Cumhuriyet kavramının içini nasıl doldurduk, dolduruyoruz?

Haberin Devamı

Cumhuriyetin 50. yılında Galatasaray Lisesi’nde 6. sınıf (orta 1) öğrencisiydim. Tabii ki hepimiz cumhuriyeti ve Atatürk’ü çok seviyorduk. Bir sonraki büyük kutlama Atatürk’ün doğumunun 100. yılında, yani 1981’de yapıldı. 12 Eylül 1980 darbecilerinin “coşkuyla” kutladığı o yılın ilk ayını özgür, iki ayını İstanbul Gayrettepe’deki polis işkencehanesinde, geri kalanını da Hasdal Askeri Cezaevi’nde geçirdim. 12 Eylül cuntacılarının, benim gibi çok insanın Atatürk ve onun kurduğu cumhuriyetle arasındaki mesafeyi iyice açmış olduğunu düşünüyorum.

Cumhuriyetin 75. yılında pek şatafatlı kutlamalara tanık olduğumuzu hatırlamıyorum ancak AKP iktidarının ve tabii ki Başbakan Erdoğan’ın 100. yıl için şimdiden kolları sıvadığını biliyoruz. Kuşkusuz cumhuriyetin 100. yılını bir vizyon olarak benimsemek son derece isabetli bir tutum ancak 11 yıl kala cumhuriyetimizin haline baktığımızda bu vizyonun ne derece gerçekçi olduğundan kuşku duymamak mümkün değil.

Örneğin, her ne kadar tek bir bayram toplumdaki çatlakları, kopuklukları, ayrılıkları gidermesi mümkün değilse bile en azından bir gün için o ülkenin insanlarına bunları yoksayma imkanı tanıyabilir. Ancak bizde bu Cumhuriyet Bayramı da, umulanın tam tersine toplumdaki her türden kamplaşmayı şiddetlendirdi. Kampların herbirinin, aralarındaki bitmek bilmez iktidar savaşında bayramları da kendilerine kalkan yaptıklarına bir kez daha tanık olduk.

Siyasi ile insani arasında

Cumhuriyet denilince benim aklıma Fransız Devrimi’nin o üç ilkesi gelir: Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik. Cumhuriyetin 89. yılında bu ilkelerden ne kadar uzaklaşmış olduğumuzun bir kanıtı hep birlikte kutlayamadığımız bayramsa bir diğeri de cezaevlerinde süren açlık grevleridir. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bayram arifesinde Sincan Cezaevi’nde açlık grevcilerini de ziyaret etmesiyle umutlanmıştık ama “Öcalan’ı İmralı’da kim/hangi avukat ziyaret edebilir, kim/hangi avukat ziyaret edemez?”e sıkışıp kalmış bir tartışmayla Kurban Bayramı’nı bitirip Cumhuriyet Bayramı’na girdik, fakat ortada hiçbir umut ışığı yok.

Ülke olarak açlık grevlerinin insani ve siyasi yönleri arasında sıkışıp kalmış durumdayız. Normal şartlarda cumhuriyetinin 89. yılını kutlayan bir ülkenin insanları bu tür krizleri sözünü ettiğimiz cumhuriyetin temel ilkelerinden hareketle pek zorlanmadan çözmesi beklenir. Fakat bizde hiç de böyle olmuyor; bu açmazdan bunalanların bir bölümü sinik bir kayıtsızlığa savrulurken kimleri de acımasızlık tutumlar sergiliyor. Sahiden olayın vahametinin farkında mı değiller, yoksa neler yaşanabileceğini çok iyi görüyorlar da şimdiden sorumluluğu başkalarına (tabii ki öncelikle açlık grevi eylemcilerine ve onların dışardaki destekçilerine) yükleyerek kendilerini kurtarmaya mı çalışıyorlar?

İki hayati soru

Bu soruya herkes istediği cevabı verebilir ancak önümüzde çok daha hayati iki soru bulunuyor: Birincisi, 89 yılda cumhuriyet bu ülke insanlarına neler verdi; ikinci ve daha önemlisi, bu ülke insanları cumhuriyet kavramının içini nasıl doldurdu, dolduruyor?

Bu soruları cevaplamaktan kaçıp cumhuriyetin 100. yılına coşkuyla hazırlanma iddiasının hiçbir anlamı olmayacaktır.

Herkesin Cumhuriyet Bayramı’nı bu sorularla birlikte kutlarım.

DİĞER YENİ YAZILAR