Déjà vu

Haberin Devamı


Hani öyle anlar vardır ki, sanki tıpatıp aynısını daha önce yaşamış olduğunuzu düşünür veya hissedersiniz; işte bu hali tanımlamak için dünya çapında yaygın olarak Fransızca bir kavram kullanılır: déjà vu. (Fransızca’dan tam çevirisini “daha önce görmüş olma” şeklinde yapabiliriz.)

Dün Milliyet’te Hasan Cemal’in Suriye krizinde tarafını ilan ettiğini görünce “artık déjà vu başlıklı bir yazı yazmak farz oldu” diye düşündüm. Çünkü içinden geçtiğimiz şu günler ABD’nin Irak işgali için hazırlık yaptığı 2003 yılının başlarını andırıyor. O gün Saddam Hüseyin’in alaşağı edilmesinde Amerikan ordusuyla birlikte hareket etmemizi savunanların hemen hepsi (bunlardan biri maalesef Hasan Cemal’di) bugün de Beşşar Esad’ın (Türk Dil Kurumu ve Anadolu Ajansı kusura bakmasın, babası Hafız’a yıllar boyu Esad dedikten sonra, oğluna Esed demeyi doğru bulmuyorum) devrilmesi için Türkiye’nin daha aktif rol ve sorumluluklar üstlenmesinde ısrar ediyorlar. Tabii ki film birebir aynı değil. Örneğin dünkü yazımda da vurguladığım gibi, Irak işgaline alenen karşı çıkan İslamcıların ciddi bir bölümü Suriye’ye dış müdahaleden yana. Bir diğer farksa, 2003’de AKP içinde çok hayati kafa karışıklıkları ve ayrışmalar varken bugün Suriye konusunda Başbakan Erdoğan’ın çizdiği rotanın dışına çıkan pek kimse görülmüyor. Son olarak, Irak konusundaki yoğun ve özgür tartışma ortamından bugün maalesef mahrumuz.

Samimiyet sorunu

Bu türden farklılıklara rağmen déjà vu’de ısrar etmemin en temel nedeni, müdahale yanlılarının bu pozisyonlarını “insani” gerekçelerle izah etmeye çalışmaları. Burada öncelikle bir samimiyet sorunu var. Örneğin Beşşar Esad, eşiyle birlikte kaç kez Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan ve eşlerine konuk oldu; kaç kez onları konuk etti? Bu ziyaretler sırasında “zalim” olmayan Esad, son bir yılda mı karakter değiştirdi? Kendisinden bu ziyaretler sırasında babasının imzasını taşıyan Hama katliamının hesabı hiç soruldu mu?

Bugün Esad aleyhine yazı yazma yarışına girmiş olan bazı meslektaşlarımız, Şam ya da İstanbul’da, onunla çektirdikleri samimi fotoğrafları ve kendisiyle yapmış oldukları “şike” söyleşileri arşivlerinden sildiler mi? İçlerinden herhangi biri, o “cicim ayları” sırasında Esad’a Hama katliamını sormuş mudur? Yine Beşşar Esad’ın Kürt sorununun çözümü için Türkiye’ye verdiği öğütler kaç gazetimizde manşet olmuştu, unuttuk mu?

Ayrıca iddiaların ne derece sahici olduğu da ayrı bir tartışma konusu. Hatırlanacaktır, Wasington yönetiminin Irak’ın işali için ileri sürdüğü iki temel iddianın (Saddam-El Kaide ilişkisi ve Irak’ın kitle imha silahına sah,p olduğu) asılsız olduğu, birkaç yıl sonra, bizzat BM Genel Kurulu’nda bunları dile getirmiş olan Colin Powell tarafından itiraf edildi. Günümüzde de Suriye hakkındaki hbaber akışının manipüle ediliyor olma ihtimali hayli yüksek.

Taraf tutmamanın erdemi

Bu tür şeyleri yazıp söyleyenlerin, müdahale yanlıları tarafından “Esadcı” olarak damgalandığını biliyorum, tıpkı dün “Saddamcı” olarak suçlandığı gibi. Ama bunlar çok ucuz argümanlar. “Müdahaleye karşı çıkan Esad’la birlikte saf tutmuş olur” diyenler, önce kendilerinin kimlerle yanyana olduklarına baksalar iyi olur.

Hafız Esad’dan oldum olası hoşlanmamışımdır, diğer bir deyişle kendisini günahım kadar bile sevmedim, benim için o bir zalimdir. Oğluna da hiç güvenmedim, ona biçilen “reformcu” imajına da inanmadım; AKP hükümeti döneminde Esad ve Baas rejimiyle geliştirilen aşırı samimi ilişkiler, ortak kabine toplantıları, “Şamgen” filan da beni hiç heyecanlandırmadı.

Öte yandan Esad’ın müdahaleyi engellemek, en azından geciktirmek için verdiği veya verir gibi yaptığı sözlere de inanmıyorum. Ve onun zalim rejiminin bir an önce yıkılmasını, Suriye’nin özgür, demokratik bir ülke olmasını diliyorum.

Bütün bunlara rağmen Suriye’ye dışardan bir askeri müdahaleye, hele Türkiye’nin böylesi bir müdahaleye aktif bir şekilde dahil olmasına karşı çıkıyorum. Çünkü bu tür müdahalelerin dü Irak’ı olduğu gibi bugün de Suriye’yi özgürleştirip demokratikleştireciğini düşünmüyorum; kaldı ki güç odaklarının böyle bir derdi olduğu da söylenemez.

Madem herkes açıkça beyan etmeye başladı, ben de 2003’de olduğu gibi, 2012’de de tarafımı tarafsızlık olarak kayda geçiriyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR