Dün, güne acı bir haberle başladım: Ne zamandır görüşemediğim arkadaşım Kerim aradı ve ortak dostumuz Bülent Saka’nın sabaha karşı kalp krizinden hayatını kaybettiğini söyledi. Bülent, Kerim ve ben 1981 yılı ortalarında Hasdal Askeri Cezaevi’nde tanıştık ve uzun süre birlikte yattık. Ben Galatasaray Lisesi son sınıfında, Kerim, o zamanki adıyla Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu’nda okurken tutuklanmıştık. Bülent ise liseyi çoktan terk etmişti, o tarihlerde İstanbul’un varoşlarında bulunan Tozkoparan’da yaşayan, çok sevdiği tabirle “tam bir halk çocuğu”ydu.
Ama hiç tartışmasız içimizde en entelektüelimiz oydu. Bülent şairdi ve bir siyasi tutukludan beklenmeyecek ölçüde “edebi” ve siyasetle pek ilgisi olmayan güzel şiirler yazıyordu. (Daha sonra şiire ek olarak tiyatroya da merak saldı.)
Kabına sığmazdı, her zaman delidolu, her zaman coşkuluydu. Gerek içerde, gerek dışarda, sanki hiçbir şeyi dert edinmez gibi davranırdı. Bu dünyaya “geçiyorken uğramış” gibi bir hali vardı. Ve daha 50 yaşına varamadan çekip gitti...
Normal şartlarda “Türkiye’nin Charles Bukowskisi” olabilecek bir insan neden geride sadece tek bir (o da kendisinin bastırdığı) şiir kitabı bırakır? Google’a girdiğinizde neden kendisinin bir tek resmi bile karşınıza çıkmaz? Halbuki ne de güzel gülerdi!
Kardeşim Bülent, nur içinde yat!
Hasdal’da aykırı bir binbaşı
Bülent, Kerim ve diğer arkadaşlarla Hasdal’da yatarken cezaevi müdürümüz Binbaşı Faik İnal’dı. Çok ilginç bir kişiydi Faik Binbaşı. Sık sık koğuşlarımıza gelir, hatta kimi zaman yanında ufak oğlunu da getirir ve bizlerle tartışır, düzenlediğimiz çeşitli kültürel etkinlikleri hayret ve ilgiyle takip ederdi.
Aynı kişinin sistemli bir şekilde bizlere zulmettiğini söylersem herhalde şaşırırsınız, nitekim biz de şaşardık. Örneğin daha bir gün önce oğluyla birlikte gelip çayımızı içen, bizlerle sohbet eden o kişi, idam cezası infaz edilen bir devrimci için yaptığımız bir günlük açlık grevini bastırmak için en acımasız yöntemlere başvururdu. Bir keresinde sudan bir gerekçeyle beni odasında bizzat ve tek başına dövmüş, ardından keyfi bir şekilde hücre cezasına çarptırmıştı.
Derken bir an geldi, Faik Binbaşı’nın inişli çıkışlı grafiği düz bir çizgi izlemeye başladı: O artık bizlere sadece insanca davranıyor, tutuklulara kötü muamele yapmak isteyen kendi personelini cezalandırıyordu. Memnun ve şaşkındık. Sonradan öğrendik ki Faik Binbaşı, gözlatındayken Hasdal’a getirilen ve kısa süre sonra da serbest bırakılan bir kadınla gönül ilişkisine girmiş ve daha sonra eşinden ayrılıp onunla evlenmiş. Anlaşıldığı kadarıyla o kadın, Faik Binbaşı’nın içinde birlikte varolan ve sürekli kendi aralarında didişen melek ile şeytan’dan, meleğin üstün gelmesine vesile olmuş. İyi de olmuş.
Cezaevi serüveni insana “iyi” bildiği pek çok kişinin kolaylıkla “kötü” olabileceğini acı bir şekilde gösterir. “Kötü” bilinenlerin “iyi” olmaya terfi etmesiyse enderdir ama mümkündür. Faik Binbaşı bu anlamda biz Hasdal tutukluları için asla unutamayacağımız bir örnek olmuştur.
Pazar günleri gazete köşelerinde hafif konular okumayı tercih edenlerden özür diliyor ve hangi suçtan yatarlarsa yatsınlar, ceza ve tutukevlerindeki herkese selamlarımı yolluyorum.
Bir dostun ardından
Haberin Devamı