Açılım gemisi İmralı açıklarında batmak üzere

Haberin Devamı

PKK yandaşları, bir yandan örgütün kuruluş yıldönümünü kutlamak, ancak esas olarak Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki yaşam şartlarını protesto etmek amacıyla Güneydoğu ve Batı’daki büyük şehirlerde sokaklara dökülüyor ve güvenlik güçleriyle çatışıyorlar. Bu gösterilerin DTP’nin kontrolü dışında, hatta “DTP’ye rağmen” yapıldığı düşünülüyordu. Fakat Genel Başkan Ahmet Türk önceki gün yaptığı açıklamayla olaylarda sorumluluk üstlenmemekle birlikte göstericilerin taleplerini sonuna kadar desteklediklerini açıklayınca Kürt siyasi hareketinde ayrışma bekleyenler hayal kırıklığına uğradı.

Ne var ki Türk’ün açıklamaları, DTP’nin, Kürt açılımı sürecinde inisiyatif alan değil kelimenin gerçek anlamıyla “sürüklenen” bir parti olduğunu bir kez daha gösterdi. Peki kim peşinden sürüklüyor DTP’yi?

Öncelikle, her geçen gün daha da radikalleşen ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu Kürt siyasi hareketinin kitle tabanı DTP’ye genellikle küçümseyerek bakıyor. DTP’nin sık sık sokağa da taşan tabandaki öfkeyi dindirebilmesi mümkün gözükmüyor; hatta bu öfkeden nasiplerini almamak için DTP yöneticileri söylem ve eylemlerini tabana göre ayarlıyorlar.

İkinci olarak PKK geliyor. DTP’nin tamamıyla örgütün ipoteği altında bulunduğu artık bir sır değil. Şu ana kadar, özellikle açılım sürecinde DTP’lilerin PKK’yı kızdıracak herhangi bir tutum ve davranışına tanık olmadık. Tam tersine Kürt siyasi hareketinin esas örgütlenmesinin partileri değil PKK olduğunu değişik vesilelerle tekrarladılar. DTP’ye ise, devlet ile PKK arasında bir tür arabuluculuk misyonunu uygun gördüler. Burada bir noktanın altını çizmek lazım: DTP’liler Kürt sorununun çözümünün gerçek, hatta tek muhatabı olarak devleti görüyorlar, toplumu, onun tepki ve beklentilerini önemsemiyorlar; en iyimser deyişle, geri plana atıyorlar.

Öcalan’ın şikayetleri

Son olarak tabii ki Öcalan çıkıyor karşımıza. PKK liderinin sadece DTP’yi değil, PKK’yı, genel olarak Kürt siyasi hareketini ve nihayet tüm Türkiye’yi bir nevi rehin aldığını söyleyebiliriz. Öcalan başlangıçta destek verir gözüktüğü (hatta nerdeyse kendisinin başlattığını ileri sürdüğü) açılımı 25 Kasım 2009 tarihi itibariyle tam anlamıyla sabote etti. Bu sabotaj sonucunda açılım treninin iyice rayından çıktığını söyleyebiliriz.

25 Kasım’da ne oldu? Öcalan o tarihte avukatlarıyla görüştü ve 17 Kasım’da nakledildiği yeni hücresini uzun uzun, alabildiğine ayrıntılı bir şekilde, kötüledi. İşte Öcalan’ın “ölüm çukuru” olarak tanımladığı yeni hücresi hakkındaki bazı sözleri: “Havasızlıktan dolayı sanki beynimdeki hücrelerin öldüğünü hissediyorum. (...) Burada yarı baygın bir şekilde, yarı ölü bir şekilde yaşamaktayım. Buna ne kadar dayanırım, ne kadar bu koşullar da yaşanır bilemiyorum. (...) Nasıl bir idam mahkûmu asılma sırasında can havliyle kasılır, son nefesini vermeden önce çırpınır, benim durumum da buna benzerdir. Biliyorsunuzdur, insan asılırken ilk verdiği tepki kasılmadır, vücut kasılmasıdır. Biliniyor, Saddam idam edilirken üç dakika içinde öldü. Benim buradaki durumum her gün onlarca kez bu şekilde idam ettirilme durumudur, koşuludur. Ben idamdan da korkmuyorum. Ben Saddam’ın yaşadığı üç dakikalık kasılmayı her gün yirmidört saat yaşıyorum. (...) Tabii ben burada her an ölebilirim. Benim ölümümün etkisi çok büyük olur, kaos olur. Ölümüm sonrası çok kanlı süreçler yaşanır ve büyük karışıklıklar olur. (...) Buradaki durumum biraz da benim genetik yapımla alakalı olabilir. Babam nefessizlikten öldü. Ben de burada nefessiz bırakılıyorum. Bu durum oldukça zorlayıcı. (...) İsa çarmıha gerilirken, eti paramparça edilirken bile üzerinde bu kadar oyun, bu kadar dalavere dönmüyordu. Ama benim üzerimde ise binbir türlü oyun oynanıyor. Bir sürü hesap, dalavere dönüyor.”

Tasfiye süreci

Tek başına bu anlattıkları bile taraftarlarının açılıma desteklerini çekmeleri için yeterli olabilirdi, fakat Öcalan, açılımı “tasfiye süreci” olarak tanımlayarak en öldürücü darbeyi indirdi. İlginçtir: 25 Kasım’da Öcalan, her zaman olduğu gibi yine kendisini merkeze alarak, önce kendisinin, ardından PKK ve DTP’nin tasfiye edilmek istendiğini ileri sürdü. Avukat görüşme notları internet üzerinden yayınlanır yayınlanmaz gerek DTP, gerek PKK, gerekse Kürt hareketinin tabanı, açılıma bakışlarını büyük ölçüde değiştirdiler ve Öcalan’ın “tasfiye” tespitinin üzerinden daha 10 gün geçmeden kendilerini bütünüyle sürecin dışına attılar. Peki buradan geri dönüş olur mu? Sanıyorum mümkün, ama bu Öcalan’ın şikayetlerinden vazgeçmesiyle olabilir.

DİĞER YENİ YAZILAR