Dün Diyarbakır Cegerxwin Kültür Merkezi’nde BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş malumu, yani Meclis’e döneceklerini ilan etti. Bu kararın milletvekillerinin ezici bir çoğunluğunu memnun etmiş olduğu net bir şekilde görülebiliyordu çünkü yine çoğunun Hatip Dicle olayı nedeniyle başlayan protestonun “boykot”a dönüşmesine sıcak bakmadığı, fakat partiye yönelik saldırılara birlikte karşı koyabilmek için eleştirilerini kendilerine sakladıkları biliniyordu.
Peki 1 Ekim’den itibaren bizi nasıl bir dönem bekliyor. Dünkü yazımda bunun hayli sert ve gerilimli olacağına dair birçok ipucu bulunduğunu yazmıştım. Dün önce Başbakan Erdoğan’ı televizyonda, ardından Demirtaş’ı canlı olarak dinleyince önümüzdeki yasama dönemine AKP-BDP çekişmesinin damga vuracağına bir kez daha kâni oldum. Erdoğan’ı ele alalım: Son dönemdeki tüm konuşmalarında olduğu gibi BDP ile PKK arasında herhangi bir ayrım yapmadı ve PKK’nın son saldırılarının hepsinden doğrudan BDP’yi, hatta dolaylı olarak bu partinin desteklediği bağımsız adaylara oy vermiş seçmenleri sorumlu tuttu. Kuşkusuz Erdoğan’ın dünkü konuşmasının en çarpıcı yönü Kürtleri PKK’ya karşı direnmeye çağırmasıydı.
BDP Eşbaşkanı Demirtaş da Kürtleri AKP’ye karşı direnişe çağırdı. Onun, “AKP’ye rağmen ve AKP’yi geriletmek için Meclis çalışmalarına katılma kararı aldık” sözlerinin bu yazının başlığına çıkmayı hak ettiğini düşünüyorum.
Karşılıklı hayal kırıklıkları
AKP ve BDP’nin bu karşılıklı meydan okuyuşları, “siyasette olur böyle şeyler” diye geçiştirilebilecek şeyler değil. Çünkü bu kapışmanın gerçek hayatta çok ciddi bir karşılığı var; her gün ülkenin dört bir tarafından ölüm haberleri geliyor ki bunların hatırı sayılır bir bölümü savunmasız masum siviller: Genç kızlar, hamile kadınlar, ana karnındaki bebekler... (Nitekim Demirtaş’ın dünkü konuşmasında bu sivil kayıplar geniş bir yer işgal etti. BDP Lideri bu ölümlerden duydukları acının altını birkaç kez samimi bir şekilde çizdi fakat bunlardan doğrudan PKK’yı sorumlu tutmadı.)
Normal şartlarda AKP ile BDP’nin kapışmasından, kısa vadede bir tarafın galip, diğerinin mağlup çıkması kolay değil. Dolayısıyla her iki tarafın da alabildiğine yıpranacağı ve hiçbirinin kârlı çıkmayacağı çetin bir süreç bizleri bekliyor. Hal böyle olunca bu kavga, içerde ve dışarıdaki “üçüncü şahıslar”ın, daha doğrusu “odaklar”ın işine yarayacak, dolayısıyla aynı odaklar tarafından iyice kızıştırılacaktır.
Şu soruyu duyar gibiyim: “Senin bu gördüğünü AKP ve BDP’liler görmüyor mu?” Galiba görüyorlar çünkü gerek başta Başbakan olmak üzere hükümet sözcülerini, gerek BDP temsilcilerini dinlediğinizde, her iki tarafta da tam bir hayal kırıklığı (hatta daha ileri gidip ihanete uğramışlık hissi) seziyorsunuz. Taraflar kalıcı çözüme doğru yol alan müzakere sürecinin sona ermiş (ya da kesintiye uğramış) olmasından muhataplarını sorumlu tutuyorlar. Demirtaş’ın dünkü konuşmasının çoğu AKP’ye yönelik bu tür suçlamalara ayrılmıştı. Onun şu sözlerini özellikle not aldım: “Bizim içimizde bir muhataplık sorunu yoktur. Ama karşımızda verdiği sözü tutabilen, tutarlı tek bir muhatap görmek istiyoruz.” BDP Lideri’nin bu sözlerini “Sayın Başbakan ne demek istediğimi anlar” diye bağlamış olması da epey anlamlıydı.
Tam da benzer bir suçlamanın hükümet tarafından Kürt siyasi hareketine yöneltildiğini biliyoruz. Örneğin PKK’nın Öcalan’ın sözünü bile dinlemediğinden yakınılıyor; birden çok PKK bulunduğu söyleniyor; BDP’nin diğer odakların yanında hayli etkisiz olduğu vurgulanıyor...
BDP grubu çatlar mı?
Evet PKK ve Öcalan’a kıyasla BDP’nin gücü çok sınırlı. Fakat devletin Öcalan ve PKK ile görüşmeleri durdurduğu bir ortamda Meclis’teki BDP beklenenin ötesinde fonksiyonel olabilir. Tek tek milletvekillerini ele aldığımızda BDP böyle bir misyonun altından pekala kalkabilirmiş gibi gözüküyor. Ne var ki bu derece güçlü, renkli ve farklı isimlerden oluşan Meclis grubunu her konuda “tek ses, tek nefes” tutmak kolay olmasa gerek. Nitekim Demirtaş dünkü konuşmasının son bölümlerinde, içlerindeki çokrenkliliği kendilerinin “yumuşak karnı” olarak görenlere seslendi ve “bizi çatlatmak isteyenler çatlayacak” dedi.
Demirtaş haksız olmayabilir. Çünkü Aysel Tuğluk, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan gibi son dönemde birilerinin hedef tahtasına yerleştirmek istediği isimlerle sohbet ettiğinizde, medya üzerinden genel olarak BDP’ye, özel olarak bazı milletvekillerine karşı yürütülen eleştiri/hakaret/saldırı kampanyalarının Blok milletvekillerini birbirlerine daha da yakınlaştırdığını ve kararlıklarını artırdığını görüyorsunuz.
“AKP’ye rağmen ve AKP’yi geriletmek için...”
Haberin Devamı