3 Mart 2011 günü meslektaşım ve arkadaşım Ahmet Şık gözaltına alındığında, evinin önünde bekleyen gazetecilere şöyle seslenmişti: “Dokunan yanar arkadaşlar!”
Ahmet haklıydı. Onun medya-polis-yargı üçgeninde kotarılan bir tezgâhla özgürlüğünden mahrum edilmesinin nedeni Fethullah Gülen cemaati üzerine kaleme aldığı ama daha bitirmediği kitaptı. Ahmet haklıydı çünkü Hanefi Avcı, Eskişehir Emniyet Müdürüyken yayınlattığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabında cemaati hedef aldığı için uydurma suçlamalarla içeri atılmıştı. Ahmet haklıydı çünkü, kendisiyle aynı gün gözaltına alınan gazeteci Nedim Şener’in kabahati de, Ergenekon soruşturmasını yürüten ve cemaate yakın oldukları söylenen bazı polis şeflerinin Hrant Dink suikastıyla ilişkileri olduğu iddiasını araştırmalarıyla sürekli gündeme taşıyordu.
Ahmet haksız çıktı, çünkü bir avuç meslektaşı “Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları” (ANGA) adı altında bir araya gelip “Yansak da dokunacağız” sloganıyla arkadaşlarına sahip çıktılar. Birçok riski göze aldılar, çok zorlandılar, bazı havalı, sözüm ona “demokrat” meslektaşları tarafından sıklıkla aşağılandılar ama sonunda kazandılar.
Vahim hesap hatası
Bu süreçte AKP hükümeti ve onun destekçileri berbat bir sınav verdi. Cemaatin Ergenekon bahanesiyle kendi “özel” işlerini devletin imkânlarıyla görüyor olmasından rahatsız oldular ama ittifakın bozulmaması için bunları sineye çektiler. Bu çok büyük bir hesap hatasıydı çünkü özellikle Batı’da Ahmet-Nedim olayı büyük yankı buldu; her hükümet yetkilisine bu konu soruldu, onlar da “gazeteci oldukları için tutuklanmadılar” diye kendilerinin de inanmadıkları cevaplar verdiler. Hele Başbakan Erdoğan‘ın basılmadan el konan Ahmet’in kitabı hakkında “bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” sözü tarihe geçti.
Ama bugün yaşanan cemaat-hükümet savaşında, bazı siyasi iktidar sözcüleri ve onların destekçilerinin söyledikleri Ahmet’in kitabını bile sollayacak hâle geldi. Bu arada cemaate yüklenirken Ahmet-Nedim olayı da iktidar ehli tarafından gündeme getirilir oldu. Öyle ki Ahmet Twitter’dan “El ele verip bizleri hapse tıkan AKP ve cemaat ile yanaşmaları, şimdi kendilerini aklama aracı olarak da isimlerimizi kullanıyorlar. Pes!!!!” deme ihtiyacı hissetti. Haksız sayılmaz, bu gidişle Hanefi Avcı’nın kitabı polis okullarında mecburi okuma listesine alınsa şaşırmayacak durumdayız.
Nereden nereye?
Evet, çok acayip günler yaşıyoruz. Şunun şurasında daha birkaç yıl önce Gülen hareketinden “cemaat” diye söz etmek bile başlı başına özel yetkili savcıların kolları sıvamasına yol açıyordu. Hatta bu sorunun aşılması için “camia”, “Hizmet”, “Hizmet/Gülen hareketi” gibi yumuşak formüller geliştirilmişti. Şimdiyse varsa yoksa cemaat. Hatta Gülen hareketine mensup kişiler bile saldırıları cevaplamak için olsa da, kendilerinden “cemaat” diye bahseder oldular.
Görüldüğü gibi bir tabu yıkıldı. Yaşanan/yaşatılan onca mağduriyetin ardından Gülen cemaatine dokunmak, en azından bir süre için tehlikeli olmaktan çıktı.
Lakin bu durum aldatıcı. Çünkü ortada çok ciddi bir samimiyet sorunu var. Yaşanmış olan mağduriyetler giderilmediği müddetçe de bu sorunun aşılması mümkün değil.
Yarın da madalyonun diğer yüzünü, bir başka samimiyet sorununu, Gülen cemaatinin demokrasi ve başta basın özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlükleri savunmasını ele alalım.
Artık dokunabilirsiniz arkadaşlar!
Haberin Devamı