Muhakkak birbirinden farklı kişi, çevre ve kurum hakkında söyledikleri ayrı ayrı rahatsızlığa sebep olmuştur ama İmralı tutanaklarının yayınlanmasının “deprem etkisi” yaratmasının esas nedeni Abdullah Öcalan’ın ruh hâli ve üslubu olsa gerek. “Ruh hâli”nden, Öcalan’ın hiç de yenik düşmüş, teslim olmuş, devletten aman dileyen bir hâlde olmadığını kastediyorum. Hatta tam tersine, seyrek de olsa tehdit etmeyi sürdürüyor. Üsluptan kastımın ne olduğu ortada: Öcalan bir peygamber edasıyla kendini merkeze yerleştiriyor; her şeye, kişiye ve olaya yukardan bakıyor, her şeyi en iyi ve en doğru bilme iddiasında; birçoklarının nerdeyse kutsal saydığı bazı kişi ve kurumlara yönelik altı doldurulmamış suçlamaları peş peşe sıralıyor...
“O hep buydu”
Aslında onun yazıp söylediklerini yıllardır takip edenler için İmralı tutanaklarında ortaya çıkan Öcalan imajı hiç de şaşırtıcı değil. Hatta internet üzerinden dolaşıma sokulan avukat görüşmeleri notlarındakinden daha mülayim; sadece konuşmayan, arada sırada karşısındakini de dinleyen; talimat dikte etmekten çok, bazı önemli kararları tartışmak isteyen bir Öcalan ile karşılaşmış olduğumuz bile söylenebilir.
“Peki rahatsız olanlar niye rahatsız oldu? Öcalan’ı onlar da bilmiyor muydu?” diye sorulacaktır. Tabii ki biliyorlardı. Örneğin dün çok sert bir yazı kaleme alan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı da “Apo’nun nutkuna şaşırmadım aslında. O hep buydu” diyor.
Öcalan metinlerini en iyi bilen isimlerden Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan bu durumu şöyle anlatıyor: “Öcalan’ın geçmişten bu yana sözlerini ve söylemlerini takip edenler bilirler ki, Öcalan vermek istediği mesajın önüne arkasına bir sürü şey ekler. Bunların birçoğu denge olsun diye söylenen veya karşı tarafı bir noktada tutmak için edilen laflardır. Öcalan, BDP’lilerle saatlerce bir sürü konuyu konuşmuş, bir sürü laf etmiş olabilir. Bunların ne kadarının doğru yansıtıldığı ayrı bir konu, ama önemli olan bunlar değil, Öcalan’ın hazırlayarak verdiği ‘taslak metin’dir.”
Sorumlu Öcalan mı?
Evet, şikâyet edenler de Öcalan’ı tanıyorlardı tanımasına ama yine de bir ölçüde değişmiş olmasını, değişmese bile gerçek hâliyle en geniş kamuoyunun karşısına çıkmamasını umuyorlardı. Galiba sorunun bam teli bu: Şöyle ki, Öcalan, BDP’li üç milletvekiliyle, medyada yayınlanacağını düşünmediği için rahat bir şekilde, hep sevdiği gibi daldan dala atlayarak konuşmuş olmalı. Zaten sohbette devletle sürdürdüğü görüşmelerle ilgili bölümlerin çoğunda fazlasıyla dikkatli, ılımlı bir dil tutturduğu görülüyor.
Sanıyorum BDP’lilerle bir sonraki görüşmesinde (tabii eğer olacaksa ki hükümetin tutanakların sızmasından BDP’yi sorumlu tutsa da, belki yine isimlerde oynayabileceğini ama görüşmelerin devamına onay vereceğini düşünüyorum) Öcalan da bu “özel sohbet”in medyaya sızmış olmasından rahatsız olduğunu dile getirecektir. Diğer bir deyişle onun da kamuoyunun karşısına çalışılıp hazırlanılmamış bir şekilde, en doğal hâliyle çıkmak istemediğini ileri sürebiliriz.
1993’te Lübnan’da ateşkes ilan ettiği basın toplantısına takım elbise ve kravatla çıkmış olması bu açıdan bir örnektir.
Toparlarsak: İmralı tutanakları, gösterilmek istenen değil de sahici Öcalan’ın, üstelik arzu edilmeyecek ölçüde erken bir zamanda ve denetimsiz bir şekilde yayınlandığı için bir tür infiale neden olmuşa benziyor.
Ancak Öcalan’ı bu çözüm sürecinin “başrol” oyuncularından biri değil de olmasa da olur bir “karakter oyuncusu” (eski tabirle “figüran”) gibi gösterme stratejisinin fazla yürümeyeceği de açıktı.
Aranan Öcalan, bulunan Öcalan
Haberin Devamı