Dün Kürt siyasi hareketinde yeni bir viraj alındı. DTP’nin kapatılma ihtimaline karşılık yedekte bekletilen BDP (Barış ve Demokrasi Partisi) kongresini yaptı ve emaneti eski DTP’lilere devretti. Şimdi soru şudur: Diyarbakır milletvekilleri Selahattin Demirtaş ile Gültan Kışanak’ın eşbaşkanlığındaki BDP yasal Kürt siyasi hareketinde sahiden yeni bir dönem başlatabilecek mi?
Aslında daha yolun başında işlerinin nispeten kolay olduğunu söyleyebiliriz, zira Abdullah Öcalan geçen hafta avukatları aracılığıyla BDP’lilere çok açık ve net bir mesaj iletti: “PKK’nın sözcüsü olmayın!” Bunun sadece BDP değil PKK için de bir tür “talimat” olduğunu saptamak yanlış olmaz. Çünkü Öcalan PKK’ya da “BDP’lilerin üzerine fazla gitmeyin” demiş oluyor. O zaman yeni bir soru karşımıza çıkıyor: BDP nasıl “PKK’nın sözcüsü” olmamayı başarabilir? Dünkü kongreyi izleyen bazı meslektaşlarım PKK’ya hemen hemen hiç vurgu yapılmadığını aktarıyorlar ki bu Öcalan’ın talimatının yerine getirilmeye başlandığını gösteriyor. Fakat meslektaşlarımız, daha önceki parti kongrelerine kıyasla Öcalan’ın fazlasıyla öne çıkartıldığını söylüyorlar ki bu durum BDP’lilerin çaresizliğini iyice gözler önüne seriyor.
Dün kongrede BDP’nin “Türkiye partisi” olma kararlılığı vurgulanmış. Ne var ki bu çıkış tek başına “yeni bir dönem” in işareti olarak görülemez çünkü 7 Haziran 1990’da kurulan HEP’ten (Halkın Emek Partisi) başlayarak yasal Kürt siyasi hareketinin tümü (sahi bunların isimlerini, sırasıyla ve açılımlarıyla sayabilen kaç kişi vardır?) bu iddiayla yola çıktılar. Hatta bunu kanıtlamak için yanlarına genellikle Türk solundan birkaç isim de aldılar fakat bunların hemen hemen hepsi kısa sürede etkisizleşti; Akın Birdal’ın bu noktada iyi bir istisna olduğunu söyleyelim.
“Türkiye partisi” olma iddiası tabii ki önemlidir; bu yolda atılacak her adım son yıllarda iyice derinleşen bazı uçurumları bir ölçüde kapatabilir. Fakat BDP’nin daha önce yapması gereken bir “parti” olmasıdır. Şurası açık: Yasal Kürt siyasi hareketinin güçlü bir şekilde partileşememesinin asıl nedeni sistemin getirdiği engeller, baskılar ve yasaklardır. Tam belli bir ivme yakalamışken açılan kapatma davaları bütün enerjileri çöpe attı ve umutları tüketti. Fakat BDP’liler tüm sorumluluğu sisteme atarak işin içinden çıkamazlar. Daha önceki partilerde görev yapan Kürt siyasetçiler, İmralı (Öcalan) ve Kandil (PKK) ipoteklerini değiştirilemez bir kader olarak benimsemiş ve yasal olarak bunu dile getirmek de mümkün olmadığı için sürekli olarak zor durumda kalmışlardı. Sonuç olarak, eğer gerçekten “yeni” bir dönem arzulanıyorsa BDP’nin önündeki en temel soru “kendisi” olup olamayacağıdır.
Farklı profiller
Partinin eşbaşkanlıklarına Demirtaş ve Kışanak’ın seçilmiş olması DTP’nin kendi ayakları üzerinde yükselmesi konusunda kesinlikle ümit vericidir. Öncelikle her iki ismin de, DTP eşbaşkanları Ahmet Türk ve Emine Ayna’dan farklı olduklarını belirtelim. Nispeten daha fazla tanınan Demirtaş’ın hem Kürt siyasi hareketinin “kökleri” ne bağlı, hem de Türk kamuoyuna da hitap edebilen bir siyasetçi olduğu biliniyor. Ona ek olarak, aslen gazeteci olan Kışanak’ın, eğer kendisine çok ciddi engeller çıkartılmazsa, gerçekten verimli ve yapıcı bir diyaloğun kanallarının açılmasına ve Emine Ayna’nın yarattığı travmanın bir ölçüde giderilmesine katkıda bulunacağına inanıyorum. Bu noktada “keşke” li bir cümle kurabiliriz: Keşke hükümetin Kürt açılımı Türk-Ayna değil de Demirtaş-Kışanak eşbaşkanlıkları döneminde start almış olsaydı.
Demirtaş ve Kışanak’ın görevleri sahiden çok zor: Hem Öcalan’ın direktiflerini, hem PKK’nın beklentilerini dikkate almak, bu arada giderek daha da radikalleşen tabanlarını yatıştırmak zorundalar. Üstelik Türk kamuoyundan da çok fazla destek bulabilecekleri şüpheli. BDP ve onun eşbaşkanları ilk ciddi sınavlarını, PKK’nın ilk silahlı eylemiyle verecekler. Umalım ki böyle bir sınava girmek zorunda kalmasınlar. Ama PKK bu, kesinlikle güven olmaz.
Demirtaş ve Kışanak ile yeni bir dönem umudu
Haberin Devamı