‘Kürt sorunu herkesin'
Başbakan Erdoğan 2005’te Diyarbakır’da o ana kadar devlet yetkililerinden duyulmaya alışık olunmayan bir konuşma yapmıştı:
“Her ülkede geçmişte hatalar yapılmıştır. Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü ülkede pekçok zorluğun harmanından geçerek bugünlere geldik. O nedenle geçmişte yapılan hataları yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz. Büyük devlet, güçlü millet kendisi ile yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahip millet ve devlettir. İnanıyorum geçmişle yüzleşerek geleceğe yürürken geçmişin davaları ile geleceği ipotek altına almamak mümkündür. İlla her soruna bir ad koymak da gerekmez. Çünkü sorunlar hepimizindir. Ama illa ‘Ad koyalım’ diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur. Sorunların parça parça adresi olmaz. Bütün sorunlar Türk olsun, Kürt olsun, Çerkez olsun, Abaza olsun, Laz olsun bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur. Çünkü güneş herkesi ısıtır, çünkü yağmur herkes için rahmettir. Çünkü herkes aynı toprağın insanıdır, insanıyız, millet olmak işte budur. Bu sebeple ‘Kürt sorunu ne olacak?’ diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. Bu memleketin başka bir meselesini de bana soracak olsalar onlara da şunu derim, o mesele de herkesten önce benim meselemdir.”
Hükümet, “Kürt açılımı”nın startını Erdoğan’ın “beyaz bir sayfa açacağız” dediği aydınlarla yaptığı toplantıda verdi. 2005’in Ağustos’unda Başbakanlık’taki tarihi toplantıda masanın bir yanında aydınlar ve gazeteciler oturuyordu
Masanın karsısında ise Başbakan Erdoğan’ın danışmanları ve kurmayları yer aldı. Kürt sorununun tartışıldığı bu toplantının 6. yılında masanın her iki yanında yer alan isimler o buluşmayı ve son 6 yılda yaşananları değerlendiriyor
‘Atılan adımlara sevinmekle vakit geçirmeyelim’
Bildiriyi kaleme alan aydınlar arasında AKP hükümetine en kolay ulaşabilenlerden biri o tarihte Radikal’de yazan Milliyet yazarı Nuray Mert’ti. Buluşmada epey katkısı olan Mert süreci değerlendirdi
-O buluşma nasıl gerçekleşti?
Her şeyden önce AK Parti iktidarının Kürt meselesinin çözümünde bazı handikapları olabileceğini tahmin edebiliyordum. Yine de AK Parti milliyetçi-muhafazakar çerçeveden biraz sıyrılmıştı ve daha liberal bir yaklaşımı benimsiyordu. Biz de, o dönem, Kürt meselesi konusunda böyle bir imkan, olumlu bir hava sezdiğimiz için hükümetle ilişkiye geçmeyi düşündük. Ben çok aracı oldum. Çünkü o zamanlar arkadaşım olan çok insan vardı. Yokladık ve olumlu cevap aldık. Oldukça hızlı bir geri dönüş aldık. Sonuçta gayet olumlu bir toplantı oldu. Ardından bu tür temasları devam ettirelim istedik. Her dakika Başbakan’la buluşmak manasında değil tabii ki. Biz birtakım çabalar gösterelim, iktidar partisi içerisinde böyle bir imkan olsun istedik. Demokratikleşme talebi olarak benzer toplantılar yapabileceğimizi, partiyle birlikte hareket edebileceğimizi söyledik.
Bizler, o dönem, AKP’nin reklamını yapmakla suçlandık. Sonuç itibariyle biraz öyle olmuş oldu. Ama öyle değil. Ne yapılsa kârdır diye düşünüyorum. İktidar, muhalefet kim olursa olsun, bu tür görüşmeler olumludur. Ama bir sonuç gelmedi. Zaten bu tür süreçler hemen olmaz. Kaldı ki bu konu tek kişiden, Başbakan’dan ibaret değil. Küsme olamaz.
-Geçen 6 yılda Kürt sorununda neler değişti?
Hem iyi, hem kötü yönde değişimler yaşandı. Örneğin 6 yıl önce kendimi tehdit altında hissetmiyordum ama şimdi hissediyorum. Evet Türkiye’de daha çok şey konuşulabiliyor ama bunun maliyetini de düşünmek zorundayız. Kürt meselesini biz bu kadar çok konuşabiliyorsak bunca kaybın verilmiş olması yüzüdendir. Bu maliyetleri mi göze alacağız? AK Parti’ye haksızlık yaptığımızı söyleyenler var. Evet, 2005 adımı, o toplantı, ılımlı birtakım adımlar ve hatta hiç şans vermememe rağmen “Kürt Açılımı“nın telaffuz edilmiş olmasıyla AK Parti bir yol açtı ama ondan sonra o yolu o kadar kapattı ki!
Bazı şeylerin bugün telaffuz edilebiliyor olmasında AK Parti’nin eski statükoyu yıkmış olmasının rolü yok değil. Evet ama bununla yetinemeyiz. Her şeyi AK Parti’nin bu statükoyu yıkmasına bağlayamayız, bağlarsak önümüzü göremeyiz. AK Parti keşke bu önemli meseleyi çözmede başarılı olsa da bütün pirimleri kazansa.
Şöyle bir risk daha var: Yasal olmayan bir sür şey söylenebilir hale geldi. Örneğin Öcalan’la görüşülmesinden bahsedilemezdi, şimdi bahsediliyor. Ama bu iyi bir hal değildir, buna bel bağlanılamaz. Yasallık ile meşruiyet arasındaki makas bol miktarda açıldı. Bu size bir alan sağlayabilir ama yeni bir anayasayla bu makası kapatmak gerekir. Aksi takdirde ortam fazlasıyla yozlaşır ve keyfiliğe alan açılır. Örneğin mevcut terörle mücadele yasasını uygulasanız milyonları içeri almanız lazım. O yasa orda durdukça, siz konuşuyorsunuz, başkası konuşuyor bir şey olmuyor ama sokaktaki ensesinden yakalanıyor. KCK’dan belediye başkanı yakalanıyor. Bunun yasal zemini var. Bunun yolu da belli. Madem ki bunlar aşıldı yasal düzenlemeyi ona göre yaparsın.
Türkiye’deki demokratlar bu kadar eski vesayeti kaldıran, yıkmış bir sivil iktidardan bu kadar temel şeyleri değiştirmesini beklemiyorlar, talep etmiyorlar. Bunun nesine iyi diyeceğiz? Umutsuz, karanlık olan mesele bu. Her şeyi karanlık görelim demiyorum ama öyle pembe gözüken şeylerin arkasında çok karanlık bölgeler var. Bunlardan kurtulmayı hedefleyeceğiz. Bunların altını çizeceğiz, bunlardan bahsedeceğiz. Yasak olmaktan çıkan şeylere sevinmekle geçirmeyeceğiz zamanımızı. Böyle demokratikleşilmez.
‘Umutlar kesildi ki terör yeniden başladı’
6 yıl önceki buluşmada, o tarihte Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı olan Prof. Vahit Bıçak da yer almıştı. Halen Polis Akademisi’nde öğretim üyesi olan Prof. Bıçak, söz konusu buluşmayı ve aradan geçen 6 yılı şöyle değerlendirdi:
“O dönemde, Türkiye’nin insan hakları ve demokratikleşme odaklı bu temel sorununun çözüleceğine dair inanç ve olumlu bir beklenti vardı. Hükümet yeni bir hükümetti. Birçok şey yapmak istiyordu. Söylem ve eylem farkı yoktu. Söylemler, eyleme dönüştürülüyordu. Ama 6 yıl sonra, bugüne baktığımızda, o noktada, fazla bir ilerleme göremiyoruz. Bu çok üzücü bir gerçek. Demokratik açılım konusu, her yıl Ağustos ayında mutlaka gündemde oluyor. Ama sonuçları gördüğümüzde ve geriye baktığımızda, ben bunun bir halkla ilişkiler çalışması olduğunu düşünüyorum. Kamuoyundaki beklentileri karşılamak için, düzenli olarak tekrarlanan ve eyleme dönüşmeyen bir söylem. Çözüm için esaslı bir adım atılmadı. Söylemden eyleme geçilmedi.
2005’teki bu buluşma umut doğurmuştu. Şairler, yazarlar, üst düzey bürokratlar, siyasiler bir araya gelmişti. Büyük bir heyecan vardı. O dönem, terör de yoktu. İnsan haklarını, en öncelikli konu yapmıştık. Ben her hafta, Van’da, Diyarbakır’da, sokaklarda, kahvehanelerde, insan hakları konusunda broşürler dağıtıyor, posterler asıyordum. Terör olmadan, biz çözüme ulaşılabileceğine dair bir umut vardı. Olumlu bir beklenti oluşmuştu. Ama zamanla, insan hakları reformları önce durdu, sonra da geriye gitmeye başladı. Otoriter anlayış gelmeye başladı. Umutlar kesildi ki terör yeniden başladı.
O dönem, 2004 yılında, AB ile de tam üyelik için müzakereler başlamıştı. Büyük bir dinamizm, heyecan vardı. Zaman içerisinde bunlar söndü. Reformlar durakladı. Söylemler, eyleme dönüşmedi. Ve geriye gidildi. Siyasette söylem ve eylem farklılığı olabilir ama bu denli büyük bir farklılık, normal değildir.”
‘Hava kurşun gibi ağır görünse de barışa yakınız’
6 yıl önceki buluşmada yer alan isimlerden biri de Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’ydu. Karaalioğlu, altı yılda olumlu şeyler yaşandığı ve çözüme daha da yaklaşıldığı görüşünde
-6 yıl önceki buluşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kabul etmek lazım, önemli ve benzersiz bir tecrübeydi. On yıllara uzunan bir sorunun çözümünde paradigmanın dışında çözüm istikametinde cesur görüşlere sahip aydınların hükümetle masaya oturması, hükümet adına da bir yöntem arayışı olarak önemliydi. O görüşme Kürt meselesi tarihinde çözüm süreçleri açısından yeni bir başlangıç oldu. Devletin bu sorunla daha fazla gidemeyeceğine dair bir kanaati yansıttı ve umut yarattı. Elbette o gün çok iyimserdikÖ Çünkü sorunun çözümünün önünde engel olarak görülen ve hatta sorunu yaratan unsur “devlet”ti ve devletin adım atması umut vericiydi.
Bugün hâlâ iyimserim ve hatta devletin (veya hükümet) süreç içerisinde adım atmaya devam etmesi iyimserliğimi artırmaya devam da etti. Ancak sorunun tek tarafı yok ve geçen yıllar içerisinde bunu dramatik bir şekilde gördük. “Çözüme engel olan devlet” analizi, “çözüme engel olan Kürt siyasal elitleri” ile yer değiştirmeye başladı. Türkiye’nin çözümün aktörlerinin gerçek pozisyonlarını görmesi o buluşmanın başlattığı ve devamında “Demokratik açılım” olarak gelişen süreç sayesinde oldu.
- Konuya “barış” açısından baktığımızda, sizce, günümüzde mi yoksa 2005’te mi barışa daha yakındık?
Bugün barışa daha yakınız. Her ne kadar hava kurşun gibi ağır görünse de daha yakınız. Çünkü Türkiye barışı ve çözümü bulabilmek için muhakkak surette o süreçleri geçirmek zorundaydı ve geçirdi. Herkesin eli göründü. Kimin nereye kadar gideceği de, gerçekte kimin çözüm isteyip istemediği ve tarafların nasıl bir belgeye çözüm diyeceği de büyük ölçüde anlaşıldı. Bu, çözüm için en önemli adımdır. Taraflardan biri çözüme her şartta karşıyken öteki tarafın niyetini anlamak zordu. Şimdi kimsenin kimseyi kandıramayacağı bir seviyeye ulaşmış bulunuyoruz. Artık barış ve çözüm için söylenecek her söz daha gerçektir. Retorik dönemi bitmiştir. Yine bu süreçte atılan birçok önemli adımın da hedefe varmayı kolaylaştırdığını, en azından Kürt şahinlerinin elindeki kozları aldığını düşünüyorum.
-Bu geçen sürede sizde en çok hayal kırıklığı yaratan ve sizi en çok umutlandıran olaylar nedir?
En büyük hayal kırıklığım BDP/PKK ve genel olarak Kürt siyasal elitlerinin çözüm konusundaki isteksizliği ve hatta bazılarının sabote edici bir politika izlemeleri oldu. Demokratik adımlar atıldıkça bunları önemsizleştiren ve değersizleştiren bir tavır izlemeleri 2005’te tahmin edilebilecek bir durum değildi. Çünkü zaten devlet çözüm karşıtıydı ve sivil aktörler cari durumun tabiatı gereği sorgulanamıyordu. Devlet pozisyonunu değiştirince görünürde çözüm isteyen ama gerçekte buna karşı olan kesimlerin siyasal konumu da ortaya çıktı. Demokratikleşme arttıkça şiddetin artması ve Kürt siyasetine şiddet dilinin egemen olması; üstelik bunun bir siyasi sabotaj şeklinde tezahür etmesi acı ve yeni bir tecrübe oldu. Bu hayal kırıklığının o gün toplantıya katılan birçok aydın da dahil olmak üzere çözüm yanlısı kesimlerde yaşandığını gözlemliyorum. Bunca acı tecrübeye rağmen Kürt toplumu içindeki sağduyulu seslerin giderek artması ve ayrılıkçılığın ana fikir haline gelmemesinden umutluyum. Çözümün de buradan ilerleyeceğini düşünüyorum.
‘Bu sorun, iki konuşma, üç toplantı ile çözülemez’
Araştırmacı Tayfun Mater, 6 yıl önceki buluşma ve Kürt sorununun seyri hakkındaki görüşlerini şöyle özetledi:
Toplantı dışarıya, basına kapalı gerçekleştirildi. Bu şekilde olmasının daha uygun olacağını düşündük. Dışarıya kapalıydı ama her şey çok detaylı olarak konuşuldu, tartışıldı. Tartışma hiç olmadı. Biz anlattık, düşüncelerimizi ortaya koyduk, bürokratlar da dinledi, not aldı. Bunun ardından, Başbakan’ın Diyarbakır konuşması, beklenen ilgiyi görmeyince, bir anlamda bir fırsat kaçmış oldu. İlk kez bu kadar büyük adımlar atmaya karar verilmişti ama karşılık göremedi. Böyle olunca da, olumlu bir sonuç alınamadı. Ama buna rağmen, bu buluşmanın şöyle bir faydası var, ilk kez bu konuda, her türlü düşünce özgürce dile getirildi bizim tarafımızdan. Net olarak açıklandı o toplantıda. Ve bizimle görüşen bürokratlar da, ilk kez bunları duymuş, dinlemiş oldular.
Barışa 6 yıl önce mi yoksa bugün mü daha yakın olduğumuzu net bir şey söylemek zor. Hâlâ çok gergin bir ortam var. Sık sık acı haberler geliyor. Ama “tartışma” açısından çok büyük bir ilerleme var. Herkes, her taraf fikirlerini, düşüncelerini, isteklerini rahatça dile getiriyor. Demokratik özerklik gibi o zaman söylemeye çekinilecek birçok şey bugün konuşuluyor.
Bu sorunun, iki konuşma, üç toplantı ile çözülebileceğine inanmıyorum. Çok parçalı, karmaşık bir denklem. Çok değişkeni var.(Ruşen Çakır - Semih Sakallı)
Yarın: Ali Bayramoğlu, Osman Kavala ve Hakan Tahmaz Kürt açılımının 6 yılını değerlendiriyor.
'Altıncı yılında Krüt açılımı - 2
Haberin Devamı