1 Mart 2003 tezkeresi olayından bir müddet sonra sohbet ettiğimiz AKP’li bir üst düzey isim “Eğer tezkere geçmiş olsaydı ne olurdu?” diye sorduğunda hiç tereddütsüz “Partiniz paramparça olurdu” cevabını vermiştim, o da onaylamıştı. O kritik dönemi tek parça olarak atlatmayı becermiş olan AKP’nin, yaklaşık 9 yıl sonra, hükümetten olmaktan devlet olmaya terfi etmiş bir haldeyken ve Kürt siyasi hareketini bir kenara bırakacak olursak, ciddi hiçbir muhalefete muhatap değilken, bölünmesi ihtimali üzerine yapılan spekülasyonlara, yazılan senaryolara “gerçeküstü” ya da “gerçekdışı” gibi sıfatlar bile hafif gelir.
Böl, parçala, yönet
Bu türden spekülasyonların kaynağında “AKP’nin alternatifi ancak AKP içinden çıkar” önermesi yatıyor. İlginçtir, bu önerme AKP’nin ilk kez tek başına iktidara geldiği 2002 Kasım seçimlerinin hemen ardından tedavüle girdi ve her geçen gün daha da güçlü bir şekilde Türk siyasi hayatına damgasını vurdu. Objektif olmaya çalışan bir siyasetbilimci, gazeteci ya da araştırmacı böyle bir önermenin doğru olduğunu söyleyebilir, ama AKP’ye muhalif olma iddiasındaki kişilerin stratejilerini bu önermeye göre şekillendirmeleri anlaşılır bir şey değil. Çünkü bu önermeyi kabul ettikleri andan itibaren kendileri “hiç” hükmündedir. Onların yapmaya çalıştığı, o klasik “böl, parçala, yönet” stratejilerini hatırlatıyor. Ama çok iyi biliyoruz ki AKP’yi ne bölüp parçalamaya, daha da ileri gidip bu parçaları yönetmeye ne güçleri, ne de yetenekleri elvermiyor. Hal böyle olunca, yenemedikleri düşmanlarının birbirlerini ye(n)melerini ümitsizce bekliyorlar. Üstelik rakiplerinin parçalanması halinde bundan kendilerinin kârlı çıkma ihtimalinin epey düşük olduğunun da farkındalar. Bu noktada MHP Lideri Bahçeli’nin AKP içinde kaos çıkma ihtimaline karşı çıkarak her açıdan doğru yaptığının altını çizmek gerekiyor.
Metal yorgunluğu
AKP’nin kendi kendisini tüketeceğini düşünenler (daha doğrusu umanlar) “metal yorgunluğu”na benzer bir şekilde yaklaşık 10 yıldır süren iktidarın AKP’yi yorup yıprattığını ileri sürüyorlar. Bu görüşün temelinde gerçekler değil temenniler yatıyor. Öncelikle bir siyasi iktidarın yorulması için onu yoracak güçte bir muhalefetin olması gerekir ki ülkemizde bu pek söz konusu değil.
Tam da bu noktada okurlara olağanüstü ilginç bir kitap önermek istiyorum: Ateş İlyas Başsoy imzalı “AKP Neden Kazanır? CHP Neden Kaybeder?”
Açıkçası başta bu kitaba önyargıyla yaklaştım. İlk sayfasında “Metin Lokumcu’ya adanmıştır. Onun hiç seçme şansı olmadı” ithafını, onun hemen altında Lenin ve Hz. Ömer’den birer alıntı görünce şaşırdım. Ama en büyük şaşkınlığımı, yazarın Antalya’da Prof. Musatafa Akaydın’a büyükşehir belediye başkanlığı kazandıran kampanyanın mimarı olduğunu öğrenince yaşadım. Başbakan Erdoğan’a 29 Mart 2009 akşamı “Çok ama çok anormal bir durum” diye değerlendirdiği bu seçim sonucu çoğumuz için sürpriz olmuş ama bunun nasıl olup da olduğunu pek merak etmemiştik. İşte bu kitap, CHP’nin “kendisine rağmen” AKP’yi hayli güçlü olduğu bir yerde yenmesinin pekala mümkün olduğunu bizlere çok net bir şekilde gösteriyor.
Hem AKP’yi, hem CHP’yi, dolayısıyla Türkiye’yi anlamada bir tür maden değerine sahip olan bu kitabı yarınki yazımızda daha geniş bir şekilde tartışacağız.
AKP’nin alternatifini AKP içinden çıkartmak mümkün mü?
Haberin Devamı