Ağrı’da, seçim kampanyasının son mitinginde Başbakan Erdoğan’ı dinliyorum. Birazdan kendisi kampanyanın son canlı yayınında, NTV’nin sorularını yanıtlayacak. 2004 yerel, 2007 genel, 2009 yerel seçimleri öncesinde ve son olarak 12 Eylül referandumu kapsamında NTV’de Erdoğan’a soru soran gazeteciler arasındaydım ve bunların hemen hepsinin ardından iki uçtan izleyicilerden, yani Erdoğan’ı seven ve sevmeyenlerden aynı anda, ama ayrı ayrı olumsuz tepkiler aldım. Sanırım bu sefer de öyle olacak çünkü Türkiye’de gazeteciliğe ve gazetecilere atfedilen anlamda çok vahim kaymalar yaşanıyor. Alabildiğine kutuplaşan ülkemizde bütün uçlar, gazeteciler ve medya kuruluşlarının taraf tutmasını dayatıyorlar. “Tarafsızlık” belli bir süredir “ayıp“, hatta “suç” gibi algılanıyor ve gösteriliyor.
AKP ve özellikle Erdoğan söz konusu olduğunda rakipleri sizden, kendi destekledikleri parti liderlerinin yapamadığını yapmanızı, onu sıkıştırmanızı, zor durumda bırakmanızı ve bu şekilde seçimlerin kaderinde, tabii AKP aleyhine etkili olmanızı bekliyor. AKP yanlılarının beklentisiyse Erdoğan’ı övmeniz, onun favori konularını “sorarak” kendisine gollük paslar atmanız. Yaklaşık bir saat sonra yayına gireceğim, Erdoğan’a neler soracağımı, kendisinden hangi cevapları alacağımı bilmiyorum ama bir kez daha iki kutubun birden öfkesini toplayacağıma eminim. Ne yapalım, işimiz bu!
Değişen roller
Bu seçim kampanyasının bence en ilgi çekici yönü CHP ve hatta MHP’nin, önceki kampanyaların aksine “laiklik”, “terör” gibi sert konuları geri plana itip ekonomik sorunları ve bunların çözümü için somut projelerini öne çıkartmaları; iktidar partisinin ve tabii ki özellikle Erdoğan’ın, kendi projelerine ek olarak ideolojik ve siyasi konuları gündemde tutmaya, buralardan hareketle polemikler yaratmaya çalışmasıydı. Yani rollerin değişmiş olmasından söz ediyorum. Öyle ki geçmişte Bahçeli ve hatta Baykal iktidar partisini, genel olarak Kürt siyasi hareketiyle, özel olarak PKK ve Öcalan’la işbirliği yapmakla suçlarken bugün tıpatıp aynı suçlamanın Erdoğan tarafından CHP, hatta MHP’ye yöneltildiğini görüyoruz. Hatırlayalım, Bahçeli 2009 yerel seçimleri öncesi Erzurum’da kürsüden Öcalan’ı asmak için ip fırlattığında büyük infiale neden olmuştu; bu kampanya dönemindeyse Öcalan’a idam konusunu sürekli olarak Başbakan ısıtıyor. Onun “Biz iktidarda olsaydık Öcalan’ı asardık” sözlerinin kolay kolay unutulmayacağını ve Kürt sorununun çözüm sürecinde sık sık karşımıza çıkacağını sanıyorum.
Başbakan caydı mı?
Bununla birlikte AKP liderinin Kürt sorununu çözme fikrinden caydığı iddialarına katılmıyorum. Evet Erdoğan gerek mitinglerde, gerek TV mülakatlarında Kürt siyasi hareketinin yasal, yarı-yasal ve yasadışı tüm aktörlerine, hatta bu harekete değil sempatik, empatik bakan aydınlara yönelik çok sert ve uzlaşmacı olmayan bir üslupla sesleniyor, daha açık söyleyecek olursak, onlarla kavga ediyor. Ne var ki bugün kavga ettiği kişi ve kurumları sürece bir şekilde dahil etmeden bu sorunun çözülemeyeceğini; bu sorun çözülmeden Türkiye’nin gerçek anlamda düze çıkamayacağını da çok iyi biliyor. Eğer bilmiyor olsaydı iktidarı çoktan kaybetmiş olurdu.
Hiç kuşkusuz bu kadar sert geçen bir kampanyanın ardından Kürt açılımının kaldığı yerden devam etmesi epey zor olacaktır; hele BDP’nin son derece iddialı ve güçlü bir grupla TBMM’de yer alacağı düşünülürse. Fakat öte yandan, Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin “özgürlükçü demokrasi” perspektifini esas almaya başlamasının ve Kürt sorununun çözümü için “her türlü bedeli ödemeye hazır” olduğunu ilan etmesinin, işleri umulmadık ölçüde kolaylaştırması da ihtimal dahilindedir.
Başbakan Erdoğan’ın kampanyanın ilk günlerinde dile getirdiği “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır” yaklaşımını, muhtemelen gelen tepkileri de göz önüne alarak büyük ölçüde değiştirdiğini görüyoruz. Örneğin dün Ağrı’da, tıpkı daha önce Van’da, Diyarbakır’da ve diğer bölge illerinde yaptığı gibi BDP’yi çok sert bir şekilde eleştirmeyi sürdürmekle birlikte Kürtlerin kimlik temelli talepleri üzerine hep pozitif mesajlar verdi.
Sonuç olarak, yapacağı “balkon konuşması”nda doğrudan Kürt sorununa ne ölçüde ve nasıl değinir bilemem ama 12 Haziran’dan sonra, en kısa zamanda Erdoğan’ın açılımı tekrar gündeme taşımasına muhakkak gözüyle bakabiliriz.
12 Haziran seçimlerinin Türkiye için hayırlara vesile olmasını, temel hak ve özgürlüklerin gelişmesine, demokrasinin ilerlemesine ve Kürt sorununun kalıcı ve barışçı çözümüne katkıda bulunmasını diliyorum.