Önceki günkü “Kim kârlı, kim zararlı çıktı? AKP mi, CHP mi?” başlıklı yazımda “cumhuriyet, laiklik, Atatürkçülük” gibi değerler üzerinden siyaset yapmanın, hele bu değerler uğruna sokağa dökülmenin eninde sonunda muhafazakâr siyasi partilerin (dün RP, FP; bugün AKP) işine yaradığını ileri sürdüm. Buna bağlı olarak 29 Ekim günü Ankara’da yaşanan olaylardan eninde sonunda AKP’nin kârlı, CHP’ninse zararlı çıkacağını savundum.
Bu tezimin çok kişi tarafından benimsenmediğini, hatta onları öfkelendirdiğini biliyorum. Ama bu yıllardır böyle. Özellikle 1994 yerel seçimlerinden RP’nin zaferle çıkmasının ardından “laiklik” Türk siyasi hayatının ana öğelerinden biri haline geldi ve özellikle merkezde yer alan partiler, “irtica tehditi”ni öne çıkararak İslami hareketin yükselişini engelleyeceklerini düşündüler. Laiklikle ilgili konuları/sorunları İslami hareketin “yumuşak karnı” olarak görmenin büyük bir yanılsama olduğu yolunda uyarıda bulunan kişilerse “şeriatçıların ekmeğine yağ sürmek” gibi sakil suçlamalara maruz kaldılar. Sonuçta 1994’ten bu yana yer yer laikliğe duyarlı kesimlerin inisiyatifi ele geçirmiş olduğunu düşündüren olaylar yaşanmadı değil ancak bu zaferlerin ya aldatıcı ya da hayli kısa süreli olduğunu net bir şekilde gördük. AKP’nin tek başına iktidara gelip her genel seçimlerde oyunu artırmasında rakiplerinin bu yanlışta ısrar etmesinin çok etkili olduğu kanısındayım.
Şartlar değişti mi?
Bazı okurlar, “dün öyleydi ama artık şartlar değişti” diyerek 29 Ekim 2012 gününün Türk siyasi hayatında bir tür “milat” olacağında ısrar ediyor. Onlara göre Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak isteyenlere devletin reva gördüğü muamele bu ülkenin muhafazakâr insanlarını bile isyan noktasına getirmiş durumda. Sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı bunun işaretlerini bir şekilde görürdük. Elimizde bir tek Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasında geçen ve uzun ömürlü olmayacağı anlaşılan “yetki tartışması” var ki burada da “laiklik, cumhuriyet” gibi değerlerden çok iki siyasetçinin cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik rekabetleri belirleyici gibi gözüküyor.
Muhafazakârlardan olaylara yönelik bir tepki gelmediği gibi daha ilk günden, İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı üzerinden CHP hedef tahtasına oturtulmuş durumda. “Özgürlükçü sol” bir çizgide olduğunu duyduğumuz Salıcı o sözleri askerlere değil de devlet erkanına söylemiş olduğunda ısrarcı. Diyelim ki öyle, yine de solcu bir siyasetçinin devlet erkanına “Sizin korumanız gereken cumhuriyete biz sahip çıkıyoruz” demesi ne derece doğrudur?
Demokrasisiz cumhuriyet
1994’ten bu yana Türkiye’nin çok değiştiği muhakkak. Dolayısıyla laiklik-siyaset ilişkisinde de birçok şeyin değişmiş olması normaldir. Ama değişmeyen çok önemli bir nokta var: Laiklik, cumhuriyet ve Atatürkçülük gibi değerleri temel alma iddiasındaki kişi ve kesimlerin demokrasiyle bir türlü tam olarak barışmamaları. Çok söylendi ama bir kez daha söylemekte hiçbir sakınca yok: 29 Ekim günü Cumhuriyet Bayramı’nı yasağa rağmen kutlamak isteyenlerin maruz kaldığı gazı bu ülkede şu son birkaç yılda tatmayan çok az toplumsal-siyasal kesim kaldı. O günlerde polisin şiddetine ses çıkarmayanların (ki içlerinde polisin tavrını haklı bulanlar da olabilir) “ama bizim elimizde Türk bayrağı vardı”, “sadece bayramı kutlamak istemiştik” gibi gerekçelerle polise isyan etmesi bir aşamadan sonra fazla inandırıcı olamıyor.
Bu konuyu daha çok tartışacağa benzeriz. Noktayı Ergenekon vb. süreçlerinde sık sık yapmış olduğu bir tespiti tekrarlayarak bitirmek isterim: Türkiye’de yaşanan çatışmalar, laiklik veya demokrasi gibi değerlerden ziyade eski iktidar sahiplerinin yerlerini bırakmak istememeleri, yeni iktidar sahiplerinin de iktidarlarını eskilerle paylaşmak istememelerinden kaynaklanıyor. Yani bildiğimiz iktidar savaşları.
Ölümle oyun olmaz
Başbakan Erdoğan Berlin’de, cezaevlerinde açlık grevleri değil şov yapıldığını söyledi. Bu söz bize, birbirinden çok farklı siyasi partiler iktidara gelse de devletin cezaevlerindeki açlık grevlerine bakışında bir süreklilik olduğunu gösteriyor. Örneğin 2000 yılının Aralık ayında “aslında ölüm orucu filan tutmuyorlar” propagandaları eşliğinde devlet 20 cezaevine operasyon yapmış, ikisi asker 32 kişi hayatını kaybetmişti.
Hükümetin açlık grevlerini yok sayma tutumuna karşı söylenecek çok şey var, şimdilik sadece bir temennimi dile getirmek isterim: Umarım Başbakan’ın bu sözü vicdanları sızlatacak bir şekilde tekzip edilmez.