Büyük Alman yazar Heinrich Böll 1974’te bir romanla çıktı okurların karşısına: Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru. Romanın fonunda, Andreas Baader ile Ulrike Meinhof’un liderliğini yaptığı Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) adlı şehir gerillası örgütü ve ona karşı tüm Federal Almanya’da yürütülen insan avı vardı. O dönemde RAF ile ilgisi olduğundan şüphenilen ne kadar radikal sol eğilimli kişi ve kuruluş varsa sıkı takip altına alınmakta; tutuklulara son derece gelişmiş yöntemlerle psikolojik işkenceler uygulanmaktaydı ve kamuoyunun ezici bir bölümü de devletin bu baskı politikalarını sonuna kadar destekliyordu. Tabii basın da her zaman olduğu gibi başroldeydi!
Daha sonra filme de aktarılan romanun kahramanı Katharina Blum kendi halinde bir genç kadındır ve ilk kez tanıştığı bir erkekle tek gecelik bir ilişki yaşar. Büyük basın da bu adamın bir banka soyguncusu, hatta bir RAF üyesi olduğunu ileri sürerek birkaç gün içinde Blum’un hayatını cehenneme çevirir...
Aylin’in onuru
Burası Türkiye ve maalesef burada her gün yeni bir “Çiğnenen Onur” romanı yazılıp filmi çevriliyor. Örneğin eşim Müge (İplikçi), Vatan Gazetesi’ndeki ilk köşe yazılarından birinde Böll’ün kitabına referans vermişti. Bu sefer Blum’un yerinde gazetemizin internet editörü Aylin Duruoğlu vardı. Bir insanın, hayatında hiç tanımasa bile, Aylin’in tek bir fotoğrafını gördüğünde medyada onun hakkında çizilmeye çalışılan imajın yalan olduğunu anlaması için birazcık vicdan sahibi olması yeterliydi. Buna rağmen, sırf onun da dahil edilmiş olduğu polis operasyonuna halel gelmemesi için birçok yalan, çarpıtma haber üretildi ve bunlar bazı gazetelere manşet olabildi. Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında yazıp çizdiklerim nedeniyle hakkımda yürütülmek istenen kampanyalardan hareketle bu yazıyı kaleme almış değilim. Daha önce de Aydınlık Dergisi başta olmak üzere birçok “ulusalcı” çevre hakkımda bir sürü yalan uydurdu. Hatta Ergenekon tutuklusu Ergun Poyraz’ın, son kitabı “Takunyalı Führer”de de hakkımda atıp tuttuğunu duydum ve şaşırmadım. Bunun dışında Adnan Hoca (Oktar) grubu ile daha sonra Bağımsız Türkiye Partisi’ni kuracak olan Haydar Baş ve çevresi de beni yıldırmak için epey uğraşmışlardı. Tamamen bağımsız ve olabildiğince objektif bir şekilde, sadece vicdanımı dinleyerek gazetecilik yapmaya çalıştığım için maruz kaldığım bu saldırılar yüzünden onurumun çiğnenmiş olduğunu asla düşünmedim. Hatta tam tersine, başıma gelenlerden onur duydum. Bugün de aynı durum söz konusudur.
Toroğlu ve medyanın gaddarlığı
Bu yazıyı yazmamın asıl nedeni Arda Turan-Sinem Kobal çiftinin uğradığı çok büyük haksızlıktır. Çünkü Erman Toroğlu’nun, onun yakışıksız sözlerini maharetmiş gibi sayfalarına, ekranlarına taşıyan gazete ve televizyon kanallarının, bu iki genç insanın onurlarını alenen çiğnediklerini düşünüyorum.
Arda 23 yaşında, yani ben gazeteciliğe başladıktan iki yıl sonra doğmuş. Kıyaslama ne derece uygun düşer bilmem ama ben bugün Hanefi Avcı’nın kitabı hakkında yazıp çizerken başıma gelebilecekleri az buçuk kestirebiliyor ve bunlardan olabildiğince en az şekilde etkilenmek için birtakım önlemler alabiliyorum. Fakat Arda’nın başına gelen rahatsızlık nedeniyle ülkenin sözümona “en popüler futbol yorumcusu” tarafından bu şekilde gaddarca aşağılanabileceğini kestirebilmesi asla mümkün olamazdı.
Gerek Toroğlu, gerek onun sözlerini büyüten medya yöneticileri, gerekse “ne var bunda” diyerek pornografik bir iştahla bu sözleri dolaşıma sokanlar çok ama çok büyük ayıp ediyorlar.
Arda “Şerefsizlik diz boyu” demiş, sonuna kadar haklı.
Arda “Şerefsizliğe, ahlaksızlığa verilecek bir cevap yok” demiş ki haksız. Onun “şerefsiz”e “şerefsiz” demesi bile çok açık bir cevaptır.
Arda “Bu ülkenin durumu çok sıkıntılı” demiş, sonuna kadar haklı.
Arda “Bir şey yapamıyorsunuz” demiş ki haksız. Bence yapabileceği çok şey var. Örneğin ilk fırsatta Avrupa’da bir kulüpte oynayabilir.
Galatasaraylı olmama rağmen, Arda’nın onuruyla futbolunu oynayabileceği bir ülkeye gitmesini çok isterim.
Arda ile Sinem’in çiğnenen onurları
Haberin Devamı