Dün Meclis’te CHP’nin kararı daha belli değilken yapılan yorum ve tahminlerin ezici bir çoğunluğunun isabetsiz çıktığını söyleyebiliriz. Evet hemen herkes CHP’nin, Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal konusunda bir tavır almasını bekliyordu ama bunun daha çok “sembolik” bir tepki olacağı düşünülüyordu. Örneğin sadece Balbay ve Haberal’ın seçim bölgelerinden, yani İzmir ve Zonguldak’tan milletvekillerinin yemin etmemesi bir “ara formül” olarak dillerde dolaşıyordu. Benim de içinde yer aldığım bir grup ise CHP’lilerin dün yemin etmeyip Pazartesi günü Meclis Bakanlığı seçimi için yapılacak oturumda yemin etmelerini bekliyordu. Bu arada CHP’nin tereddütsüz yemin edeceğine inananların sayısı da hayli fazlaydı. Nihayet kapalı oturumun ardından CHP Grubu’nun kapıları basına açıldı ve CHP milletvekillerinin ağzından çıkan “yemin etmeyeceğiz” cümleleri bir şok etkisi yarattı. Partinin üst düzey bir yöneticisine “Peki ne zaman edeceksiniz?” diye sorduğumda aldığım “beş vakte kadar” cevabı, bu tepkinin hiç de “sembolik” değil epey esaslı olduğunu gösteriyordu. Nitekim CHP Lideri Kılıçdaroğlu “arkadaşlarımızın yemin etme yolu açılana kadar yemin etmeyeceğiz” sözleri ana muhalefet partisinin protestosunun ucunun açık oldğunu gösteriyordu.
Kılıçdaroğlu kararlı
Toplantının ardından bir grup gazeteciyle makamında ziyaret ettiğimiz Kılıçdaroğlu’nun, bu kararlarında hayli kararlı olduğunu gördüm. Hatta bugüne kadar doğrudan eleştirmemeye özen gösterdiği MHP’nin Engin Alan konusundaki tutumu sorulduğunda “Biz arkadaşlarımızı satmıyoruz” diye konuşması hayli şaşırtıcıydı.
Kılıçdaroğlu ve dolayısıyla CHP’liler yargının tümüyle siyasallaşmış, diğer bir deyişle hükümetin denetiminde olduğuna, Ergenekon, Balyoz ve KCK tutuklusu milletvekillerinin tahliye edilmemesinde iktidar partisinin dahli olduğuna inanıyorlar. Buradan hareketle hükümetten gelecek ve sorunu çözmeye yönelik adımların anında karşılık bulacağını düşünüyorlar. Kılıçdaroğlu’ndan, AKP’nin, bazılarının sandığının aksine, sorunun çözümü için kendileriyle hiçbir şekilde irtibata geçmemiş olduğunu öğrendik ve anladığım kadarıyla bu kayıtsızlık başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’lileri çok kızdırmış. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın “başka aday mı bulamadılar?” sözünün sadece BDP destekli bağımsızları değil CHP’lileri de oldukça öfkelendirdiği anlaşılıyor.
Dün Meclis’te farklı kademelerden çok sayıda AKP milletvekiliyle de sohbet etme imkanı buldum. Hemen hepsi daha ilk günden yaşanan kriz nedeniyle keyifsizdi ama içlerinden hemen hemen hiçbiri yaşanan sorunların çözümünün kolay olduğunu düşünüyordu. Herbiri sözlerine “Biz yargıya nasıl müdahale edelim?” soru cümlesiyle başlıyor, ardından CHP’nin tavrını “çocukca”, “şantajvari”, “anlamsız” gibi sıfatlarla tanımlıyor ve nihayet, kısa vadede makul bir çözüm yolunun görünmediğinde birleşiyorlardı. Kuşkusuz siyasetin ve siyasetçilerin görevi sorun çözmektir ve aslında çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur, daha doğrusu olmaması gerekir. Tutuklu milletvekilleri konusunda kuşkusuz en ideal çözüm mahkemelerin veya üst mahkemelerin tahliye kararı vermesidir. Ancak Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarının savcılarının bu ihtimale şiddetle karşı çıktıkları ve yargıçların çoğunun da onlar gibi düşündüğü ortada. Eğer başta Erdoğan olmak üzere iktidar partisi sözcüleri ve hükümete yakın medya kuruluşları ve gazeteciler ilk andan itibaren tahliyelerin daha hayırlı olacağı yolunda bir çizgi tutturmuş olsalardı yargının kararı aynı olur muydu, emin değilim. Dolayısıyla çözümün olması için öncelikle iktidar partisi yetkililerinin tahliyeleri arzuladıklarını beyan etmeleri gerekiyor ki bunu yapacağa pek benzemiyorlar. Hal böyle olunca gerçekten “beş vakte kadar” beklememiz gerekebilir. Bütün bunların sonucunda, yeni yasama döneminde “yeni sivil anayasa”, buradan hareketle “Kürt sorununun kalıcı çözümü” gibi beklentilere kapılmak fazlasıyla hayalci kaçabilir.
Sorun Güneydoğu’da
İşin acı yanı sorun sadece CHP ile sınırlı değil. Beşi tutuklu, 35 bağımsız milletvekili CHP’nin yaptığını bile yapmıyor, TBMM’ye gelmiyor. Üstelik her hafta Diyarbakır’da grup toplantısı yapacaklarını söylüyorlar ki bu bölünmüşlük hali hiç de iyi bir şey değil. BDP destekli bağımsızları bu boykota yönelten Hatip Dicle olayında kısa ve hatta orta vadede hiçbir çözüm ihtimali gözükmüyor. Ortamı bir ölçüde yumuşatabilecek olan tutuklu 5 milletvekilinin tahliyesi için de, tıpkı Balbay, Haberal ve Alan gibi “beş vakte kadar” diyebiliriz.
Peki bütün bu krizlerden nasıl çıkılabilir? İktidar partisin sorunlara ilgi göstermeyerek ve çözüm yolunda hiçbir sinyal yakmayarak yanlış yaptı. BDP destekli bağımsızlar boykot kararıyla ikinci bir yanlışa imza attılar. Ve nihayet CHP hepsinden daha büyük bir yanlış yaptı. Sonuçta herkesin değişik ölçülerde kaybettiği, kazananın olmadığı bir kriz sürecine girdik. Çözüm için tek çıkar yol, tarafların birbirlerini eleştirmekten vazgeçip hep birlikte hatadan dönmenin yollarını aramalarıdır ki bugünkü Kılıçdaroğlu-Cemil Çiçek ve Haluk İpek buluşmasının bu yönde kapılar aralamasını ummaktan başka şu an yapabilecek fazla bir şey yok.
Beş vakte kadar...
Haberin Devamı