Fethullah Gülen cemaatiyle AKP hükümeti arasındaki savaşın medya ayağında ilginç şeyler yaşanıyor. Örneğin bu süreçte, medyada hükümetin yanında durup Cemaat’e acımasızca saldıranların büyük kısmı İslami hareket geçmişine sahip değil, diğer bir deyişle iktidar trenine yakın zamanda atlamış kişiler. Buna karşılık İslamcı kimlikleriyle temayüz etmiş kalem erbabının çoğunun Cemaat’e karşı daha dikkatli ve ölçülü eleştiriler getirdikleri söylenebilir ki bu tutumun Başbakan Erdoğan’ı hiç memnun etmediğini farklı vesilelerle öğrendik.
Diğer tarafta ilk dikkatimizi çeken, özellikle 17 Aralık 2013’ten itibaren Cemaat yayınlarının ve Cemaat ile organik bağları olan isimlerin hükümete karşı bilfiil cephenin ön saflarında yer almaları. Halbuki Ergenekon, Balyoz, Şike, KCK gibi davalarda ilk olarak Cemaat’le özdeşleşmemiş yayın organları ve gazeteciler ortaya atılır, onların temizlemiş olduğu mayınlı sahaya Cemaat medyası ve gazetecileri de girerdi. Her ne kadar yeni dönemde durum değişmiş olsa da değişmeyen bir şey var: Cemaat’i hükümete karşı savunmada “dışarıdan” isimler çok daha etkili oluyor: Ahmet Turan Alkan, Nazlı Ilıcak, Mümtazer Türköne, Ali Bulaç ve bir ölçüde Şahin Alpay.
İlk kurşunu kim attı?
“Cemaat yatırılmış boğazına bıçak dayanmışken, kimse benden cemaatin de şusu yanlış dememi beklemesin.” Ali Bulaç’ın bu sözleri Cemaat üyeleri tarafından sık sık dolaşıma sokuldu. Örneğin Cemaat’in özeleştiri vermesi gerektiğinde ısrar ettiğimde sık sık bu cümle karşıma çıkarıldı. Bulaç’ın tespiti çok göz alıcı ama birçok açıdan yanlış. Örneğin:
a) Öncelikle hükümetin Cemaat’i yatırmış ve boğazına bıçak dayamış olduğu tespiti çok abartılı. Bulaç bu sözü 22 Temmuz operasyonundan önce etmişti. Zaten 22 Temmuz operasyonun da çok başarılı seyrettiği söylenemez.
b) Öte yandan böyle bir cümleyi kurmuş bir kişinin, sıkıntılı olmadığı günlerde Cemaat’in yanlışlarını dinlendirmiş olması gerekir, ki hatırlamıyorum
c) Yine bu cümleyi kurmuş olan bir kişinin, yakın geçmişte Cemaat ve hükümetin birlikte Ergenekon, Balyoz, Şike, KCK gibi operasyonları düzenlediklerinde, yani “zanlıları yatırıp bıçağı dayadıklarında’ da benzer bir tutumu almış olması beklenir, ki yine hatırlamıyorum.
d) Kaldı ki bu bir savaşsa ki öyle- ilk kurşunu kimin atmış olduğu konusu hayli tartışmalı. Yani hükümetin durup dururken Cemaat’i tasfiyeye kalktığını ileri sürmek hiç gerçekçi değil.
Erdoğan Ergenekoncu mu oldu?
Bulaç önceki gün “Olup bitenin anlamı” başlıklı yazısında (http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/olup-bitenin-anlami_2234856.html) birçok tartışmayı hak eden tez ileri sürdü. Bana göre yazının en çarpıcı bölümü şu: “Bu sürecin en aktif unsurları ulusal ve muhafazakâr Ergenekonculardır. Bunlar Tayyip Bey’in arkasında duruyormuş gibi görünüp cemaatin bütün hayat alanlarını kurutmak istiyorlar. Dindarları sadece bürokrasiden değil, ekonomiden medyaya ve eğitime kadar her alandan kovmayı hedefliyorlar.”
Bulaç’ın dün Yeni Asya Gazetesi’ne verdiği ve manşete taşınan mülakatın başlığı da “Ergenekoncular AKP’yi ele geçirdi” oldu. Bulaç’ın yıllardır yakından tanıdığı, belediye başkanlığı döneminde danışmanlığını da yaptığı Erdoğan’ın, bazı “derin” yapılarla işbirliği yapıp dindarların her alandan kovulmasına alet olduğunu söylemesi bazılarına ilginç gelebilir ama bana hiç inandırıcı gelmiyor.
Bulaç Cemaat’e karşı “içeriden destekli uluslararası bir operasyon” sürdürüldüğü iddiasında, tam da aynı şeyi hükümet Cemaat için söylüyor. Bu suçlamaların hangisinin daha akla yatkın olduğunu okurlar bırakıp Bulaç’tan son bir alıntı:
“Ellerinde Cevşen olanların sokağı, sol örgütlerin şiddet sokağına benzemez.”
Evet benzemeyeceği kesin, ama neye benzeyecek acaba?
22 Temmuz’dan bu yana yaşananlara baktığımızda sanki yeni sivil itaatsizlik yöntemleri pek bulunmayacak gibi: Polis ve adliye binaları önünde toplanmalar, ailelerin daha fazla öne çıkması, avukatların ve birkaç milletvekilinin bir tür sözcü misyonu üstlenmeleri, bütün bunlar bir tür "dejavu".
Evet bu sahnelerin benzerlerini özellikle Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde sık sık görmüştük; değişen askerlerin yerini polislerin alması olsa gerek.