Başbakan Erdoğan TBMM’de partisinin milletvekillerine seslenirken kuliste kendisine yakın bir isimle kapatma davasını tartıştık. AKP’nin Anayasa’yı başkalarıyla ya da tek başına değiştirmeye çalışmayacağının netleşmesiyle birlikte tartışmamızın ekseninde şu soru vardı: Bu iddianame, bu Anayasa Mahkemesi yapısı ve bu savunma çizgisiyle karar nasıl çıkar?
O umutluydu, “devlet aklı”nın AKP’yi bir şekilde kapatmayacağına inanıyordu. Bense ortada “devlet aklı” diye bir şey olmadığını (veya kalmadığını) düşündüğüm için, eğer Mahkeme bugün karar verecek olursa kapatma ihtimalinin çok ama çok yüksek olduğunu söyledim. Ama hemen ekledim, “kapatılır demek, kapatılsın demek anlamına gelmez.” Yazılarımı ve yorumlarımı takip edenler bilir, dün RP ve FP hakkında yazıp çizerken de bu partilerin kapatılmasını hiç istemedim; herbiri kapatıldığındaysa samimi olarak üzüldüm. Ama şahsi görüş ve niyetlerim nedeniyle, bir gazeteci olarak gördüklerimi, duyduklarımı ve kimi zaman sezdiklerimi, çarpıtarak kamuoyuna aksettiremem.
Tekrar AKP’ye dönecek olursak: Kapatma davası benim için şaşırtıcı değil ama üzücü oldu. Çünkü dava açıldığı andan itibaren bu partinin kapatılma ihtimali çok yüksekti ve AKP’nin kapatılmasının hiç ama hiçbir açıdan Türkiye’nin hayrına olmayacağını düşünüyordum. (Neden böyle düşündüğümü kısmen daha önce yazdım, ama önümüzdeki günlerde gerekçelerimi uzun uzun kaleme almayı düşünüyorum.) Aradan geçen yaklaşık iki ayda bu duygularım zayıflamadı, tam tersine daha da güçlendi.
AKP demokrasinin neresinde?
Birçok kişinin bir dizi örnek verip “AKP’liler demokrat filan değil, niye onları savunuyor, onlar için üzülüyorsun?” diyecektir. Bunun için “AKP demokrasinin neresinde?” “Demokrasi konusunda samimi mi, yoksa bunu ’gizli emelleri’ne ulaşmak için araç olarak mı kullanıyor?” “AKP sadece kendisine mi demokrat?” “Kendi tabanının taleplerine (türban, imam hatip liseleri...) kulak kesilip diğerlerinkine sağır mı kalıyor?” sorularını cevaplandırmaya çalışmak iyi olacaktır.
“Takiyye” iddialarına hiçbir zaman pirim vermedim. Bana göre AKP’yi kuran kadro, o güne kadar “beşeri ideoloji” olarak görüp küçümsediği, en fazla bir araç olarak gördüğü demokrasiden başka sığınacak bir limanı olmadığını kavradı. Başlangıçta mecburen giydikleri demokrasi gömleğinin üzerlerine yakıştığını fark edince de çıkarmak istemediler. Ancak otoriter, hatta yer yer totaliter bir ideolojiden (Milli Görüşçülük) demokrasiye evrilmek o kadar da kolay bir şey değil. Yani AKP’lilerin demokratikleşme süreçleri halen sürüyor; daha katetmeleri gereken çok yol var. Nitekim liderleri Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin önde gelenlerinin demokrasiyi tam olarak özümseyemediklerine sık sık şahit oluyoruz. Son örneği de 1 Mayıs’taki polis zulmü.
Bir makalenin öğrettikleri
AKP’nin demokrasiyle ilişkisini tanımlamada, dün sabah İstanbul’dan Ankara’ya giderken uçakta okuduğum bir makale epey yardımcı oldu. Prof. Ümit Cizre’nin derlediği “Secular and Islamic Politics in Turkey: The Making of the Justice and Development Party” (Türkiye’de Laik ve İslami Siyaset: AKP’nin Oluşumu) kitabında (Routledge, 2008), Doç. Menderes Çınar tarafından kaleme alınan “AKP ve Kemalist İktidar Bloğu” başlıklı makaleden söz ediyorum.
AKP’yi en iyi tahlil eden siyaset bilimcilerden olan Doç. Çınar, AKP’nin demokrasi derken, seçilmiş siyasetçilerin atanmış iktidar bloğuna (establishment) karşı güçlendirilmesini kastettiğini, ancak devlet ile toplum arasındaki ilişkiyi dönüştürmeyi çok fazla dert edinmediğini söylüyor. Doç. Çınar’a göre AKP’de egemen olan “siyaset siyasetçilerin işidir” mantığı, Kemalizmin toplumun siyasallaşmasından hoşlanmamasıyla örtüşüyor.
Doç. Çınar, AKP’nin demokrasiden esas olarak seçimleri anladığını; toplumun örgütlenerek hak talep etmesi yerine “güçlü bir lider”in onları “kurtarması”nı esas aldığını söylüyor ve AKP liderinin toplumdan gelen eleştirilere tahammülsüzlüğünü buna kanıt olarak gösteriyor.
Bu makale 22 Temmuz 2007 seçimlerinden önce yazılmış. Ancak Doç. Çınar’ın tespitleri, Başbakan Erdoğan’ın Güneydoğu’dan gelen sivil toplum temsilcilerini neden terslediğini; sendikacıların 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrar etmelerinden neden rahatsız olduğunu; kendisini “1978’den beri hiçbir hükümet Taksim’i vermedi ki!” diye savunmasının neden geçersiz olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.
Sonuç olarak AKP’nin demokrasiyle sağlıksız bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Yazının başında sözünü ettiğim Erdoğan’a yakın isme de söylediğim gibi, AKP’nin demokrasiyle sorunlarının olması, ona yapılan ya da yapılmak istenen demokrasi dışı müdahaleleri meşru görmemize neden olamaz.
Ama sırf bu müdahaleler var diye AKP’nin anti-demokratik uygulamalarına sessiz kalmak; örneğin “Ergenekoncular Taksim’i kana bulayacaktı” masallarına inanmak ve polisin (İlhan Selçuk’a, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlere, Prof. Gencay Gürsoy’a...) zulmüne karşı çıkmamak da söz konusu olamaz.
Özetle AKP ve onun liderleri, siyaseti “atanmışların vesayeti”nden kurtarmak istedikleri ölçüde desteği; demokrasiyi kendi tekellerine alıp sınırlamak istedikleri ölçüde de eleştiriyi hak ediyorlar.
AKP’nin demokrasiyle sorunları olması kapatılmasını meşrulaştırmaz
Haberin Devamı