

Şu günlerde tıpkı Irak merkezi yönetimiyle olduğu gibi İran’la da ilişkilerin onarılması yolunda bazı adımlar atılıyor. Bunlar nasıl sonuç verir şimdilik bilmek mümkün değil ancak Türkiye’nin kendisini birinci derecede ilgilendiren bir konuda bu kadar devre dışı kalmasının hiç de iyi bir şey olmadığı açık.

Eğer Cenevre anlaşması başarılı olursa İran-ABD (dolayısıyla Batı) yakınlaşmasının hızlanacağını, buna bağlı olarak bölgemizdeki güçler dengesinin büyük ölçüde yeniden şekilleneceğini kabul edersek bu dışarıda kalma hâlinin faturasının daha da kabarabileceğini öngörebiliriz.

DİĞER YENİ YAZILAR