PKK eylemsizlik kararını açıklar ve militanlarını çekerse meydan büyük ölçüde yasal siyasete kalacak demektir.
Yeni İmralı sürecinin başlamış olduğunun ortaya çıkmasıyla birlikte gözler doğal olarak BDP’ye çevrildi ancak bu partinin sözcüleri, çok fazla haberdar olmadıkları anlaşılan süreç hakkında genellikle olumsuz bir tutum takındılar. Çok da fazla haksız sayılmazlardı çünkü çok kısa süre önce Başbakan Erdoğan cezaevlerindeki açlık grevlerine karşı kayıtsız, hatta küçümseyici bir tavır almış, Abdullah Öcalan’ı ima ederek idam cezasını yeniden getirmeyi gündeme taşımış ve nihayet Şemdinli’de PKK militanlarıyla kucaklaşan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için düğmeye basmıştı. Öte yandan Güneydoğu’da askeri operasyonlar ve çatışmalar da sürüyordu.
Endişeler İmralı’da giderildi
Ancak ilk İmralı ziyareti söz konusu olunca tüm toplum gibi BDP’liler de işin ciddiyetini kavradı. Bir süre kimin gideceği tartışması yaşandıktan sonra Ahmet Türk ve Ayla Akat’ın Abdullah Öcalan ile görüşmeleri, Öcalan-MİT müzakerelerinde epey yol alınmış ve birçok noktada anlaşılmış olduğunu öğrenmeleriyle işin rengi değişti. Ama esas değişim, arada yine kimin gideceği tartışması yaşanmış olsa da Pervin Buldan, Altan Tan ve Sırrı Süreyya Önder’in gerçekleştirdiği ikinci İmralı ziyaretinden sonra yaşandı. Artık başta eşbaşkanlar Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak olmak üzere BDP’nin önde gelen isimleri, eskisi gibi “çatışma” döneminin değil, büyük ölçüde “uzlaşma” dilini kullanır oldular.
BDP’lilerin başlangıçta ürkek ve temkinli davranmalarının iki temel nedeni vardı: AKP ve Erdoğan’a güvensizlik ile Kandil’den (PKK) çekinme. Her ne kadar Öcalan Kürt siyasi hareketinin tartışmasız lideri olsa da Kandil’in en azından özerk bir konumu vardı ve devletin PKK kurmaylarını baypas ederek Öcalan ve kendileriyle yeni bir süreç tasarlamasından endişe ediyorlardı. Bu endişenin gereksiz olduğunu hem Öcalan görüşmelerinden, hem de Kandil ile kurdukları bazı temaslardan öğrenmiş olmalılar ki BDP’lilerin yeni süreçte birkaç gündür aktif bir şekilde yer aldıklarını görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında BDP ve DTK eşbaşkanları ve bazı BDP milletvekillerinin Murat Karayılan ve Sabri Ok gibi PKK kurmaylarıyla buluşup saatlerce Öcalan’ın mektubunu tartışmış olmaları çok kritik bir aşamadır.
BDP’nin misyonu
Kimileri bu sürecin esas olarak Öcalan ile, ardından Kandil ve kısmen Avrupa’daki PKK/KCK örgütlenmeleriyle yürütüleceğini, BDP’lilereyse mesaj taşımak başta olmak üzere tali işler düşeceğini ileri sürüyor. İlk bakışta doğru gibi görünüyor ancak bu sürecin ana hedefi PKK’nın silahsızlandırılmasıysa, diğer bir deyişle silahların susmasıysa, eline silah almamış olan siyasetçilerin rollerinin doğal olarak artacağını görmek için kâhin olmak gerekmez. Eğer beklendiği gibi Newroz ile birlikte PKK eylemsizlik kararını açıklar ve ülke içindeki militanlarının Irak Kürdistanı’na çekilmesinin hazırlıkları başlarsa meydan büyük ölçüde yasal siyasete ve siyasetçilere kalacak demektir.
Peki BDP böylesine zor bir görevi üstlenebilir mi? Açıkçası BDP’nin kredisinin çok yüksek olduğu söylenemez ve son “tutanak sızması” olayıyla bu partinin imajının iyice zedelendiği aşikâr. Öte yandan yasal Kürt siyasetinde tam bir çokbaşlılık söz konusu. BDP’ye ek olarak Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) de faaliyetlerini sürdürüyor. Üstelik hükümetin vetoları nedeniyle bu BDP ve DTK’nın eşbaşkanları Öcalan ile doğrudan görüşemiyor.
Eğer BDP kendi içinde örgütsel sorunlarını aşar, hükümetle belli bir diyalog kurmayı gerçekleştirebilir ve bazı radikal sol grupların ötesinde ülkenin Kürt olmayan kesimlerine (tabii ki Karadeniz’deki kötü deneyimden gerekli dersleri çıkardıktan sonra) barış mesajlarını iletebilirse yeni İmralı sürecinin önemli bir aktörü olabilir.
YARIN: AKP’nin ve Erdoğan’ın önündeki riskler ve fırsatlar