Devlet yetkililerin İmralı’daki Abdullah Öcalan ile görüştüğünün ortaya çıkması üzerine Başbakan Erdoğan, bunun normal olduğunu, daha önceki hükümetler döneminde de Öcalan ve PKK ile görüşüldüğünü hatırlatmıştı. Başbakan haklıydı, devlet ile PKK (dolayısıyla Öcalan) arasındaki temasların tarihi, örgütün ilk silahlı eylemleri gerçekleştirdiği ana kadar uzanır. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde belli mesafeler kateden görüşmelerin, onun ani ölümüyle kesintiye uğradığını biliyoruz. Bildiğimiz bir diğer husus da, Kenya’da yakalanmasından kısa bir süre önce Öcalan’la düzenli bir şekilde görüşüldüğü; onun Türkiye’ye getirilip İmralı’ya yerleştirilmesinden sonraysa bunun görüşmelerin daha kolay ve sistemli bir şekilde yürütüldüğü. Öcalan’ın yakalanmasından bir süre sonra PKK’nın ülke topraklarındaki silahlı militanlarının da bizzat onun yönettiği bir süreç sonucu Kuzey Irak’a çekildiğini de biliyorduk.
Biliyorduk bilmesine ama bu görüşmelerin nasıl ve kimler tarafından yürütüldüğü, içeriklerinin ne olduğu konusunda birinci el tanıklıklıklardan mahrumduk. Ya ikinci, üçüncü dereceden rol oynayan kişilerin tanıklığı ya da devlet tarafından süreçte yer alan bazı kişilerin, adlarının yazılmaması kaydıyla verdikleri kırık dökük bilgilere sahiptik. Düne kadar...
Dün Milliyet yazarı Hasan Cemal’in Berlin’de kaleme aldığı dünkü yazısıyla başrol oyuncularından birinin konuyla ilgili suskunluğunu bozduğuna tanık olduk. Sözünü ettiğimiz kişi Muzaffer Ayata.
Çekirdek kadrodan
Önce Ayata’yı tanıyalım. Şu an 54 yaşında olan Ayata, 1976 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde okurken Öcalan ile tanıştı ve PKK’yı kuran çekirdek kadro içinde yer aldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde PKK ile Bucak aşireti arasındaki çatışmaların ortasında yakalandı ve idama mahkum edilip Diyarbakır Askeri Cezaevi ’ne konuldu. Tam 21 yıl hapis yatan Ayata, PKK’nın cezaevleri örgütlenmesinde önemli görevler üstlendi. Diyarbakır’dan sonra Amasya ve Eskişehir cezaevlerinde kalan Ayata son olarak Bursa E Tipi Cezaevi’ne nakledildi ve burada PKK Cezaevleri Sorumlusu olan Sabri Ok’la birlikte 1990’ların sonlarında devletle, askerle PKK arasındaki gizli görüşmeleri yürütürler.
Cemal, Ayata’nın o günler hakkında söylediklerini şöyle aktarıyor: “Kendileriyle görüşen subayların konuya gayet iyi vakıf olmaları dikkatini çeker. Bu arada tabii askerin bilgisi dahilinde, cep telefonları aracılığıyla cezaevinden haberleşirler dağla, kendi deyişiyle ‘Önderlik’le...”
“Önderlik”, PKK jargonunda Abdullah Öcalan anlamına geliyor. Yani Bursa Cezaevi’ndeki Ok ve Ayata, devletin bilgisi dahilinde ve devletin temin ettiği cep telefonlarıyla Öcalan’la düzenli olarak görüşmüşler. Bu görüşmelerin tam da Öcalan’ın Suriye’yi terk etmekte olduğu günlere denk geldiğini anlıyoruz. Hatta Öcalan’ın bu temaslara bağlı olarak (veya cesaret alarak) Suriye’den çıkmış olduğunu da tahmin edebiliriz.
Öcalan yakalandıktan sonra
Ayata ve Ok’un devlet ile PKK arasındaki arabuluculukları Öcalan’ın yakalanmasından önceki dönemle sınırlı olmadığını biliyoruz. Belki Cemal bu konuyu bugünkü yazısında yazmıştır veya ilerki yazılarında işleyecektir. Belki de Ayata veya Sabri Ok, şimdi sözünü edeceğimiz dönem hakkındaki birinci elden tanıklıklarını başka bir sefer dile getireceklerdir.
PKK’yı yakından izlemeye çalışan gazeteciler ve araştırmacılar, yukarıda da sözünü ettiğim gibi, Öcalan’ın yakalandıktan sonra önce PKK’ya ateşkes ilan ettirdiğini, ardından silahlı PKK militanlarını ülke dışına çektirdiğini ve nihayet Kuzey Irak ve Avrupa’dan “barış grupları”nın teslim olmalarını sağladığını bilirler. Fakat PKK gibi bir örgüt söz konusu olduğunda bütün bu adımların atılmasının son derece zor olduğu ortadadır. Nitekim bütün bu gelişmeler son derece kırılgan ve riskli bir süreçle yaşanabildi. Silahları bırakmayı yanlış bulanlar nedeniyle PKK bölünmenin eşiğine geldi; geri çekilme sırasında TSK’nın operasyonlarına ara vermemesi nedeniyle örgütün uğradığı ağır kayıplar derin travmalar yaşattı vb.
İşte bu dönemde de Bursa Cezaevi’ndeki Ok ve Ayata’nın kilit roller oynadığını duyuyorduk. Cemal’in dünkü yazısı, her ne kadar bu dönemden söz etmese de, duyduklarımızın doğru olduğunu düşünmemize neden oluyor. Neydi duduklarımız? İddiaya göre, İmralı’daki Öcalan devlet aracılığıyla Bursa’daki Ok ve Ayata ile tartışıp belli kararlar alıyor (tabii bu süreçte devlet yetkilileriyle doğrudan görüştüğünü de akılda tutmak lazım) ve bunları Ok ve Ayata (ve devletin sağladığı cep telefonları) aracılığıyla PKK’ya iletiyor, daha açık söylemek gerekirse dayatıyordu. Öcalan, Ok ve Ayata’nın doğrudan katkılarıyla PKK’ya istediğini yaptırabileceğini o dönemde devlete açık ve net bir şekilde kanıtlamıştı. Fakat devlet içindeki “şahin” kanadın baskın çıkmasıyla bu süreçten kalıcı bir barış çıkamadı.
Şimdi ne yapıyorlar?
Şimdi yaklaşık 10 yıl sonra devlet Öcalan ile yeni bir süreci başlatmış durumda. Bugün yaşananların ayrıntılarını belki 10 yıl sonra kısmen öğrenebileceğiz ama Öcalan’ın söylediklerinden, gidişattan hayli memnun olduğunu anlıyoruz. Peki bu yeni süreçte Sabri Ok ve Muzaffer Ayata nasıl bir rol oynuyorlar? Bu soruya cevap vermek zor. Ama şunu söyleyebilirim: Devletin bir kanadı, geçmişteki deneyimlerden hareketle 2000’li yılların başında tahliye olan bu iki PKK yöneticisinin ideal arabulucular olduğunu düşündü, fakat rakip bir kanat onlar üzerinde öyle bir baskı uyguladılar ki her ikisi de Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Ayata şu an Almanya’da. Bir süre onunla birlikte Avrupa’da kalan Ok’unsa halen Kandil’de olduğu söyleniyor. Ok’un Diyarbakır’daki KCK Davası’nın bir numaralı sanığı olduğunu da bu arada hatırlatalım.
Devlet-PKK temaslarının gizli tarihi aydınlanıyor
Haberin Devamı