PKK tarihi boyunca birçok kez “ateşkes” ilan etti. Ancak istisnai durumlar dışında, “ateşkes” süresince militanlarını ülke toprakları dışına çıkartmadığı, güvenlik güçleri de operasyonlarını sürdürdüğü için bu “ateşkes”ler kısa süre içinde anlamlarını kaybetti. Bu arada bir yandan ateşkes sürerken diğer yandan PKK merkezinden bağımsız (en azından özerk) hareket eden bazı grupların, değişik gerekçelerle düzenlediği saldırılara ve merkezin bir-iki günlük gecikmelerin ardından bunları üstlendiğine de tanık olduk. Özellikle bu tür durumlar son dönemde sıklıkla yaşanır oldu ve PKK’nın bazı iç ve/veya dış odaklar tarafından kullanıldığı yorumlarına kapı araladı.
PKK’nın ilan ettiği hiçbir “ateşkes” bir “silah bırakma” değildi ve hemen tümünün belli bir süresi vardı. Kimi durumda süre uzatılırken kim durumda da süresi gelmeden iptal edildiği de oldu. Sonuçta “ateşkes” anlamını iyice yitirdi ve belli bir heyecan yaratmaz oldu. Bunun üzerine örgüt “ateşkes” yerine “eylemsizlik” veya “çatışmasızlık” terimlerini kullanır oldu.
“Ateşkes” denince ilk akla gelenlerden biri Turgut Özal döneminde Celal Talabani aracılığıyla ilan edilen 1993 ateşkesiydi. Ateşkesle doğan umutlar, Bingöl’de sivil giysili 33 askerin 24 Mayıs günü, Şemdin Sakık komutasındaki PKK grubu tarafından şehit edilmesiyle suya düşmüştü. İkinci olarak, Öcalan’ın 1999’da yakalanmasından hemen sonra ilan ettiği ve onun direktifleriyle silahlı örgüt üyelerinin ülke dışına çıkartıldığı ve yıllarca süren ateşkes, devletin gerekli adımları atmaması nedeniyle kalıcı bir barışa dönüşemedi.
Referandumun kaderi
PKK’nın en son olarak ilan ettiği “eylemsizlik” kararı öyle bir döneme denk geldi ki Türkiye’de beklenmedik sonuçlara yol açabilir. Öncelikle 12 Eylül’deki referandumun kaderinin bu son ateşkesle büyük ölçüde değişeceğini tahmin edebiliriz. Bunun iki ana nedeni var:
1) Referandum sürecinde PKK’nın saldırılarını sürmesi durumunda, “hayır” çağrısı yapan muhalefet partileri, özellikle MHP bunun propaganda malzemesi olarak kullanacaklardı. Nitekim hükümet ve onu destekleyen çevreler, PKK eylemlerinin ana amacının “referandumu engelleme” olduğunu ileri sürüyorlardı. Dolayısıyla PKK eylemsizlik kararı alarak referandumu engellemek gibi bir niyeti olmadığını göstermiş oldu.
2) BDP’nin aldığı “boykot” kararının referandum sonucuna doğrudan etki yapacağını kestirmek zor değildi. PKK’nın eylemlerini sürdürmesi durumunda özellikle Güneydoğu’da bazı seçmenlerin sandık başına gitmesinin zor yoluyla engellenmesi mümkündü. Şimdiki durumda oy kullanmak isteyen bölge seçmeninin korkacağı pek bir şey kalmamışa benziyor. Daha da önemlisi, Öcalan avukatları aracılığıyla “boykot” kararını sorguluyor ve PKK tabanının “evet”e doğru yönelmesine kapı aralıyor. Son ana kadar ona bakarak hareket eden seçmenlerin nasıl oy kullanacaklarını tahmin etmek zor olmakla birlikte Öcalan’ın son açıklamaları ve ateşkes kararıyla birlikte “boykot” kararına büyük ölçüde gölge düştüğü açıktır.
Ruh üçüzünden ruh ikizine
Başbakan Erdoğan ve onu destekleyenler, BDP’nin “boykot” kararını çarpıtıp “hayır” gibi gösterdiler ve CHP, MHP ve BDP’yi “ruh üçüzü” olarak tanımlamaktan geri durmadılar. Ancak gerek “eylemsizlik” kararı, gerekse Öcalan’ın net olmayan açıklamalarıyla birlikte durum tersine döneceğe benziyor. Hal böyle olunca muhalefetin, özellikle de MHP’nin AKP ile BDP’yi “ruh ikizi” olarak tanımlamasına tanık olabiliriz.
PKK’nın son “eylemsizlik” kararı sadece referanduma etki etmekle kalmayacak, hükümetin Kürt açılımını kaldığı yerden yeniden hızla devreye sokmasına da sebebiyet verebilir. TSK komuta kademesindeki son düzenlemelerin ardından hükümet, tabii eğer arzu ederse, bu ateşkesi “tek yanlı” olmaktan çıkarıp “iki yanlı” hale getirebilir ve bu süreç silahların tamamen bırakılmasına kadar uzayabilir. Tabii bunun için referandumdan güçlü çıkması gerekiyor. Ve görüldüğü kadarıyla Öcalan ve PKK iktidar partisine bu noktada ciddi anlamda katkı sunuyorlar.
Bu ateşkesin arkası gelebilir
Haberin Devamı