Barış sağlansa bile Kurtulmuş ve SP’nin işi zor

Haberin Devamı

Yıllar önce, daha Refah Partisi kapatılmadan önce, o dönem çalıştığım Milliyet Gazetesi’nde Numan Kurtulmuş hakkında bir haber yapmış ve kendisini “Erbakan’ın veliahtı” olarak tanımlamıştım. Recai Kutan’ın Erbakan’ı nihayet ikna edip koltuğu bırakmasıyla Kurtulmuş Saadet Partisi’ne genel başkan olunca öngörüm epey yıl sonra gerçekleşmiş oldu. Fakat aynı Kurtulmuş, “Erbakan’ın veliahtı” olmaktan “SP’nin lideri” olmaya kalkıştığı anda her şey altüst oldu.

Saadet Partisi kongresinde onca kavga gürültünün neden yaşanmış olduğunu biliyoruz: Kurtulmuş’un, Erbakan’ın oğlu Fatih, kızı Elif Erbakan Altınöz ve onun kayınbiraderi Orhan Altınöz gibi aileden; Şevket Kazan, Mete Gündoğan, Ahmet Tekdal, Temel Karamollaoğlu gibi Milli Görüş’ün “çelik çekirdek”inden isimleri listesine almayınca ortalık karıştı.


Herkes Erbakancı ama...

Halbuki Kurtulmuş’un Genel İdare Kurulu listesine baktığımızda Fazilet Partisi, Refah Partisi, hatta Milli Selamet Partisi’nden tanıdığımız çok sayıda siyasetçi görüyoruz: Recai Kutan, Ahmet Cemil Tunç, Bahri Zengin, Cevat Ayhan, Ertan Yülek, Hüsamettin Korkutata, Lütfü Esengün, Mukadder Başeğmez, Musa Demirci, Şeref Malkoç, Teoman Rıza Güneri, Turhan Alçelik...

Açıkçası Kongre öncesi Kurtulmuş’un GİK listesinde daha büyük bir yenilenmeye gitmesini bekliyordum. Doğacak tepkilerden çekinerek epey muhafazakâr davranmış olmalı. Ancak bir kez daha “korkunun ecele faydası yok” sözü bir kez daha doğrulandı ve listeden yeterince memnun olmayanlar kongreyi alenen sabote etmek istediler.

Bu noktada Oğuzhan Asiltürk’ün “değişmeden yenilenme” önermesinin altını çizmek gerekiyor. Bu kadar küçük çaplı bir değişikliğe bile tahammül edemeyenler nasıl bir “yenilenme”nin hayalini kuruyor olabilirler?

Peki bu kavganın taraflarını nasıl tanımlayacağız: Kurtulmuş’a kazan kaldıranları “Erbakancı” olarak tanımlamak hem SP liderine, hem de onun listesindeki isimlerin hemen tümüne haksızlık etmek olur. Öyle ki, Kurtulmuş ve onun yakın çalışma arkadaşlarının çoğu isteseler başından beri veya belli bir aşamasında Tayyip Erdoğan’la yollarını birleştirebilirlerdi. Onları bunu yapmaktan alıkoyan en temel motifin Erbakan sevgisi ve ona bağlılık olduğunu biliyoruz. Tek bir örnek yeterli olabilir: Abdullah Gül’ün bütün ısrarlara rağmen yenilikçilerin adayı olarak katıldığı FP Kongresi’nden, Erbakan’ın adayı Recai Kutan, o sırada İstanbul İl Başkanı olan Kurtulmuş’un üstün gayretleri sayesinde genel başkan çıkmıştı.


Kongreyi kazandı ama...

Kongre öncesi Kurtulmuş liderliğindeki SP belli bir rüzgar yakalamıştı. TBMM’de yer almamasına rağmen etkili ve temel konularda görüş ve davranışları merak edilen bir parti haline gelmişti. Hatta Başbakan Erdoğan’ın Gazze gibi konuları fazlasıyla öne çıkarmasını “Saadet kaygısı”na bağlayanlar da vardı. Normalde bu kongrenin SP’nin önümüzdeki genel seçimlere alabildiğine iddialı hazırlanmasının zeminini oluşturması bekleniyordu. Fakat pazar günü yaşananlar bu partinin hızını belirgin bir şekilde keseceğe benziyor. Çünkü Kurtulmuş resmen kongreyi kazandı ancak işinin hiç kolay olmayacağı aşikârdır. Eğer Erbakan sürece onun lehine müdahale etmezse, Kurtulmuş’un genel başkanlığının tepesinde hep bir Demokles’in kılcı sallanacaktır. Hele Hoca’nın bağlılarına bu yolda bir işaret vermesi durumunda parti ciddi oranda boşalabilir.

Ama böyle bir durumun yaşanacağını düşünmüyorum. Sonuçta bir ara formül üzerine çalışılacağını ve bunun bulunacağını düşünmemiz için pek çok neden var. En azından şurası kesin ki pazar günü birbirlerine girenler uzun bir süredir beraber yürümüş ve daha uzun bir süre beraber yürüyecek kişiler.

Fakat barış sağlansa bile SP ile Numan Kurtulmuş’un ciddi bir yara almış olduğu kesindir. Bu durumun en fazla AKP’yi memnun edeceğini kestirmek hiç de zor olmasa gerek. Ama şunu da unutmamak lazım: Erbakan’la karşı karşıya gelmiş olmak Milli Görüş kökenli bir siyasetçi için pekala “yolun sonu” anlamına gelmeyebiliyor, hatta tam tersine “yolun başlangıcı” bile olabilir.

DİĞER YENİ YAZILAR