Televizyonda DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün açıklamalarını dinlerken en çok “empati” sözcüğü dikkatimi çekti. Şöyle dedi Türk: “Bölgedeki gelişmelere objektif bir gözle bakılması ve bir empati kurulması durumunda halkın bu coşkusunun, yıllardır çekilen acılarla ve ızdıraplarla doğru orantılı olduğu görülecek ve kimse buna öfkeyle yaklaşamayacaktır.”
Önce “empati” kavramına bakalım. Sözlüklerde empati, “bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlaması” olarak tanımlanıyor. Hatırlarım, yıllar önce Trabzon’da farklı görüş ve eğilimlerden bir avuç insan, “Empati Grubu” adıyla bir araya gelmiş ve barış içinde bir arada yaşamaya katkıda bulunmak için çok yoğun ve etkili faaliyetler yürütmüşlerdi. Fakat bu kavramın henüz yeterince bilinmediğini, sık sık da “sempati” ile karıştırıldığını vurgulamak şart.
Herkes kendine empatik
Tekrar Türk’ün sözlerine dönecek olursak; DTP liderine sonuna kadar katılıyorum. Silopi’den başlayarak yapılan karşılama törenlerinden rahatsız olan bir vatandaşımız eğer Güneydoğu’da bir müddet kalmış ve yıllardır yaşanan çatışmayı bir de bölge insanının ağzından dinlemiş olsa eminim daha toleranslı ve anlayışlı olur; yaşananları “dünyanın sonu” olarak görmezdi. Gazeteci olarak bölgeye onlarca kez, hatta daha fazla gitmiş ve Kürt sorununun gelişimini adım adım izlemiş biri olarak söz konusu olayları anladığımı düşünüyorum. Dolayısıyla o gösterileri kesinlikle bir “şov” olarak görmüyorum.
Fakat orada binlerce insanın duygu ve coşkusunu anlayışla karşılamak, yaşananların “siyasi” açıdan baştan aşağıya yanlış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü ülkenin “Kürt olmayan kesimlerinin” hassasiyetlerini hiçbir şekilde kaale almadan, “yıllardır bu anı bekliyorduk” diyerek bayram havası yaratıldığında barışa değil çatışmaya hizmet edilmiş oluyor.
Ortada çok ciddi bir kriz var ve Türk’ün iddia ettiği gibi bunun sorumluları, sadece, zaten varolan milliyetçi duyguları alabildiğine provoke eden muhalefet partileri değil. Bu olanları hesaplayamamış olduğu ve kriz çıktıktan sonra apar topar açılıma ara verip “sil baştan yaparız” diye tehdit ettiği için hükümet de sorumlu.
Tabii bir de “Kürt siyasi hareketi” . Bu kavramı kullanmamın nedeni, DTP’nin uzun süreden beri “başrol” oyunculuğuna talip olmayıp alanı büyük ölçüde PKK ve Abdullah Öcalan’a bırakmış olmasıdır. Bu saatten sonra DTP’nin inisiyatifi istese de -ki isteyeceğini de pek düşünmüyorum- alabilmesi epey zor gözüküyor.
Evet krizin kaynağında “empati” eksikliği, daha doğrusu yokluğu var. Ancak gösterilerden rahatsız olanlar nasıl kendilerini Kürtlerin yerine koymak istemiyorlarsa, o şölen havasını yaratanlar da kendilerini ülkenin Kürt olmayan kesimlerinin yerine asla koymuyorlar. “Biz çok acı çektik” diye başlayan cümlelerle söz konusu kamuoyunu ikna edebileceklerini düşünüyorlarsa çok kötü yanılıyorlar.
Sağduyu ihtiyacı
Ağustos ayı sonunda Güneydoğu’da Kürtlerin açılıma nasıl baktığını anlamak için yaptığım gezide hemen hemen tüm muhataplarıma “ülkenin Batısındaki hassasiyetleri biliyor, bunları dikkate alıyor musunuz?” diye muhakkak sormuş ve açıkçası beni heyecanlandırıp umutlandıracak hiçbir cevap alamamıştım. O günden bu yana Kürt siyasetçilerin ve kanaat önderlerinin kendi tabanlarına yönelik bir “empati” çağrısı yaptığına da tanık olmadım.
Aslına bakılırsa bu krizden çıkmak pekala mümkün olabilirdi. Fakat bunun için birbirlerine sırtlarını dönmüş kanatların herbirine eşit ölçüde yakın (ve uzak) kişi ve kurumlara ihtiyaç var. Ne var ki Türkiye ne zamandır değişik konular etrafında kamplaşmanın alıp başını gittiği, tavır almak ile taraf tutmanın karıştırıldığı ve bütün bunlara bağlı olarak sağduyunun ortalıkta gözükmediği bir ülke haline geldi.
Yine de Kürt açılımı konusunda karamsar değilim. Neden iyimser olduğumu bir sonraki yazıda açıklamaya çalışacağım.
Acil olarak ‘empati’ aranıyor
Haberin Devamı