Bir yanlış çok doğruyu götürebilir

Haberin Devamı

PKK’nın son dönemde saldırılarını tırmandırarak “devrimci halk savaşı” başlatmak istediğini biliyoruz. Örgüt bunu daha önce de birkaç kez denedi ve başarılı olamadı, bugün de başarılı olması mümkün gözükmüyor. Ama PKK’nın “halk savaşı” başlatamaması, onun yaşanan çatışmaya halkı bir şekilde dahil edemeyeceği anlamına gelmiyor. Nitekim 1980 ortalarından itibaren, özellikle de 1990’ların başlarında yaşanan “düşük yoğunluklu savaş”ın birinci derecede mağduru bölge halkı, yani Kürtler olmuş; her ne kadar yaşananlardan en az devlet kadar sorumlu olsa da PKK bu mağduriyeti çok iyi kullanıp kitle tabanını, nüfuz alanını genişletmişti.

Yazı dizimizin ilk gününde altını kalın çizgilerle çizdiğimiz gibi, devlet, özellikle de TSK, PKK ile mücadelesine halkı karıştırmamak için azami özeni gösteriyor. Yani geçmişte sık sık yaşadığımız gibi, PKK saldırılarının intikamını bölge halkından almak isteyen bir devlet ve bu durumdan memnuniyetle istifade eden bir örgüt yok. Ne var ki, devletin onları çatışmanın dışında tutması, bölge halkının PKK’ya yönelik ilgi, sempati ve hatta ilişkisini azaltmaya yeterli olmuyor. Her ne kadar “zararın neresinden dönülse kâr” olsa da, devletin bu konuda hayli geç kalmış olduğu ortada.

Telafisi zor yeni sorunlar

Öte yandan aylardır süren, tüm ülkeyi kapsayan ve binlerce kişinin gözaltına alınıp çoğunun tutuklanmasına yol açan KCK operasyonları devletin Kürtlerle ilişkilerinde telafisi zor yeni sorunlar çıkarıyor. Bu operasyonları başından itibaren defalarca eleştirdim. Bu yazıda, dün ele aldığımız yeni ve son derece hayati bir olgu üzerinden KCK operasyonlarına yeniden bakmak istiyorum.

Kürt siyasi hareketi içindeki en makul isimlerden biri olarak bilinen ve ilk operasyonlarda tutuklanan Fırat Anlı’nın çok çarpıcı bir tespiti vardı: “Biz müzakere edilebilecek belki de son kuşağız.”

Hakkari’de konuştuğumuz orta yaşlı Kürt kanaat önderlerinin, 1990’lı yıllarda doğan çocuklardan kaynaklanan aşırı radikal damardan nasıl kaygı duyduklarını dün etraflıca anlatmıştık. “Okuyarak değil yaşayarak kindar” olan bu çocukların denetlenmesi son derece zor bir iş olarak ortadayken, polis ve özel yetkili savcıların, kent merkezlerinde yasal siyaset yapmaya çalışan (diğer bir deyişle bu gençlerin taşkınlıklarını engelleme potansiyeli taşıyan) isimleri topluca cezaevlerine doldurmasının mantığını anlamak kolay değil.

Tam da PKK’nın istediği

Anlaşılan devletin içindeki bir kanat, Kürt hareketi içinde konuşulup tartışabilecek isimlerin tasfiyesiyle PKK ve oradan hareketle de Kürt sorununu çözebileceğini düşünüyor. Bu operasyonlar başladığından beri defalarca Güneydoğu’ya gitmiş bir gazeteci olarak, KCK operasyonlarının hiç de arzulanan sonuçlara yol açmamış olduğunu, PKK’nın “aslında devlet çözüm filan istemiyor” şeklindeki propagandasını güçlendirmiş olduğunu gözledim.

Hele Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu gibi saygın isimlerin de KCK sepetinin içine konulmak istenmesi hükümetin sık sık tekrarladığı, “demokrasiden taviz vermeden terörle mücadele” iddiasına ciddi bir şekilde gölge düşürüyor.

Sonuç olarak “dağ”da PKK ile “baş başa” mücadele konusunda isabetli bir stratejiyi hayata geçiren devletin, “bağ”da işin içine hemen herkesi katıyor olmasının yarattığı çelişkili durum, Kürt sorununun çözümü konusundaki ümitleri de ciddi bir şekilde söndürüyor.

Yani onca acı deneyimden hareketle atılan onca “doğru” adım, geçmişten ders çıkartmamakta direnen bazılarının birkaç “yanlış” adımı” nedeniyle heba olabiliyor.

DİĞER YENİ YAZILAR