Büyük bir zaferin hemen öncesinde, kişi hayret verici bir yenilgi yaşar...
Başarının anahtarı, inancı koruyabilmek ve odaklanmanı sürdürebilmektir... İnancını kaybetme, vazgeçme...
***
Yaşamın boyunca başına ne gelirse gelsin; bir duruma nasıl tepki vereceğini, sadece sen belirleyebilirsin...
Her durumda olumlu bir şeyler arama alışkanlığını geliştirdiğinde, yaşaman daha yüksek bir boyuta taşınacak...
Bu en büyük başarı ve mutluluk yasalarından biridir...
***
Yaşamda hatalar yoktur... Sadece dersler vardır... Olumsuz tecrübe diye bir şey yoktur...
Sadece gelişme, öğrenme ve kişinin kendi üzerinde hakimiyet kurma yolunda ilerlemesi için fırsatlar vardır...
Sıkıntılar sana güç kazandırır...
Hatta acı sana olağanüstü bir öğretmen bile olabilir...
***
Katlandığın acılar, yüzleştiğin engeller ve yaptığın hatalar olmasa, şu an sahip olduğun bilgi birikimine ve bilgeliğe sahip olamazdın...
Artık acının bir öğretmen olduğunu ve başarısızlığın; başarıya giden bir otoban olduğunun bilincine bir daha unutmamak üzere var...
Birkaç yanlış notaya vurmadan, gitar çalmasını, ya da tekneyi birkaç kez yan yatırmayı göze almadan yelken açmayı öğrenemezsin...
Sıkıntılarını bir lütuf olarak görmeye başla...
***
En karanlık anlarda, derinlere inme isteği duyduğun bir gerçektir...
Hayat güzelken yüzeysel yaşarsın... Yeterince düşünmezsin...
Ama deniz kabarmaya başladığında, benliğinin ötesine geçip olayların neden bu hale geldiğini tartarsın...
Bu durum hatırı sayılır bir öğrenme ve ilerleme sağlar...
Hayat; gelişim ve olman gereken kişiye doğru ilerleme demektir...
***
Hedeflerine varmak için; farklı yollarla seyahat eder insanlar...
Bazıları için yollar, diğerlerininkinden daha kayalık ve zordur...
Fakat hiç kimse sona; herhangi bir güçlükle karşılaşmadan ulaşmaz...
Öyleyse bununla savaşmak yerine, neden bunu yaşamın bir parçası olarak kabullenmiyorsun?..
Neden sonuçları bir kenara bırakıp, yaşamın içindeki her durumu doyasıya tecrübe etmiyorsun?..
Acıyı hisset; mutluğun tadına var...
Eğer geçmişte vadileri bir kez bile ziyaret etmemişsen; dağın zirvesindeki manzaran güzel olmaz...
***
Yaşananlar asla göründüğü kadar kötü değiller...
Hüzne neden olan durumlar, seni güçle, bilgelikle ve gerçek kişiliğinle tanıştırırlar...
*****
İSTİHBARATÇILAR; KANUN DIŞI DÜZENİN PARÇASI OLURLARSA...
1970’lerde; Boston’un güneyinde, yaşanan gerçek öyküyü, Amerika’nın en korkutucu suç imparatoru Jimmy Bulger’ın hayatı üzerinden anlatan “Kara Düzen” filmine geçen hafta son anda gitmeye karar verdiğimde; “korkutucu bir suç örgütü ve ilişkilerinin bilinen öyküsünü” izleyeceğimi sanıyorum...
***
Oysa filmin, başka filmlere benzemeyen hassas noktası Mafya lideri Jimmy Bulger’la, çocukluk arkadaşı FBI ajanı John Conolly arasındaki ilişki oluyor...
John Conolly, çocukluk arkadaşını, bölgedeki İtalyan mafyasını çökertmek amacıyla kullanmak istiyor...
Onu “muhbir vatandaş” sıfatıyla, “devletin korumasına alıyor...”
***
Bir süre sonra Amerika’nın en korkulan gangsteri haline dönüşecek olan Jimmy Bulger ise, FBI ajanı çocukluk arkadaşıyla girdiği ilişkiyi “muhbirlik olarak değil, bir ittifak olarak görüyor...”
Nitekim; kısa bir süre sonra FBI ajanı suç örgütünün bir parçası haline gelip “korkunç ittifak devletin ‘muhbir vatandaş’ koruması altında, inanılmaz bir suç örgütüne dönüşüyor...
***
Bulger’ın kardeşi de, ünlü bir senatör olarak siyasi nüfuzunu kullanınca, FBI ajanı, senatör ve suç örgütü lideri”nden oluşan korkunç ittifak; İtalyan mafyasını çökertirken, Boston’da İrlanda mafyasını, bütün ülkeyi korkuya salacak şekilde yeşertiyor...
***
Bir suç ve mafya filmi Kara Düzen...
Ancak FBI ajanının çocukluk arkadaşı gangsteri adım adım korumaya alması sürecini izlediğinizde, Amerika’da bile istihbarat teşkilatlarında görev yapan bazı ajanların “kumaşı kötü olanlarının” bir suç örgütünün ve büyük suçun nasıl bizzat en büyük parçası haline geldiklerini görüyoruz...
***
Tertemiz bir savcı göreve gelmese, Mafya lideri Bulger’ın; FBI ajanı John Conolly’yle kurduğu ittifak; Amerika’nın en korkunç suç örgütüne dönüşen Mafya’sını kimse ortaya çıkartamayacak...
FBI ajanının elindeki “inanılmaz derin devlet gücü”, uzun yıllar boyunca her şeyi yapmaya muktedir çünkü...
***
Kendi ve suç örgütünün çıkarları için, devletin en hassas kurumlarını kullanan, istihbaratını suç örgütü için kanalize eden yapı; Amerika’da bile 1970’lerde demokrasinin ne kadar topal işlediğini gösteriyor...
Tanrı sıradan ve masum insanları; bu korkunç çetelerden korusun!..
*****
ECE’NİN GÖMLEĞİ...
“Gömlek bazen yanlış düğümlenir,
Kendini ancak son düğmede ele verir.
Hayat da böyledir bazen.
Yanlış birkaç düğmelemeden sonra anlarsın son düğmede
Baştan yanlış iliklediğini,
Şimdi sona geldiğini, kendini o zaman ele verdiğini.
Ne olacak şimdi peki?..
Sahip olduğun her şey o son ilmeğindi...
Yırt at madem o gömleği...
Ama o zaman anlam parçalanır...
Aceleci yerlerin yaralanır...
En iyisi sen baştan koşuşturma,
Az yavaşla,
Az az yavaşla.
Maksat hayata alıştırma...”
***
Benden yıllar yıllar sonra, benim doğduğum gün doğuyor Ece Üner...
Onunla karşılaştığım bir gün; Cat Stevens’ın (Yusuf İslam), Ernest Hemingway’in de bizimle aynı gün doğduğunu söylüyorum...
-”Televizyon yap, ama esas anlatacağın yer beyaz kağıt...” diyorum...
***
“Olduğu Gibi Ece” isimli şiir kitabını bana iki ay kadar önce gönderdiğini söylüyor...
Gazeteden koliler geç geldiğinden, kitap bir türlü elime ulaşmıyor dün akşama değin...
Dün gece, gelen kitabı karıştırırken Gömlek şiiri damarıma işliyor...
Bu kadar mı bilge, bu kadar mı veciz anlatılır hayatın romanı?..
Ece bir televizyoncu olarak yazılacak tarihçiler tarafından belki...
Ama ben onun bir esasen “yazı”ya ait bir insan olduğunu biliyorum...
***
Cat Stevens’ın esasen “kelimeler” olduğunu bildiğim gibi...
Ernest Hemingway’ini savaş muhabiri olarak başlasa da en büyük yazın sanatçılarından biri olduğunu bildiğim gibi...
Televizyon yapmadan durabildiğim, ama yazı yazmadan duramayacağım gibi...