Ya ‘gizli’ basın sansürü ne olacak?

29 Temmuz 2012

Türkiye’de olaylar öyle garip, öyle anlaşılmaz, öyle ÇELİŞKİLERLE DOLU hale geldi ki aslına bakarsanız konuşmanın, yazmanın da bir anlamı kalmadı.. Eskiden iktidarların hatalı adımları, uygulamaları önce medya ve muhalefet partileri, sonra da halk tarafından denetlenir, milletin tepkileri görülür, cumhurbaşkanları “uyaran” konuşmalar yapar, eleştiriler ve tepkiler bu hataların düzeltilmesinde rol oynar, bu da olmazsa yargı işe karışırdı..Şimdi devletin üç erki; yasama-yürütme-yargı “tek elde” toplandığı, bağımsız bir yargı da yüksek mahkemeler dahil ortadan kalktığı gibi Cumhurbaşkanı her yapılanı, her kararı onaylıyor. Muhalefet partileri veya medyadan tepki gelecek olsa hakaretli cevaplarla o dakika susturuluyor, “halk” deseniz üç günde bir öne sürülen ve kimlerin yaptığı belirsiz (kuruluş isimleri bile bazen verilmiyor ama verilse de “tarafsızlığı, bağımsızlığı” gayet belirsiz) anketlerde “hiçbir hataya tepki vermez ve her karardan-uygulamadan hoşnut” görünüyor.. Bu durumda daha ne konuşulabilir, yazılabilir ki?Alan memnun, satan memnun görünüyorsa, gerisi de zaten ya susturulmuş veya sözü uyarısı umursanmaz hale getirilmişse neyi tartışacak, neyi (hele de konu özgürlükler ise) konuşacaksınız? Ama “adet yerini bulsun” diye hala yazılıyor, konuşuluyor işte..‘GERİ GİDECEK’ YER KALMADI..TBMM Uzlaşma Komisyonu 1 Ağustos’ta toplanarak partilerin “yeni anayasada temel hak ve özgürlükler bölümünde kalan maddeler” için hazırlanan öneri ve metinleri ele alacak deniyor.. AKP “basın özgürlüğünün sınırlandırılması” gerekçelerini daraltmış, basın özgürlüğü (!) sadece “kamu düzeni, başkalarının hak ve hürriyetleri ile genel ahlaka aykırılık” gerekçesiyle sınırlanabilecekmiş.Meclis Başkanı Cemil Çiçek “Genişletmeyi hedef alan bir anlayışla çalışıyoruz. Bu bakımdan basın özgürlüğü dahil temel hak ve özgürlükler geri gitmez” demiş. TBMM Başkanı iyi, güzel söylemiş de bu “temel hak ve özgürlükler”, bu “basın özgürlüğü” daha ne kadar geriye gidebilir ki zaten? Geride yer kaldı mı?TELEFON VE KİTAP!Hangi demokratik (gerçek demokrasiden söz ediyoruz tabii) ülkede toplum bırakın kendi arasında özgürce konuşmayı veya bir tepki gösterisinde bulunmayı, “telefonla dahi” konuşmaya korkar? Sanatçıları bile hak aradığında, eleştiri yaptığında ya hakarete uğrar veya işsiz kalır?Hangi demokratik ülkede gazeteciler, yazarlar “yazıları veya kitapları” nedeniyle tutuklanır ve sonra “tutuklanma nedenini anlayamadığı gibi, bırakılma nedenini de anlamadan” tahliye edilir? Hangi ülkede aynı gruptan birileri bırakılırken diğer gazeteciler “terörist” suçlamasıyla hapiste tutulur?Hangi demokratik ülkede “darbeciler, muhtıracılar” tutuklanmazken darbe faaliyetinde bulunduğunun kanıtları yıllar boyu gösterilmeden, bir darbe veya girişimi olmadan yüzlerce sivil ve asker keyfi şekilde tutuklanır? Tahliye istediklerinde gerekçe gösterilmeden, suçsuzluklarına dair delillere, bilirkişi-üniversite raporlarına bakılmadan, bilimsel verilerle suçsuzluğun ispatı umursanmadan “tutukluğunun devamına” denir? Hangisinde insanların “suçluluğu ispatlanana kadar suçsuz kabul edildiği” veya “iddia edenin ispatla yükümlü olduğu” şeklindeki hukuk kuralları tersine çevrilmiştir?KALDIRILAN HABERLER, PROGRAMLAR?Hangi demokratik ülkede siyasi baskı ve korkularla, medya patronlarına çıkarılan fahiş vergi cezalarıyla televizyonun en çok izlenen, reklam yağdıran “Haberler”i, haber programları bitirilir ve halkın tüm talebine, beklentisine rağmen (baskı nedeniyle) televizyon tarihinde görülmemiş şekilde gidecek kanal bulunmaz? Bu kadar çok sayıda gazeteci tutuklanır veya işini kaybeder? Hangisinde (ve bu ülkenin geçmişinde de) medyanın büyük kesimi bu günkü kadar “taraflı ve hatta siyasi militan durumunda” olmuştur..Şimdi tamam, hep beraber “üç maymunlar” oyununa katılmamız isteniyor ve durumlar doğal gösteriliyor da “din kardeşi”yiz samimi olalım, bu kadarı “basın özgürlüğünde geri gitmeme” masalı da yenir yutulur gibi mi artık?Uzlaşma Komisyonu ne yapacaksa yapsın ama bu açıklamaları yapmadan, dinleyenleri “saf” yerine koymadan yapsın, “saf” olmayanlara mevcut ortamda çok komik geliyor!*****PKK Suriye’de niyetini açıklamış!Halep bombardıman altında.. Esad rejimi muhaliflerinin Halep’i ele geçirmek üzere yaptıkları saldırılar sonunda Suriye ordusu da şehri bombalıyor, siviller ölüyor ve orada çok kanlı bir iç savaşın sürdüğü bildiriliyor.Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov “Halep’te yaşanan trajedide ‘Suriye rejimine karşı olan mücadeleye destek veren komşu ülkeler’in rolü olduğunu, bunun bedelinin ise daha fazla kan olduğunu” söylemiş. Burada komşu ülkeler çoğulu kullanılmış ama baktığınızda “muhalifler”i koruyup kollayan, silahlandıran Türkiye’den başka kimse görünmüyor ortada.. BM olaya bizim gibi aktif karışmıyor ve seyrediyor, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise dün hala “Birleşmiş Milletler’le görüşme yapmayı planladığını” söylüyordu. Davutoğlu Halep bombardımanı konusunda yalnızca Suriye rejimine yükleniyor ama Esad’ı destekleyen- Rusya’nın Bakanı Lavrov’un “muhaliflerin saldırısı sonucu bombardıman” ifadesi de maalesef göz ardı edilemez.YANLIŞ POLİTİKATürkiye’nin Suriye’deki iç savaşa müdahalesinin, açıkça muhaliflerin yanında yer almasının yanlış olacağı söylenmişti, öyle olduğu Halep bombardımanı konusunda da saklanamıyor.. Benim teyzem bir Suriyeli ile evlendiği için tüm ailesi Suriye’de.. Kuzenlerimin hepsi Şam ve Halep’te yaşıyorlar ve bu nedenle herkesten daha çok meraktayım, üzgünüm.Bununla birlikte Suriye’de olup bitenlerin, “PKK’nın Kuzey kentlerinin tamamında kontrolü ele alması”nın ülkem adına, daha da güçlenecek ve azacak teröristlerin karşısına çıkacak gencecik askerlerimiz adına en az onların hayatı kadar önemli sonuçlar yaratacağını düşünüyorum.DÖRT PARÇASI BİRLEŞMİŞ KÜRDİSTANBarzani’nin bir araya getirdiği ve Kürt bölgelerinde hakimiyet ilan eden Yüksek Kürt Konseyi üyesi Şeyhali “Türkiye’nin müdahalesi durumunda bölge kan gölüne döner” tehdidi savururken gelecekte olacakları da söyleyivermiş. Önce Türkiye’de yıllardır oynanan “Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmek” oyununun benzerini yutturmaya çalışmış, “Bağımsız Kürdistan” niyetini reddetmiş ama yalanı sürdüremeyerek kendiyle çelişkiye düşmüş.Diyor ki; “Kürtlerin elbette dört parçası birleşmiş, sınırların ortadan kalktığı bir Kürdistan hayali var. Bizim de böyle bir hayalimiz var ama şu anda böyle bir plan yapmadık”.. Hükümetin Suriye politikası tutmaz da PKK istediği başarıyı orada kazanırsa, sınırların ortadan kalktığı “dört parçanın biri” neresi olacak, iç savaş çıkarma sırası nereye gelecek, daha kaç gencimiz onların bu hedefi nedeniyle kaybedilecek, bunları derhal düşünmenin zamanıdır.Umalım da bu yanlışı düzeltme fırsatı hala mevcut olsun! (Meclis hala tatile girebiliyorsa onlara da helal olsun!!)

Devamını Oku

Havaalanında gözyaşları!

28 Temmuz 2012

Yazıma konu olan karşılaşma İstanbul Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşti. Tatile çıktığım gündü ve yazılarıma ara verdiğim için zaman geçti ama yazmadan olacak gibi değil.. Kafede bir şeyler içmek üzere ailece masaya oturmuştuk ki yandaki masada çocuklarıyla oturmakta olan anne kalkarak doğru bizim masaya yürüdü ve;“Affedersiniz rahatsız ediyorum ama sizinle mutlaka konuşmam gerekiyor Ruhat Hanım” dedi.. Yüzüne baktım, gözlerinde kırgın, üzgün bir ifade vardı, “buyurun lütfen, oturun, konuşalım” dedim.. Eşinin Balyoz davası kapsamında tutuklandığını ve 2 yıldır cezaevinde olduğunu söylerken gözleri yaşararak yan masada oturmakta olan oğlunu gösterdi;“O tutuklandığında küçük oğlum 10 yaşındaydı, şimdi 12 yaşında. Bakın havaalanında herkes tatile gidiyor, biz tatile değil Antalya’ya yurt dışından gelen ve artık dönecek olan kardeşimi görmeye gidiyoruz. Elimden geldiğince geciktirdim ama gitmeden görmemiz gerektiği için yola çıktık, buna rağmen suçluluk duyuyorum” deyince nedenini sordum.. Gözyaşları yanaklarından akmaya başladı..KOMUTAN NECDET ÖZEL!“O bu kavurucu sıcakta içerde haksız şekilde parmaklar arkasında beklerken İstanbul’dan ayrılmak bile bu duyguyu veriyor. Deniz kenarına gitmemem lazım” dedikten sonra nefes almadan devam etti; “Eşim 2001-2003 yılları arasında Harp Akademisi öğrencisiydi ve devre birincisiydi. O kadar yıl emek sarf etti, ödülünü alacağına başına bu geldi. Söz ettikleri ‘seminer’ 2003 Mart’ında yapılıyor, yani eşim hala öğrenci ve seminere katılmamış.. Buna rağmen onu tutukladılar. Bugünkü Genelkurmay Başkanı Necdet Özel o yıllarda Akademi Komutanı idi, onu kimse suçlamadı, bu nasıl bir çelişki, nasıl bir haksızlıktır..”ELLER VİCDANA..Konuşmada “eşi ve Balyoz soruşturmasında tutuklu diğerleri için öne sürülen iddiaların bulunduğu 11-16 nolu CD’lerin sahte olduğunun ispatlandığını, avukatlar ve bilirkişi raporları için ‘olmayan paralarıyla, ailelerinin yardımlarıyla’ emek verdiklerini ama hiçbirinin dikkate alınmadığını söylerken yine gözleri doldu. Yan masaya dönerek çocuklarının bunu fark edip etmediğini anlamaya çalışırken “yıllardır onlara karşı metin olmaya gayret ediyorum ama insanım sonuçta, dayanamıyorum artık” diye fısıldadı..Aynı anda ben de gözlerimin dolduğunu ve sesimin titremeye başladığını fark ettim, kendinizi benim yerime, ellerinizi yine vicdanınıza koyun, siz olsanız aynı şeyleri hissetmez miydiniz? Yüzlerce sivil ve askerin, gazetecinin, bilim adamının, milletvekilinin Balyoz, Ergenekon, Oda TV vs diye yıllardır özgürlüğü elinden alındı.. Çocuklarının büyüdüğünü göremediler, aileleriyle geçirecekleri yılları kaybettiler, eşleri-çocukları maddi manevi bunalıma sürüklendi, siyasetçiler, hakimler ve herkes yaz tatiline, bayram tatiline çıkarken onlar hücrelerde ömür tüketti..DEMOKRASİ DERSİ VERMEYİN ARTIK!Böyle bir hukuksuzluğa, haksızlığa daha ne kadar susulacak? Türkiye’de bunlar yaşanırken diğer ülkelere akıl vermeye, “Suriye’ye demokrasi gelmesini istiyoruz” demeye, hele de bu nedenle kendi güvenliğimizi büyük ölçüde tehlikeye atacak kadar öne atılmaya ne hakkımız olabilir?Necdet Özel o dönemde Akademi Komutanı olmasına rağmen onun Balyoz denilen seminerle hiçbir ilişkisi olmadığından emin olanların aynı dönemin öğrencilerini içeri tıkmaları ile “Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’ın Balyoz’dan haberleri bile olmadığının iddia edilmesi” arasında (Hilmi Özkök nihayet, bunca tepki ve askerlerinin çağrısından sonra) ifadeye çağrıldı, İlker Başbuğ ’u hapsederken 12 Eylül darbesini yapanların ve 27 Nisan muhtırasını verenlerin korunmaya alınması arasında pek fark yoktur bence..Tablo bu ise olay “darbe-muhtıra”, suçlu-suçsuz meselesi değil, canının istediğine dokunmayarak “istemediklerini” yıllarca cezalandırmak ve bunu da dünyaya “bakın orduyu nasıl da etkisiz hale getirdim” diye ilan etmektir. Ama daha önce darbeler oldu diye “darbeyle hiçbir ilgisi olmayan, demokrasiye saygılı, işinde gücünde” insanlara yapılan bu eziyetin günahı hiç de kolay temizlenmez.Hakkı hukuku da bırakın, “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” lafını unutmamak gerekir!*****Daha kaç Melek lazım?Ağrı’da cani bir koca, kayınvalide ve kayınpeder tarafından işkenceyle, aç bırakılarak, dayaktan aklını kaçırmasına neden olunarak öldürülen “ÇOCUK GELİN” Melek unutulamaz..AFFA UĞRAMAYACAK CEZAO katil üçlüye “ömür boyu ağır hapis” cezası verilmesi sağlanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde artık yargının, devletin “şiddete karşı” değil “yanında” olduğu düşüncesi iyice gerçeklik kazanacaktır. Yargı toplumun “devlet ceza vermediğine göre işimi kendim hallederim” noktasına geldiğini görmek zorundadır.SIĞINMA EVİSon yıllarda bu kadar çok gündeme getirilmesine, Kadın Bakanı Şahin’in bulunduğu toplantılarda defalarca tekrarlanmasına, son 10 yılda “gencecik yaşta yüzlerce Melek” canını yitirmesine rağmen gerekli sayıda “sığınma evi” neden açılmadı? Hatta neden “hiç” açılmadı?ŞİDDET İZLEME MERKEZİKadın sivil toplum kuruluşları özenle üstünde durduğu ve “acil” dediği halde, karar Bakanlar Kurulu’na gittiği halde “Şiddet Önleme ve İzleme” merkezlerinin açılması neden 2 yıl sonraya bırakıldı? Kadrolar çıkarılarak hemen açılması, en azından acilen “pilot il”ler seçilerek başlatılması çok mu imkansız, neden?İnsanı en fazla rahatsız eden şey böylesine dehşet verici cinayetlerle, terörle her gün gencecik fidanları kaybederken, toplum Ağrı’daki “Melek vahşeti” gibi olayları acıyla izlerken hala “Suriye’de Esad zulmü” diye tutturarak başımıza yeni çoraplar örmemiz ve kendi sorunlarımızı yok farz etmemiz.. Meclis en kısa zamanda “şiddet” ve “çocuk gelinler” konularını ele almak ve ağır cezaların verilmesini de sağlamak zorundadır. Yapmayacaklarsa çıkarsınlar katilleri halkın önüne, ne olacaksa olsun!

Devamını Oku

Melek öldüğünde yaraları kurtlanmıştı!

27 Temmuz 2012

Yazının başlığı sizi rahatsız mı etti? Benim kadar sizi de ettiyse çok memnun oldum, bilmenizi isterim. O çocuk yaşta gencecik kız feci işkencelerle öldürülürken bizler kim bilir neyle meşguldük, neye gülüyor, nerede tatil yapıyorduk.Bu ülkede kadına karşı şiddet hiçbir zaman ciddiye alınmadı, şovlarla, gereksiz konuşma ve vaatlerle zaman tüketildi. Her yıl ancak “bir savaşta verilecek kayıp” kadar kadın şiddetten öldü ama hiçbir hükümet ve biz önleyemedik, onları kurtarmak için hiçbir şey yapmadık. Gö-revi “çözüm bulmak” olanları buna zorlayamadık. UTANALIM HEP BİRLİKTE!Ağrı’lı Melek yasalara göre de çocukken, devlet bunu hala önlemediği için 16 yaşında evlendirilmiş. Kocası olacak yaratıkla onun anası ve babası tarafından sürekli şekilde dövülerek geçmiş günleri. 18 yaşına gelmeden hamile kalmış ve bebeğini “atıldığı sokakta karlar üstünde (eksi 30 derecede) ölü olarak” doğurmuş. Bu olaydan sonra şiddetin dozu öyle artmış ki aklını yitirmiş.. Allah’ım bu ne dehşettir, düşünebiliyor musunuz, hala çocuk yaşta ve dayaktan aklını kaçırıyor. Ailesi durumu anlayınca onu hastaneye yatırmış ama koca zorla eve döndürmüş. Ve sonunda kızın babasının polise şikayetiyle onu “altı ay aç bırakıldığı için 30 kiloya düşmüş ve tuvalete bağlanmış” vaziyette bulmuşlar.KOMŞU YOK, DEVLET YOK! Bu çocuğun çevresinde hiç mi olayı gören, hisseden birileri, hiç mi bir komşu yoktu? Devletin Ağrı’da bu durumda kadınlara, çocuk yaşta evlendirilen kızlara yardım edecek birimleri, sığınma evi neden yok? Devlet neden TRT’den ve tüm TV kanallarından sürekli olarak “şiddet gören kadınlara yol gösterecek” programlar yapmıyor? Temmuz başından bu yana 20 kadın öldürülmüş, Kadın Bakanlığı, Adalet Bakanlığı nerede, neyle meşgul?Ben söyleyeyim cevabı; hepsi tatildeler.. AĞLIYORUM, SİZ DE AĞLAYINKüçük Melek bacak ve kalçaları kireçlenmiş, vücudunda açılan yaralar kurtlanmış olarak bulunmuş, bir deri bir kemik halde.. Şu anda ağlıyorum ve biliyorum ki uzun süre ağlayacağım. Sadece o zavallı çocuğa değil, bu konudaki kendi çaresizliğime de ağlıyorum. Ülkem ve toplumum adına da ağlıyorum.. Hayatım boyunca “kadın ve çocuklara karşı şiddeti önlemek” için her yolu denememe, kendimi Meclis önünde zincirlemeyi bile denememe rağmen şiddet gazeteciliğe başladığım 25 yıl öncesinden en az yüz kat fazla ve hala hiçbir şey yapılmıyor. Kadınlara şiddet uygulayan ve hatta işkenceyle öldürenlere “en ağır cezaların verilmesi ve bunun duyurulması” bile sağlanmıyor.Normal bir ülkede Melek “kadına karşı şiddetin simgesi” olur ve tüm vatandaşlar, kadın-erkek o gün “daha kaç Melek ölecek, devlet neden kılını kıpırdatmıyor, kızlarımızın kadınlarımızın Suriye vatandaşları kadar önemi yok mu” diye sokağa dökülürdü. Ama biz okur geçeriz. Sonra da güler oynarız.. Yazının başlığı rahatsız mı etti, umarım etmiştir! *****Kala kala bir Türkiye kaldı! Vallahi ‘Bunları önceden söyledik ama sakalımız olmadığı için hiç dinlenmedi’ demekten başka elden bir şey gelmiyor.. Bırakın uyarıları dikkate almayı, uyaran gazetecileri neredeyse “vatan haini” ilan ettiler, sanki Esad Türklerin çok umurundaymış gibi halka “bunlar Esad yanlısı” diye şikayet ettiler. Ama dediklerimiz tek tek çıkıyor maalesef.. Arap ülkeleri başta olmak üzere diğer tüm ülkeler kendini öne atmazken ve Rusya ile Çin “Esad’ın arkasında olduklarını” açıklarken ve tüm siyaset bilimciler (ABD’li ünlü bir yazar da) Türkiye’nin bu savaşa karışmasının felaket olacağını söylerken biz Suriye’de Esad rejimi muhaliflerine kucak açtık. Onları silahlandırıp Esad’ın ordusuyla savaşlarında destekledik.. Buna karşılık Beşer Esad “Ben de PKK’yı desteklerim” dedi, dinlemedik.. Bu lafın arkasından yine çok sayıda askerimizin şehit olduğu PKK saldırıları yapıldı, durup düşünmedik..ESAD-PKK İŞBİRLİĞİNe alaka ise Suriye’ye saldığımız uçağımız düşürüldü, pilotlarımız şehit oldu ama biz (kendi terör sorunumuzla ilgili çözüm arayacağımıza, Suriye’deki muhtemel her gelişmeyi planlayacağımıza) aynı inadı sürdürdük.. Şimdi başımıza Kuzey Irak’tan sonra PKK’nın kök saldığı, “Büyük Kürdistan” hedefinin kolayca yayılacağı bir de Kuzey Suriye çıktı ve bize de “tehditleri sürdürmek, kuyruğu titretmiyor görüntüsü vermek” kaldı. “Esad’ın çekilmeden önce PKK’ya haber verdiği” söyleniyordu, dün Irak’taki bölgesel Kürt yönetimine yakınlığıyla bilinen Rudaw gazetesinde bu iddiayı doğrulayan bir haber yayınlandığı bildirildi.. PKK’nın Suriye yapılanması PYD ile birlikte hareket eden Kürt partisi oluşumu KNC’nin sözcüsü Brimo “Suriye rejimi Kürt kentlerinden hangilerini terk edeceğini önceden PKK’ya bildirdiğini, bu nedenle PYD’nin hemen bu kentlerde kontrolü ele alabildiğini” açıkladı.BAŞBAKANLIĞA VERİLEN RAPORBu arada güvenlik birimlerinin hazırlayarak Başbakanlığa verdiği raporda “PKK’nın Türkiye sınır boyundaki Suriye şehirlerinin tamamında kontrolü ele aldığı, haraç toplayarak eğitim verdiği” bildiriliyor ve Esad rejiminin “PKK’ya verdiği destek” de açıkça anlatılıyor. Bunların yanında sırtını sıvazlayıp durduğumuz Barzani’nin Suriye’deki Kürt kentlerinde “PKK ile KNC’nin yüzde 50-50 olacak şekilde yönetimi ele almaları” için onlara maddi-manevi destek verdiğini de öğreniyoruz.Yaptığımız uyarılar ve hatta son PKK saldırıyla ilgili sorduğumuz “Ya Esad’ın fikriyse, ya o kışkırttıysa” sorularının karşılığını da öğreniyoruz. Raporda Suriye’deki kamplardan Türkiye’ye geçen PKK’lılarca yapılan eylemler (25 Mayıs’taki Pınarbaşı Emniyet Müdürlüğü bombalı saldırısı dahil) tek tek sıralanmış.Barzani Suriye’de PKK’ya desteği babasının hayrına vermiyor tabii, PKK’yı güçlendirip sayısını Suriye’de kat kat artırdıktan, tüm Güney sınırlarımızı “Kürt devleti sınırı” haline getirdikten sonra Türkiye’nin karşısına ne gibi taleplerle çıkacağı malumdur.. Bütün bu gelişmelerden sonra, Suriye kentlerini PKK’nın ele geçirmesindeki rolümüzü de bilerek bizim hala “müsamaha etmeyiz, gereken herşeyi yaparız, herhangi bir saldırı olursa harekete geçeriz” gibi tehditleri sürdürmemizin ne anlamı var bilen varsa herkese anlatsın lütfen!

Devamını Oku

‘Cami dışında ibadethane olmaz’mış.. Demokrasi kalktı mı?

26 Temmuz 2012

Şimdi elimizi önce vicdanımıza koyalım ve hatırlayalım; “devletin tek bir dine ayrıcalık tanıyor olmaması veya bir dine ait devlet yapısı gibi görünmemesi” için getirilmiş olan laiklik kuralı gereği “sadece devlet alanlarında” dinsel simge ve kıyafet kısıtlaması sanki sadece “türbana yasak” gibi alındığında tartışma neydi? Bu tartışmalarda iktidar partisi de ne söylüyordu?“Herkes devlet alanında bile dini kıyafetini giymeli, din ve inanç özgürlüğü kısıtlanmamalı” diyordu değil mi? Sonunda bu tartışma bitti ve hatta türban bırakın okulları, çocuk yuvalarına kadar indi. Peki bu “din-inanç özgürlüğü” demokratik ve “insan haklarına saygılı” olduğu iddia edilen bir ülkede sadece biz Müslümanlar ve dahi sadece “Sünni”ler için mi geçerlidir? Bu mudur olay?Bakın neler oluyor ve bakalım daha neler duyacağız?NEREDEYİZ, BURASI TÜRKİYE Mİ?Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı; tüzüğündeki “Cemevlerini ibadet yeri olarak nitelendiren ifade” nedeniyle Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında kapatma davası açmıştı. Ankara 16’ncı Asliye Hukuk Mahkemesi ise bu davayı “Cemevleri yıllardır Alevilerin ibadet yeri olarak bilinmiş ve kabul görmüştür. Derneğin tüzüğündeki hüküm Anayasa’nın 2. maddesine aykırılık taşımadığı gibi kanunla da yasaklanmamıştır” kararıyla reddetmiş. Dava temyize gitmiş ve Yargıtay 7’nci Hukuk Dairesi de yerel mahkeme kararını (dikkatle okuyalım) şu gerekçeyle bozmuş;“Cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesi mümkün değildir”.. Nasıl yani demez misiniz? Burası “her din ve inanıştan vatandaşlara eşit haklar tanınan, bu maddeyi Anayasa’sına koymuş” Türkiye mi, yoksa kökten dinci, Sünni’lik dışında mezheplere bile hak tanınmayan bir İslam rejiminde miyiz? ÇELİŞKİ VE ANAYASA’YA AYKIRIBu karara göre Alevilerin ibadet yeri olan cemevleri “ibadethane” kabul edilmeyecek, Hristiyan vatandaşların kilisesi, Yahudilerin sinagogu edilecek mi? Onlarınki ediliyorsa cemevlerinin kabul edilmemesi gibi bir çelişki olabilir mi? Bunu nasıl açıklayacak Yargıtay?Konuştuğum hukukçuların görüşleri de bu yönde, Yargıtay’ın kararı Anayasa’nın “insanların inanç özgürlüğünün garantisi sayılan” laiklik ilkesi ne de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve AİHM kararlarına da aykırıdır. Yılların deneyimli hukukçusu ve insan hakları savunucusu TKB Başkanı Sema Kendirci; “Yargıtay’ın gerekçe olarak ‘Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanun olduğunu’ gösterdiğini, oysa cemevlerinin tekke ve zaviyelerle aynı sınıfta gösterilemeyeceğini, laikliğin Anayasa’ya ‘insanlar ibadethanelerinde rahatça ibadetini yapsın’ diye de konduğunu” söyledi.ULUSLAR ARASI KURALA UY!Kendirci “Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin ‘kişi hak ve özgürlükleri’ konusunda bir çelişki varsa uluslararası hukuk kurallarına uyma zorunluluğu vardır dediğini ve bu kararın uluslararası sözleşme ve mahkeme kararlarına aykırı olduğunu” vurguluyor. Mahkemeler neden Anayasa’nın 90’ıncı maddesine “süs” muamelesi yapıyor, neden yok farz ediyor anlaşılır gibi değil. Daha önce “çocuk tecavüzünde çocuğun rızasını araştırma” gibi olmayacak konularda da bu maddeye aykırı kararlar verdiler, oyuncak mıdır hukuk, yoksa yargıçların fetvalarına mı bağlandı?RUHBAN OKULU KONUŞMALARIBırakın her şeyi bir yana, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması tartışmasının temeli de aynı konuya dayanıyor. Daha kısa süre önce, 9 Temmuz’da Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Patrik Barholomeos ile görüşmesi sırasında “Herhangi bir dini topluluğun din adamlarını başka ülkelerde yetiştirmek bu ülkenin büyüklüğüne yakışmıyor” demedi mi?Peki Ruhban Okulu’nun açılmaması “yakışmıyor” da, Alevilerin cemevini ibadethaneden saymamak, derneklerine sırf bu yüzden kapatma kararı çıkarmak çok mu yakışıyor?Hukukçular “Ankara 16’ncı Asliye Hukuk Mahkemesi kararının doğru karar olduğunu ve kararda direnmesi gerektiğini” bildiriyor. Bakalım Yargıtay’ın “sonuçta demokrasiye aykırı”, yanlış kararı önlenebilecek mi?Not; Ben her konuda “çoğunluğun” veya “gücü elinde tutanların” azınlığa veya daha güçsüz olanlara hükmetmesine (hayvanlara eziyet dahil) büyük tepki hatta artık nefret duyuyorum. Bu hiç değişmeyecek mi Türkiye’de? *****Koç’ların geleneksel iftar yemeği! Salı akşamı Kuruçeşme Divan’da Koç ailesinin büyüğü rahmetli Vehbi Koç zamanından beri yapılan geleneksel iftar yemeğindeydim. Her yıl giderim ama bu yıl Divan’ın yemeklerinin ve servisinin daha da kusursuz hale geldiği görülüyor, bunu söyleyince karşımda oturan Mustafa Koç “tüm Divan’larda yenilenme yapıldı, ciddi çalışma yaptık, yerli-yabancı en iyi şefleri getirdik, hepsini farklı bulacaksınız” dedi. Bir hoca tarafından yapılan Ramazan konuşması, okunan dua, “Çiçek Kızlar” grubunun klasik Türk müziğinden seçme sevilen şarkılarıyla, lezzetli iftarlıklar ve yemeklerle tam bir “eski Ramazanlar nostaljisi” yaşattılar doğrusu.. Zengin menüsüyle Kuruçeşme ve Elmadağ Divan’da iftarı İstanbul’lulara da önerirken bir yemek uzmanı kadar usta olan Semahat Arsel’in tarifiyle yapıldığını sonradan öğrendiğim “elmalı kabak çorbası”ndan söz etmeden geçemeyeceğim.. Hafif mayhoş tadı ve yeşil rengiyle benim önce “brokkoli” çorbası sandığım çorba; üç kabak (balkabağı değil, yeşil kabak) ve bir yeşil elmayı tavuk bulyon eklenmiş suda haşlayıp dereotu ilave ettikten sonra blendırdan geçirerek yapılıyormuş. Hemen denemeyi düşünüyorum, yemek meraklılarına da duyurayım dedim.

Devamını Oku

Şehit anaları daha ne kadar ‘dik’ duracak?

25 Temmuz 2012

Arka arkaya, aralıksız olarak şehitler vermeye devam ediyoruz. Hain teröristlerin meydanı boş bulması sonucu yaptıkları kanlı saldırılarda değilse “aslında üzerimize vazife olmayan” Suriye’de, orada değilse “helikopter kazası”nda, o değilse mayına basarak veya uzaktan kumandalı bombalarla araçların içinde.. Ama bir şekilde “aralıksız” olarak..Suriye’de iç savaş yayılarak ve şiddetin dozu artarak sürüyor.. Amerika’sından Avrupa’sına, Birleşmiş Milletler’den Suriye’yle Türkiye’den çok daha yakın ilişkideki Arap ülkelerine kadar ortada “bizden başka” kimse yok.. Suriye’de Türkiye’nin Güneydoğu sınırına yakın bölgelerdeki Kürtlerin yönetime el koyarak başlattığı isyanlar devam ederken Türkiye de sınıra yüzlerce araçla asker sevki yapıyor..ATEŞİN İÇİNDE BİZ..Diğer ülkeler ve BM toplantılarla zaman geçiriyor, ağırdan alıyor, kendi askerini ateşe atmıyor ama biz ilk günden beri o kadar angaje olduk ki adeta Suriye sorunu bizim en önemli sorunumuz haline geldi, bizim askerlerimiz “savaş tehlikesi” altına girdi, Esad’a karşı muhalifleri desteklememizle ortamın müsait hale gelmesi sonucunda “PKK’nın Suriye’de kentleri ele geçirmesi” Türkiye’deki PKK terörü ve “bağımsız Kürt devleti” gayretlerine de daha uygun ortamı hazırladı..Bunlar önemli değilmiş gibi hala gözü kapalı şekilde “Esad devrilirse Türkiye’nin başarısı olur” umuduyla ateşe doğru yürümeyi sürdürüyoruz. Esad devrilene kadar ya daha çok şehit verirsek, yine “çocuk yaşta, henüz yetişkin hayatına bile başlamamış, ana kuzusu” gençlerimiz kurşunların hedefi olarak hayatını kaybederse? Ya bir gün içinde Suriye’ye geçen binlerce Kürt askeri gibi binlercesi bizim sınırlarda da daha büyük sorunlar yaratırsa? Bunlar hesaplanıyor mu, o gencecik askerlerin hayatı önemseniyor mu yoksa olay anlık politikalarla mı gidiyor orasını bilen yok..‘SİZ RAHAT UYUYUN DİYE..’Şehit cenazelerinde Hükümet üyeleri de bulunuyor, cenaze törenlerinin haberleri çıkıyor ama sonra Türkiye’deki terör sorunu, askerlerimizin yüzlerce, binlercesini kaybetme konusu rafa kaldırılıp Suriye’den söz ediliyor. Gündemi Suriye kaplıyor.. Adeta topluca “idrak yolları enfeksiyonu”ndan muzdarip haldeyiz..‘ÖLMEME GÖZ KAPATIP..’Şırnak’ta teröristler tarafından şehit edilen 27 yaşındaki Uzman Çavuş Cevdet Deniz Özdemir’in şehit olmadan birkaç gün önce 25 Haziran’da facebook sayfasında paylaştığı sözlere dikkat ettiniz mi, yoksa o da öylece okunup geçildi mi? Diyor ki; “Benim ödediğim vergilerle lüks arabalarla gezip benim ölmeme göz kapatıp öldürmeme izin vermeyen zevat artık uyanın.. Sen rahat uyuyasın diye sırtımda 40 kilo yük, aklımda vatanım dağlarda geziyorum”..HÜKÜMETİN ASIL SORUNU!Nur içinde yatsın, genç şehit Cevdet Deniz Özdemir’in yazdıkları hiç şüphe yok ki terör mücadelesi için katil gruplarının önüne sürülen askerlerin büyük çoğunluğunun duygularıdır.. Şehirlerde, sahillerdeki halkın yaşantısına bakınca o askerlerin bu halkı korumak için gövdesini siper etmesi ve sonunda şehit olması sanki sadece bir TV ya da gazete haberinden ibaret.. Sanki Türkiye’de herşey güllük gülistanlıkmış, başta terör olmak üzere en dehşet şiddet olaylarıyla her gün yüzlerce can yitirilmiyormuş, sanki Hükümet’in öncelikli sorunu ve toplumun öncelikli talebi bunları önlemek değilmiş gibi..Şehit Çavuş’un sözlerinde kastettiğinin ise “herşeye boşvermiş, alışmış” görünen ve hayatını aynen sürdüren halktan önce Hükümet ve Genelkurmay olduğu görülüyor.. Terör mücadelesi için Güneydoğu’ya gönderilen asker o mücadeleden değil, “ateş açan teröriste bile karşılık vermesine izin verilmemesinden” rahatsız, onun acısını çekiyor. O nedenle “kendi hayatını yitirme” endişesini haklı olarak taşıyor. Düşünün bir gün önce diğer gençler gibi facebook’ta ertesi gün kahpe kurşunlarla şehit.. Buna yürek dayanır mı?ASKERE YASAKLANAN NE?Dayanmaz dostum dayanmaz.. Ama buna rağmen aileleri hem o şehidin babası gibi “vatan sağolsun” demeye, hem aynı çatışmada şehit düşen Piyade Uzman Çavuş Hasan Erzi’nin 7.5 aylık hamile eşi Sultan Erzi gibi “Ne bağırıyorsunuz? Bağırıp da hainleri, şerefsizleri sevindirmeyin. Dik durun” demeye devam ediyorlar..Peki bu aslan yürekli, kahraman insanlar ne zamana kadar dayanılmaz acılara “dik durmak” zorunda kalacaklar? Aynı tablonun, farklı ailelerle kaç yıldır sürdüğünün farkında mıyız, daha ne kadar? Ateş ne kadar “düştüğü yeri” yakacak ve milyonlar buna göz kapatacak? Suriye neden ve ne hakla bu meselenin önüne geçiriliyor ve üstüne üstlük PKK’nın palazlanmasına neden olacak adımlara Türkiye yardımcı oluyor?27 yaşındaki şehit Cevdet Deniz’in söz ettiği “askerin öldürmesine izin vermeme” olayı nedir?AÇILIM VE ANAYASA MI?Yoksa bütün bu terör cinayetlerine, verilen onca şehide rağmen “PKK’ya ayıp olmasın”, “Aman İmralı’da yatlarla gezen, misafirhanelerde konuk edilen Öcalan’ı kızdırmayalım”, “Yeni Anayasa’da istediklerini sağlayana kadar göz yumalım” diye mi? Yoksa “Batı” mı kızar askerler teröriste karşı kendini korursa? Veya Barzani filan bozulur da Kuzey Irak’ta bizim iş adamlarının başladığı işlere mi zarar gelir?Bu şehit mektubunda yazılanların Genelkurmay ve Hükümet tarafından açıklanması gerekiyor. Gerçekleri öğrenmek, şehitlerinin neyle karşılaştığını, diğer gencecik askerlerin hangi şartlarda ateş altına gönderildiğini bilmek toplumun hakkıdır. Öcalan’ın hangi şartlarda hapsedildiğinin hesabı bile soruluyor ve veriliyorsa bu derhal verilmelidir!

Devamını Oku

Huzurlu yaşıyor ‘muş gibi’ yapmak!

23 Temmuz 2012

İşte döndüm.. Yok yok öyle “garip, beklenmedik” bir dönme değil benimki, o asla olmayacak.. Yazmaya döndüm sadece.. Doğrusunu isterseniz insan uzun süre her haberi izleyerek, en çözümsüzlerini yorumlayarak aylar geçirdikten sonra tatile çıkıp haberlerden, olup bitenlerden biraz uzaklaşınca “yeniden doğmuş gibi” oluyor.. Meğer hayat ne güzelmiş, havanın, güneşin, denizin tadını çıkarmak, canın istemiyorsa ilgilenmemek, “olanlar hiç olmuyormuş, insanların huzur bulduğu normal bir ülkede yaşıyormuşsun gibi” davranmak ne hoşmuş diyorsunuz..Elbette aldatıcı ve uzun zaman dilimleri söz konusu olduğunda “bilinçli vatandaşlar”ın yapamayacağı bir durum bu ama kısa süre için harikaymış söyleyeyim..KENDİLİĞİNDEN DÜŞEN UÇAK!Sizden uzak kaldığım süre içinde aynı çemberin içinde döndü durdu Türkiye.. Yine şehit haberleri geldi, yine şehitlerin geride bıraktığı küçücük çocukları ağlattı ve bu haberler gazete ve TV’lerde “sıradan haber” gibi verildikten sonra yine unutuldu.. Suriye’de düşerek pilotlarının şehit olmasına neden olan ve anında Hükümet tarafından “kesin Suriye tarafından düşürüldü” açıklaması yapılan, Suriye’nin de bunu onayladığı uçak birdenbire “düşmemiş, düşürülmemiş ve dahi üzerinde bir iz bile bulunamamış” oluverdi.Böylece “Türkiye’de zaten teröre bunca şehit verirken, kendi sorunumuzu çözmek yerine neden Suriye’de saf kapmaktayız, uçağımızın orada ne işi var, bizimle direkt ilgisi olmayan bir savaşın içine dalıp neden şehit veriyoruz” diyenler rahmetli Özal’ın deyişiyle “kıç üstü oturdular”..TÜRKİYE SUÇLANIYORDaha sonra Şam’da Esad’ın 4 kurmayını öldüren bombanın İsrail tarafından yerleştirildiği iddia edilse de Türkiye başından beri Esad muhaliflerine açık destek verdiği için onların yanında “suçlanan ülkeler” arasında yer aldı. Şam’daki bombayla aynı gün Bulgaristan’ın Burgaz kentinde bir otobüste intihar saldırısıyla patlatılan bomba ise 5 İsrailli turist ile bir Türk şoförün ölümüne neden oldu..PKK İYİCE GÜÇLENİRSE..Bu tablo “bundan sonra terörün ne yöne kayacağı, kaydırılacağı” konusunda yeterince endişe vericidir zaten ama bu arada “Türkiye’nin desteklediği muhaliflerin sıkıştırdığı Esad”ın Türkiye ve Irak sınırında kontrolü kaybetmesiyle Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerinin PKK’nın eline geçmesi bu endişeyi en azından “beşle çarpmak” anlamına gelir. “Suriye’deki savaşa müdahil olmak Türkiye için felaket olur. Kendi bölünmesini sağlar” diyen ABD’li yazarı, siyaset bilimcileri dinlemedik tam gaz devam ettik ve gelişmeler hiç de olumlu değil, Hükümet ise hiçbir sorun yok havasında başka konularla meşgul. Umalım da “bizi fena halde pişman edecek” olaylar yaşamadan bu süreç atlatılsın..AB DEMOKRASİYİ NE SEVERMİŞ AMA..Olaylara en tarafsız gözle baktığınızda yine bu süre içinde “3’üncü Yargı Paketi” ile ülkücü cinayet hükümlülerinin cezaları bitmeden serbest bırakılması sağlanırken kimseyi öldürmemiş, hiçbir şiddete başvurmamış, birilerinin “iddiaları” üzerine yıllardır mahkum hayatı yaşatılan gazeteci, bilim adamı, milletvekili siviller ile askerlerin, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un tutukluluğundaki inanılmaz ısrar akıl alır gibi değil. Bırakılan ülkücülerden biri “Referandumda Evet diyen herkese teşekkür” etmiş, Evet diyenler de kendilerine bir “bravo” çekmişlerdir herhalde.. Bak yargının “tarafsız” olmasını nasıl sağladılar(!). Öyle ki Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bile “yargının tarafsız olmadığını” itiraf ediyor.Bu durum, yıllardır Türkiye’yi canı istediği zaman “demokrasi” masallarıyla baskı altına alan, Anayasa Mahkemesi’ne bile ağzına geleni söyleyen, raporlar dizen AB’nin oynadığı “üç maymunlar” rolünü de açıkça ortaya koyuyor. Referandumda da “kendi ülkelerinde izin vermedikleri” bir yargı operasyonunu açıkça dışarıdan destekledikleri için Türkiye’nin boğuştuğu yargı sorununun bir numaralı sorumlusudurlar. Ve arada bir okudukları gazeller dışında hiç de rahatsız değiller.Bu nedenle raporlarında “yargının tarafsız olması” konusunda yazdıkları maddeler artık komedidir.AİLE BOYU ŞİDDETİsterdim ki güzel olayları yazayım başlarken.. Ama bütün bu sorunların yanında “birçok kişiyi yaralayan, cinayet işleyen adamın tahliye edildikten sonra da çocuklarının önünde karısını 50 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü, 5 kişinin üniversite öğrencisi kızı kaçırıp tecavüz ettiği, boşanmak isteyen kadın polis memurunun komiser kocası tarafından meslektaşlarının önünde öldürüldüğü, kocasından-sevgilisinden ayrılmak isteyen kadınların vahşetle karşılaştığı, trenin kapılarını kontrolsüzce kapatarak akademisyen Ebru Gültekin’in ölümüne neden olanların ceza almadığı”, devletin vatandaşlarını koruyamadığı halde bir de üstüne “cinayet işleyenleri, tecavüzcüleri serbest bırakarak yeni cinayet ve tecavüzlere zemin hazırladığı” ülkede nasıl mümkün olacak ki bu?Adeta “koyver gitsin, ne olacaksa olsun” anlayışıyla yuvarlanıp gidiyoruz, bakalım nereye kadar?*****CHP’de damga dönemi!Kurultaydan yeniden genel başkan olarak çıkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu kutlarım, partisinde kaos yaratmaya hevesli bunca isim varken, bu kadar sık yapılan kurultaylarda hep aynı başarıyı göstermek küçümsenmeyecek bir güçtür. Ama.. Epeyce “ama” var..Her ne kadar partiye alınan veya alınmayan isimlere bakarak “o parti neden kazanır, bu parti neden kaybeder” tahminleri yazma merakında değilsem de birçok köşede yazılanların aksine Kılıçdaroğlu’nun aynen bundan önce birçok başka liderde görüldüğü gibi “öne çıkan veya çıkma ihtimali olan isimlere alerji duyduğu” gibi bir tablo yaratıldığını düşünmüyor değilim.Evet CHP’de Baykal ve ekibinin engellemeleri önlenmeliydi, her fırsatta karışıklık yaratanlar etkisiz hale getirilmeliydi ama bu “ikinci adam olmayacak” projesinin pek ustaca yapıldığını hissetmiyorum ben.. PM’ye alınmayan bazı isimler ciddi soru işareti doğuruyor. Mesela; Atilla Kart Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığından önce ona en yakın isimlerden biriydi, iyi bir konuşmacı ve dikkatli, iyi bir hukukçu da olmasına rağmen bence onun tarafından hep dışlandı. Gürsel Tekin PM’ye girmesine rağmen en alt sıralara konması neden gerekliydi belli değil.. Bir rahatsızlık olduysa bile Tekin CHP için “geriye çekilen, etkisiz hale getirilen” bir isim olmamalıydı.. Deneyimli bir siyasetçi olmasına rağmen Ercan Karakaş yıllardır parti yönetimine neden giremiyor bir başka soru işareti. Süheyl Batum’un PM’ye alınmama sebebi nedir, Kılıçdaroğlu neden onu kısa sürede geri plana çekti bu da anlaşılmaz.. Türk Kadınlar Birliği Başkanı Sema Kendirci ülkede uzun yıllardır kadın sorunlarına en hakim sivil toplumculardan biri olmasına rağmen neden bu kez PM’ye girmedi?Kendirci bu soruma “istenen isimlerin davet edildiği, kendisine davet gelmediği için adaylığını koymadığı” cevabını verdi. Bırakın herşeyi bir yana bu ülkede en önemli ve halledilemeyen sorunların başında “kadın ve çocuklara karşı şiddet” geliyor. Acaba CHP Kendirci gibi isimleri takdir etmezse yerlerini kimle dolduracak, bari bunu cevaplasınlar.Kemal Kılıçdaroğlu “partiye henüz damgasını vuramadığını ama sonunda bunu başaracağını” söylüyor. Bence damga vurmak için “iyi adamların arkasında durmak, onları hemen afiyetle yememek, pasifize etmemek” de gerekir, bunu pek ala yapanlar (hatta en imkansız durumlarda bile geri adım atmayanlar) var, örneklere bakmalı! Köşelerde yazılanlarla, “işte nihayet birinci adam oldu, ustalaştı” yorumlarıyla gaza gelmek (ve gaza getirmek) kolaydır, hatırlatmış olayım!*****Simge Büyükedes!Tatilde yazı yazıp, giriş kısmını telefonda okumak durumunda kalınca ertesi gün şaşırabiliyor insan.. Bodrum Turgutreis Marina’daki Jose Carreras konserinde onunla birlikte sahne alan ve gurur duyulacak bir başarı gösteren soprano Simge Büyükedes’in ve yine son derece başarılı orkestra şefi David Gimenez’in isimlerinde hata olmuş. Özürlerimin kabulünü rica ediyorum efendim!!

Devamını Oku

Fazıl Say’ın barış çağrısı!

16 Temmuz 2012

Bodrum D-Marin Turgut Reis Festivali’nde; Pavarotti ve Domingo ile birlikte dünyanın en ünlü üç tenorundan biri olan Jose Carreras’ın konseri tek kelimeyle muhteşendi. Kariyerinin zirvesinde yakalandığı ölümcül hastalığı yendiği söylenen Carreras’ın opera-müzikal ve Napoliten’lerden seçtiği şarkıları marinadaki konser alanını dolduran binlerce kişi büyülenerek izledi.Yine dünyanın en ünlü orkestra şeflerinden biri olan Yuri Bashmet’in yönettiği Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası böyle dünya çapında bir sanatçıya eşlik ederken gösterdiği performansla gurur duyulacak kadar kusursuzdu. Carreras konserinde sık olarak sanneye çıkan, onunla birlikte ve yalnız çok sayıda şarkıyı seslendiren, soprano Simge Büyükhedef çok yakında dünya starlarına rakip olacak kadar mükemmeldi. Güzel bir yaz gecesinde bu sanatçıların hepsini etkileyici buldum. Ama beni aynı derecede etkileyen bir şey daha vardı. Ünlü besteci ve müzik eğitimcisi (öğrencileri arasında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyeleri de var) Muammer Sun konser öncesi yaptığı konuşmada Fazıl Say’ın 18 Temmuz akşamı dünyada ikinci kez D-Marin Turgut Reis Festivali’nde seslendirilecek olan eseri Mezopotamya Senfonisi’nden söz etti.. Say 55 dakika süren 10 bölümlü bu eseri “Savaş ve ölüm kültürüne karşı” bir barış çağrısı olarak yazmış. Onun gibi başarılı sanatçıları tüm dünya ülkeleri el üstünde tutar, baş tacı ederken Türkiye kendi sanatçısı, dünya starı Fazıl Say’ı olmayacak bir nedenle yargılıyor, ülkeden kaçırtıyor. Muammar Sun’u dinlerken bunları düşündüm. Aşağıda tatile çıkmadan önce “Fazıl Say olayı” için yazdığın yazıyı bulacaksınız. “Say sanatı bırakıp siyaset yapsın” diyenler.. Daha önce Fazıl Say’ın “Twitter’daki yazıları neden gösterilerek” hakkında 1.5 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlanmasının anlamsızlığından söz etmiştim.. Hem anlamsız, hem haksız, hem “düşünce ve ifade özgürlüğüne açıkça aykırı” bir başka olay bu.. Ama nedense bugüne kadar istedikleri konularda pek liberal, demokrat kesilebilen isimler “dünya yıldızları” arasında yer alan, bir müzik dehası sayılan çok sayıda Türk sanatçı çıkmış gibi Say’a yapılan “ifade özgürlüğüne müdahale” girişimine kayıtsız kaldılar. Benim yazıma gelen yorumlar arasında ise “Sanatçı sanatının içinde kalmalı, siyasete karışmamalı, karışacaksa sanatı bırakıp siyaset yapmalıdır” diyenler bile vardı.. Say için iddianame hazırlayan anlayıştan farksız ve ne kadar yanlış bir görüş bu! Üstelik örneğin siyasetçinin “sanattan medyaya, hukuktan, eğitime” kadar her alanda kendi uzmanlarından önce görüş bildirdiği, herkesin kendi konusunu bırakıp her alanda uzman kesildiği bir ülke için de ne yersiz bir görüş..Öte yanda bütün “demokratik” ülkelerde öncelikle güçlü edebiyatçı ve sanatçılar ülkenin geleceği ile ilgili konularda yorum yapar ve olup biteni, haksızlıkları, yanlışları dünyaya duyururlar. Sovyetler Birliği’nde, Demirperde döneminde bile böyle olmuş, baskılar onlar tarafından yazılıp çizilmiştir (bizdeki gibi “çizgiler ve çizenler” dahi taraflı hale gelmemiş yani...). Sanatçı kendini özgür hisseder, hiçbir siyasi gücün onu susturamayacağına inanır, anarşist ruha sahiptir, farklı düşünür vs, vs.. Mesele budur.*****ÖMER HAYYAM’A DA MI HAZIRLAYACAKSINIZ?Neymiş efendim şikayetçiler Fazıl Say’ın “alıntı yaptığını iddia ettiği yazılarında dini değerleri aşağıladığını” öne sürmüşler.. İddianamede Say’ın yazıları için “Kamusal tartışmaya katkıda bulunmayan ve üç büyük dinin mensuplarının ortak değerleri olan Allah, cennet ve cehennem gibi kavramlara yönelik hislerini incitecek ve bu kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde ‘dini değerleri aşağılamak kastıyla’ yazıldığı kanaatine varılmıştır” deniyormuş.Neyi şikayet ediyorlar peki, Fazıl Say ne yapmış üç dinin değerlerini aşağılayacak? Ömer Hayyam’ın şiirinden alıntı yapmış; “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsunCennet’i ala meyhane midir?‘Her mümine iki huri’ diyorsunCenneti ala k...... midir?” Tamam, her “üç din”e ait insanlar da rahatsız olabilir, özellikle son bölüme haklı olarak kızabilir.. Ama dinlerin kitaplarında insanların çoğuna “çelişkili veya anlaşılmaz” gelen bölümler olduğu da yadsınamaz. Mesela bizim dinimizde şarap “dünyada haram sayılırken” cennette “ırmaklardan akacak” olması bir çelişkidir ama üzerinde konuşulamadığı için olduğu gibi kabul edilir. Makbul mümin erkeklere “iki huri”nin yani iki güzel kadının hediye edileceği de anlaşılmaz bir noktadır ve kadınlar bu konuda zaman zaman “erkeklere huri verilecek de kadınlar ne olacak” benzeri tartışmalar yapmıştır.Dini konularda tartışma yapmak yasak veya günah olmadığına göre herşey tartışılabilir.. Ama bunları belirtmek Ömer Hayyam’ın yazdıklarını onaylamak değil tabii, yazdıkları kendi düşüncesi, kendi sorumluluğudur. Bu dörtlüğü Twitter’da yazdı diye de “Fazıl Say’ın sorumluluğu” olamaz. Sonuçta Fazıl Say dünyaca bilinen bir şiiri almış, oturup kendisi yazmamış şiiri.. Merak ediyorum acaba Ömer Hayyam hayatta olsaydı ona da iddianame hazırlar mıydık? Yorum gönderen bir okurumuz “Ömer Hayyam 1000 yıl önce yazmış, İran’da onu hapse atmamışlar, bizde ise onun yazdığından alıntı yapana dava açılıyor. 1000 yıl sonra bu radikal dinci ülke kadar kadar bile olamadık mı yani” diyordu.Bu olay Bekir Coşkun’a da “yazısında ‘paşa’ isimli bir köpekten söz ettiği için” dava açılmasını hatırlatıyor. Aykırı veya hoşa gitmeyen tüm sesler, sanatçı, yazar, kim olursa olsun bir şekilde, bir punduna getirerek susturulacak, geriye kalanlara da “gözdağı” verilmiş olacaksa, sonunda elde nasıl bir ülke kalacak sorarım?Birbirinin aynı görüşler, tıpatıp aynı korkular, aynı giyim, aynı yaşamlar .. Sıfır espri anlayışı .. Her olayı dev bir sorun haline çevirmek, her kelimenin hareketin hesabını sormak.. Sıkıntıdan boğulmayacak mısınız acaba? Bağımsızlığı ortadan kalkmış olan yargının da alet edildiği baskılar dayanılmaz hale geliyor artık!(Bir de hatırlatma; bugüne kadar ne değerli bilim adamlarını (dünyanın en iyi beyin cerrahlarından Prof. Dr. Gazi Yaşargil’i bile), sanatçıları kaçırmayı başardık Türkiye’den.. Yaşamlarını başka ülkelerde sürdürdüler, başarılarından o ülkelerin insanları yararlandı.. Hala yetmedi, Fazıl Say’ı da katmadan bırakmadık!)

Devamını Oku

Yanlış hayvan yasası önlenmeli!

11 Temmuz 2012

Hayvanlarla ilgili çok şey yazmak istiyorum ama insanlardan sıra gelmiyor. Mesela şu sıralarda “sokak hayvanlarının katline sebep olacak bir yasa”nın çıkarılacağını ve önlenmesi gerektiğini haber veren birçok kişi ve hayvan hakları kuruluşu var.Türkiye’de hala “hayvanların da insanlar gibi yaşam hakkına sahip olduğu” anlaşılamadı, önemsenmedi. Belediyelerin veya valiliklerin ya da bir bakanlığın “sokak hayvanlarının korunması, tedavisi, özenle kısırlaştırılması” konusunu ele alması sağlanmadı. Bunu yapacak ve “ülke çapında bir gelişme sağlayacak” siyasi parti, kurum (HAYTAP gibi gönüllü dernekler dışında ki onların çabasının karşılığı da sınırlı) çıkmadı.BAKIRKÖY BELEDİYESİ.. İŞKENCEDEN FARKSIZ!Geçen yaz size Bodrum Milas’taki, Torba’daki barınakları ve diğer bazılarını gezerek anlatmıştım. Buralarda belediyeler ve doktorlar büyük bir gayret ve iyi niyetle sorunları minimuma indirmeyi başardılar. İstanbul’da da aynı başarıyı gösteren belediyeler ve doktorlar var ama sadece şov yaparak aslında zarar verenler de var, onları da anlattım. Bundan sonra da anlatacağım.Son haftalarda Bakırköy Belediyesi’nin dere yatağına ve yerleşim alanının ortasına yaptığı ve “Sahipsiz Hayvanlar Bakımevi” adını verdiği barınakla ilgili şikayetlerin (çoğu HAYTAP’tan) arkası kesilmiyor. Zemin tamamen beton döşenmiş, küçük hücrelere ayrılmış. Karşıdaki apartmanlara ses gitmesin diye bir beton duvar yapılmış. Yine havlama sesleri gidince belediye hayvanları geceleri kapalı beton hücrelere üst üste doldurmaya başlamış.MİLAS VE TORBA ÖRNEKLERİYani zavallıcıklar “sahipleri yok diye” bu sıcakta birbirlerine yapışarak hapishaneye kapatılıyorlar. Kışın da hiç şüphe yok buz gibi havada, buz gibi suyla o betonlar yıkanıyor ve hayvanların o soğuk ve ıslak taş zemine oturmaktan başka çaresi kalmıyordur. Bunları başka barınaklarda gözlerimle gördüm ben.. Hayvanları sevmemek ile “acımasızlık, sorumsuzluk, bencillik, kolaycılık” birleşince neler oluyor çok gördüm..Oysa hayvan barınakları aynen Milas ve Torba örneklerinde olduğu gibi “yerleşim alanından biraz uzak (ama Sarıyer-Kısırkaya gibi gidilmeyecek kadar değil), kapalı bölümleri de olan ama yeşil alan üzerinde, onların özgürce dolaşmasına fırsat vererek, yemek saatlerini birbirlerini paralayacak kadar uzatmayarak, özellikle bebekler veya yeni doğum yapmış olan hayvanların altında birer örtü (en azından gazete) bulunarak yapılmalıdır.Bakırköy Belediyesi acilen bu duruma son vererek “Hayvanları Koruma Kanunu”na uymak ve barınağını düzenlemek zorunda.. Ben de en kısa zamanda ziyaret ederek göreceğim ama bu arada Başkan Ateş Ünal Erzen’den bir açıklama gelirse sevinirim.HAYVAN POLİSİBatı’da birçok ülkede “hayvan polisleri” var ve bunlar “hayvanlara kötü muamele yapanlar”a derhal müdahale ediyor, ağır ceza verilmesini sağlıyor, sıkıntıdaki hayvanları kurtarıyor. Keşke Türkiye’de de olsa diye içim gidiyor, sonra bizde polisin (yine de genellemek istemem ama) son zamanlarda insanlara bile kötü davrandığını, acımadan sıkılan biber gazı vs’yi görünce daha en az bir 30 yıl geçer diye düşünüyorum. Acı bir gerçek.BİR DAMLA SU VERİN!Bu nedenle “hayvan polisliği” yapmak, kötülerin şiddetine uğrayan, kaza geçiren, zavallı aç perişan, yazın sıcakta kavrulan, kışın karda yağmurda sığınacak bir dam altı, bir lokma ekmek, bir damla su bulamayan sokak hayvanlarını korumak bizlere düşüyor.Yaz geldi, kavurucu sıcaklarda kedi ve köpeklerin koştura koştura su ve yiyecek aradığını görebilirsiniz. Zavallıcıklar sokaklarda, bahçelerde “bir damla su” bulabilmek için dönüp duruyorlar. Çoğu da bir deri, bir kemik halde.. Lütfen kapılarınızın önüne, bahçe duvarlarınızın dışına onlar için bir kap su koyun. Ekmek ve yemek artıklarını atacağınıza bir boş yoğurt kabında onlar için bırakın, sevaptır..TV PROGRAMLARI YAPMALIEsra Erol’un TV programında “su anonsunu” sık sık yaptığını duydum ve onu çok takdir ettim, keşke herkes beş dakikasını ayırsa.. Keşke Beyaz, Okan Bayülgen başta olmak üzere en çok izlenen programların yapımcıları, sunucuları, Yalan Dünya ve tüm diğer diziler “sokak hayvanlarına sevgi ve ilgi” için, pet shop yerine barınaklardan veya sokaktan hayvan almak için insanları, çocukları yönlendirse .. Araba motorlarına saklanan yavruların ölmemesi için arabaları çalıştırmadan altına bir bakmayı öğretebilse ..Daha iki hafta önce bir araba motoruna girip ciyak ciyak bağıran bebeği kurtardım, onu büyütüyorum şimdi.. Nasıl sevimli bir yavru inanamazsınız.. Zaten de biraz büyüyünce bahçeye bırakabiliyorsunuz, sorumluluk çok azalıyor.. (Bazı dizilerde “metrekareye iki-üç kedi düşüyor” gibi cümleler duymak üzücü, zira buna benzer tek cümle bile belediyeleri “kısırlaştırma” yapacaklarına zehirleme, ilaçla uyutma gibi kolay ama insanlık dışı çözüme itiyor. Bunu yapmamalılar.)Çocukları ve aileleri “barınak” ziyaretine, belediyeleri “barınak açmaya ve zor durumdaki hayvanları kurtarmaya” teşvik etse.. Bu arada TV programları “yasada olmasına rağmen” sokak hayvanlarını koruyup rehabilite etmeyen, yaz gelince öldüren belediyeleri, siteleri veya görevini en iyi şekilde yapanları duyurarak da yarar sağlayabilir.Son yıllarda Hollywood filmlerinin çoğunda “hayvan kliniklerini ziyaret, sokak hayvanlarını eve alıp sahiplenme” gibi mesajlar başrol oyuncuları tarafından veriliyor.TOPLU TEPKİKısacası, hepimiz topluca harekete geçersek sorumsuzca, araştırıp neler olabileceğini anlamadan çıkarılacak yasaları da, kısırlaştırılmadıkları için hızla çoğalan, o arada çoğu da perişan şekilde bebekken ölen ve “sonunda en kolay ama en acı çözümleri düşündürtecek olan” sokak hayvanlarını kurtarabiliriz. Hayvanlarla ilgili her çaba büyük takdire değer bence..HEMEN UYUTMAYIN!Söyleyecek çok şey var; mesela son aylarda “hasta olduğu için uyutulması gerektiğini” duyduğunuz bir hayvanın ilaç verilerek uyutulmasına (öldürülmesine) hemen razı olmamak, ikinci hatta üçüncü görüş almak gerektiğini öğrendim. Beli kırık bir yavru kedinin uyutulmasına razı olmayıp mücadele ettim ve neredeyse yürümek üzere.. Çok mutlu şekilde yaşıyor ve yürüdüğünde size hikayesini anlatacağım. (Vet. Hekim Güçlü Gülendam böyle durumlarda harikalar yaratıyor, Beşiktaş Belediyesi Vet. Hekimi Zeki Şahinoğlu teşhiste harika..)Hayvanların en kritik göz sorunları (retinada çizik, körlük tehlikesi gibi) için Doç. Dr Murat Şaroğlu’nun Veteriner Göz Merkezi süper..NANKÖR DEĞİL, KORKUYOREğer ölümcül bir virüs değilse arayınca her sağlık sorununa çare bulunuyor ama özellikle kedilerin “9 canlı oldukları” son derece yanlış, son derece kırılganlar ve çok çabuk hastalanıyorlar. Kedilerin nankör olduğunu düşünenlerin fena halde yanıldığını, onların sadece “şiddet gördükleri için korkmakta olduklarını, korktukları için tek silahları olan tırmalamayı kullandıklarını, tırmalayınca da hiçbir şey olmadığını, size alışınca çocuk gibi bağlandıklarını” da tekrarlamam gerekiyor. Bütün içtenliğimle..Siz de onları koruyun, tekmelenmelerine, kovulmalarına karşı çıkın.. Hamile kedileri bir süre sonra kısırlaştırın, bebekleri de 6 ay sonra kısırlaştırmayı unutmayın.. Yazın evinize aldığınız hayvanları yazlıktan dönerken sokağa atmayın, onlar da çocuklar gibi çaresiz kalıverir ve ölürler ..Son söz; Kapınızın önüne lütfen “bir kap su, bir lokma yiyecek” koyun.

Devamını Oku