Bu savaşta taraf tutmak zorunda mıyız?

Haberin Devamı

Eğer iktidar partisini destekliyorsanız ve Başbakan Erdoğan’a tam olarak güveniyorsanız bu savaşta taraf olmakta zorlanmazsınız.

Benzer şekilde Fethullah Gülen’i seviyor ve onun hareketine güveniyorsanız da safınızı belirlemeniz zor olmayacaktır.

Ama son 12 yılda sayıları epey artmış olan, Erdoğan ve Gülen’i eşit ölçüde seven, AKP hükümetine ve cemaate aynı mesafede olanlardansanız işiniz hiç kolay olmayacaktır.

Erdoğan ve Gülen’den hemen hemen aynı derece hoşlanmayan bir kişiyseniz eğer, “yesinler birbirlerini” demekle işin bitmediğini görüyor olmalısınız.

Hele tercihinizi savaşta kazanan taraftan yana yapmayı düşünüyorsanız işiniz iyice zorlaşacak, neredeyse saat başı yaşanan flaş gelişmelerle hangi safa geçeceğinizi bilememenin sancısıyla kıvranıp duracaksınız...

Tarafsızlığın erdemi

Gülen cemaatiyle AKP hükümeti arasındaki savaşın alenileşmesi ve her geçen gün daha da kızışmasıyla birlikte zaten karışık olan kafaların daha da karıştığını görüyoruz. Mesela ulusalcılar AKP ve Erdoğan’a antipatileri yüzünden cemaate utangaç da olsa destek verenler ve zamanında cemaat tarafından mağdur edildikleri için hükümeti “devlet içindeki devlet” mekanizmasını tasfiye için teşvik edenler olarak ikiye ayrılmış durumda. Kürt siyasi hareketi içinde ağır basan eğilim, çözüm sürecinin kesintiye uğramaması için yolsuzluk iddialarını fazla kurcalamamak ama zaten hükümetin süreçte samimi olmadığına inanan Kürtlerden krizin derinleştirilmesi gerektiğini savunanlar da çıkabiliyor...

Soru malum: Bu savaşta hangi tarafı tutmalıyız? Soruya muhatap olduğumda genellikle başlıktaki soruyla cevap veriyorum: Bu savaşta taraf tutmak zorunda mıyız? Ardından “böylesi bir savaşta taraf olmasınız da olur, hatta böylesi daha iyi olur” diyorum. Çünkü:

1) Bu bir iktidar mücadelesi. Eğer iktidardan pay almak istiyorsanız bir tarafı seçmeniz gerekebilir, ama böyle bir derdiniz yoksa bütün taraflarla aranıza mesafe koymak daha iyi olabilir.

2) İki taraf da bunun bir iktidar mücadelesi olduğu gerçeğini örtüp bizi aslında “milli iradeyi savunmak” veya “yolsuzlukla mücadele etmek” istediklerine ikna etmek istiyor.

3) Böylesi bir savaştan kimsenin galip çıkma imkânı yok. Belki de kimin daha çok ve daha az kaybettiğine bakmamız gerekecek. Ama daha vahimi, cemaat ve hükümetin birbirlerini tüketmesiyle Türkiye’nin önünün açılacağının garantisi yok, çünkü ortada alternatif olma potansiyeli taşıyan üçüncü bir güç bulunmuyor.

Hem o, hem öteki

Tabii ki bu yazı burada biterse eksik olur. Çünkü hükümet bizi ısrarla “devlet içindeki devlet”e karşı mücadelesine destek olmaya; cemaat de yolsuzluklara karşı yargının yanında durmaya çağırıyor. Yolsuzluk iddialarını ciddiye alacak kadar AKP’yi, “devlet içinde devlet” iddialarını ciddiye alacak kadar cemaati tanıdığımı düşünüyorum. Bu nedenle cemaatin “devlet içindeki devlet” yapılanmasını tasfiye ettiği ölçüde hükümete, yolsuzlukla mücadele ettiği ölçüde yargıya (dolayısıyla cemaate) destek olmanın bir sakıncası bence yok.

Demokrasiyi ve şeffaflığı savunan birisi olarak, şeffaflıktan uzak olan cemaate, milli iradeden kastı çoğulcu demokrasi olmayan hükümete (dolayısıyla Erdoğan’a) kayıtsız şartsız destek vermeyi hiç düşünmedim, bundan sonra da düşüneceğimi sanmıyorum.

Son söz: Eğer Gülen cemaatinin sivil kanadı, gizli-kapaklı işler çeviren sivil olmayan kanadı etkisizleştirir ve sahici bir sivil toplum hareketini inşa eder; AKP de çoğunlukçu/dayatmacı anlayıştan uzaklaşıp çoğulcu/katılımcı demokrasinin önündeki engelleri kaldırırsa bu ülke için hayırlı olur.

DİĞER YENİ YAZILAR