“Yalnız kalmaktan hoşnut biriydim eskiden” diyor;
“Şimdi yıkıldı duvarlarım,
Her şeyin kenarları var...
Ellerine geçirdiler beni...”
20. yüzyılın edebiyat dahilerinden biriydi ve kendi hayatının ya da onun için söylendiği gibi “kendi cehenneminin” edebiyatını yazıyordu...
20. yüzyılın adı “kişisel başkaldırı”yla özdeşleşmiş muhtemelen en ünlü yazarıydı...
Gorki, Dostoyevski, Fante, Kosinski, Genet gibi birçok dahi yazarın yaşadığı “trajik geçen çocukluk ve gençlik dönemini o da yaşamıştı...”
***
Kendinin yazdığı romanların kahramanları, çevreleriyle kurdukları ilişkilerde başarısız, egemen kültür ve ahlak anlayışıyla uyum sağlayamayan karakterlerdi...
Kendisi gibi...
Ergenlikte geçirdiği bir hastalık sonucu cildi bozulmuştu...
Bu yüzden uzun yıllar kadınlara yaklaşamadı... Duygusal ilişkilerinde her zaman çekimser ve tutuk davranacaktı...
Yaşadığı bütün duygusal ilişkilerde kadınlar daha aktifti... Kadınlar Bukowski‘yi keşfederlerdi... Kendisi kadınlarla ilişkilerde korunaksızdı...
İlişkide aktif rolde olan kendisi değil kadınlardı:
***
“Kadınlardan yana şanslı olmanız gerek... Çünkü onlarla tesadüfen tanışıyorsunuz... Bir köşeden sağa dönersiniz şu kadınla, sola dönersiniz bu kadınla karşılaşırsınız... Aşk bir rastlantı çeşididir...”
Bukowski’nin kadınları, “Sistemin dışına itilmiş, hayatın karşısında yenilmiş ve tutunamayan kadınlardı...”
23 yaşında ilk cinsel deneyimini yaşadı...
Kendisinden 10 yaş büyüktü Jane...
Başarılı bir avukatla evliliğini yeni bitirmişti...
Bukowski‘nin deyimiyle “Bir kadının çekiciliğini hâlâ koruduğu, ama kaybetmenin eşiğinde olduğu yaştaydı Jane...”
“Bana en seksi görünen yaştaydı” diyecekti onun için...
İlk cinsel deneyimi yaşadığı Jane’le tam 10 yıl beraber oldular...
İlişkileri hayal kırıklıklarının üzerine kurulmuştu, ama içinde hem aşk hem de annelik duygusunu içeren şevkat vardı.
***
Babası kendisini ve annesini periyodik aralarla döverdi...
Annesini haftada iki kez...
Kendisini haftada birçok kez...
“Banyoya girdim ve arkadan kapıyı kapattı... Duvarlar beyazdı... Babam uzanıp bir çengele asılı duran ustura kayışını aldı... birçok kez tekrarlanacak olan dayaklarımın ilkini yemek üzereydim... Ve nedense her seferinde dayağı sebepsiz yere yiyecektim...”
***
Okulda hiç arkadaşı yoktu...
Hiç arkadaş istemiyordu...
Yalnız daha iyi hissediyordu kendini...
“Yüzümdeki çıbanlardan biri kaybolurken, diğeri çıkıyordu... Sık sık aynanın karşısına gelerek bir insanın ne kadar çirkinleşebileceğine bakıyordum...” diyecekti o yılları anlatırken... Bu nedenle Jane ilişkisini anlatırken bir öyküsünde şöyle yazacaktı:
“Çirkin erkeklere müşfik davranır... Yakışıklı erkeklerden iğrenirdi... Beni seçmişti...”
***
Ne ki Jane bir alkolikti...
Bukowski‘nin “Tembel, ilgisiz ve bencilce davrandım” dediği ilişkinin sonunda ihtihar etti...
Bukowski, Jane‘in ölümünden sonra, aynı kaderi paylaşmak için daha çok içmeye başladı...
35 yaşına kadar iki yıl sürekli içti...
Mide kanamasından hastaneye kaldırıldı...
“Öldü” tanısı kondu...
Sonra yaşama döndürüldü...
“KISAYIM BENLE KİMSE EVLENMEZ” DİYEN KADINLA EVLENDİ
Yaşama yeniden döndükten sonra, bir sürü günlük iş yaparken Texas’ın küçük bir kasabasında bir dergiye şiirlerini gönderir...
Derginin sahibi Barbara Frye ile mektuplaşmaya başlarlar...
Barbara bir gün mektubunda “O kadar kısayım ki benimle kimse evlenmez” diye yazar... Hayatı bir türlü tutunamayan kadınlarla geçecek olan Bukowski, bu mektup üzerine Frye’yle evlenir... Serseri ruhundan kabaran umarsızlıkla şöyle diyecekti:
“Genç ve zengindi... Bir içim suydu ayrıca...”
Evlilik sadece iki yıl sürer...
Zengin kadınla yapamamıştı...
“Sevmiyordum kadını... Sanata düşkündü... Sanatçı görünümlü tiplere zaafı vardı... Sözcük dağarcığı çok genişti... Garip kitapları okurdu sürekli... Zengin insanların farkında olmadıkları o şımarıklık vardı onda... Onların parası var ve senin yoksa, açıklanamaz bir durum çıkıyor ortaya...”
***
Ve 1963 yılında 43 yaşındayken “Elleriyle Yakalar Yüreğini” isimli kitabı çıkar Bukowski‘nin... Çok beklemiştir bu kitap için ve onun için bir doğumdur ilk kitabı...
Daha sonra hiçbir zaman evlenmeyeceği Fraces Smyith‘le birlikte olur ve ondan çocuk yapar Bukowski... Evlendiği kadından yapmamış, evlenmediği kadından yapmıştır çocuk...
Kız çocuğunun ismi Marina‘dır...
Kızın annesi bir hipidir ve 60’lı yılların sonunda Bukowski onu da terkeder...
***
“Ayyaş, cahil ve kadın düşmanı” denir o günlerde onun için...
Oysa Fransız yazar Philippe Dijan‘a göre Bukowski “Yüzyıllardır akademik dünyanın yapamadığını kendi yaşam sınırlarında gerçekleştirmiş bir dahidir...”
“Bukowski için alkol” diyor Dijan, “İnsanı kuşatan ve virüs gibi kemirip acı veren adaletsizliğe anlayışsızlığa karşı, kendi potansiyelini açığa çıkaran ve bütün engellerden kendini korumanın ve ayakta kalabilmenin bir aracıydı...”
İlk zamanlar belki, ama sonra bunları sağlamazdı ki alkol...
Ama belli ki, ilk yaratıcılık dönemlerinde Bukowski’nin duygularını harekete geçirmede önemli rolü olmuştu alkolün...
Aslında söylenenin aksine kadınlara karşı hiç göstermek istemediği, bir duyarlılığı ve saygısı vardı... Ama kadınlara karşı gizli bir öfke beslediği de gerçekti...
Sonuçta ilk gençliğinin sivilcelerle dolu uzun yılları “kadın ilgisinden uzakta ve kadınsız gecelerle” geçmişti...
23 yaşına dek...
Yazılarında kadınları kucaklayıcı portreler çizmemişti hiç... Hep bir umursamaz hali vardı, o çirkin sandığı yüzünü kadınlardan koruyabilmek için... Zaten kadınlarla yüzyüze değil, muktupla ilişki kurardı...
Tanınan bir yazar olması onu bu mektup arkadaşlıklarında şanslı kılıyordu...
Sonra bir kez daha evlendi...
Ancak hayatındaki evliliklerine değil, tek bir kadına karşı umursamaz davranamadı...
O da evlilik dışı beraberliğinden olan kızı Marina‘ydı... Bir yayınevi ona sürekli yazması için 100 dolar aylık bağlamıştı...
O 100 doların bir kısmı her ay Marina’ya gönderildi, bu serseri, alkolik, umarsız, kavgacı ve protest adam tarafından...
Sanırsam, Mavi Kuş şiiri kendisini iyi anlatan bir şiirdir...
Mavi Kuş
Bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
***
ama ben ondan güçlüyüm,
kal, diyorum ona,
kimsenin seni
görmesine izin veremem...
***
Bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar
onun orada olduğunu.
***
Bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi niyetin?
Avrupa’daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?..
***
Bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim,
sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum,
derim ona, kederlenme artık.
***
sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter;
tamamen ölmesine de izin vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla;
ve insanı ağlatacak kadar güzel,
ama ben ağlamam,
ya siz?