Uğur Mumcu'yla ilk karşılaştığım gün...

“Bir maruzatımız var...” demiştim... -“Ne maruzatı; Türkçe konuş...” demişti bana... Gazeteciliğe stajyer olarak adı sanı duyulmayan bir haber ajansında, yeni başladığım günlerdi...

20 yaşındaydım...

1980 yılının Ocak ayında üniversitenin ikinci sınıfında öğrenciydim...

***

Uğur Mumcu’nun ise, “araştırmacı gazeteciliğinin doruğa çıktığı” yıllardı...

Onu okur; her gün ben de “araştırmacı gazeteci” olacağım diye, etrafımda gördüğüm pislikleri, kirlilikleri araştırır, Ankara’nın mütevazı ortamında bir üniversite gencinin görebileceği “amatör perspektiften, büyük gazetecilik başarısı çıkartacağımı” sanırdım...

***

Siyasal’ın o dönemdeki sosyal demokrat gençlerinden biriydim...

“Üniversitede diğer solcu gruplarla didişmek yerine”, gazetecilikte bir şeyler öğrenmeyi doğru buluyorduk fikirdaş arkadaşlarımla beraber...

Gazeteci ustalarla ve ünlü akademisyenlerle “bu düşüncelerden hareketle” ilişkiler kuruyorduk...

***

Bir gün aynı siyasi görüşü paylaştığım arkadaşlar; kendilerine göre büyük sandıkları bir “araştırmacı gazetecilik” denemesi yaparak, Ankara’lı bir işadamının “kirli ve bulanık bağlantılarını” bulduklarını söylediler...

Haberin Devamı

-“Bu olayı Uğur Mumcu’ya anlatalım... O bu olayın üzerine gider... Rezaleti ortaya çıkartır... En azından bize yol gösterir...” diye tutturdular...

***

Herkes gençti ve heyecanlıydı...

Bir an önce gazeteci olmak, araştırmalar yapmak, “kirli görünen olayları” ortaya çıkarmak istiyorduk...

Ne var ki, olayı dinlediğimde görüyordum ki; arkadaşların ilginç bağlantılar dediği olayın kendisi, bizim “mütevazı öğrenci boyutlarımızı aşıyor”, bizim çapımızın çok ötesine taşıyordu...

***

Kurduğumuz bağlantılar ve örgünün; ne kadarı “gerçekten araştırmacı gazetecilik örnekleriydi” pek kestiremiyordum...

O tıfıllığımızla “rüşvet, kirli para, örtülü bağlantılar gibi”, boyumuzu aşan işleri çözebileceğimize inanmıyordum...

***

Yine de çok istekli görünen arkadaşlarımın heveslerini kursaklarında bırakmak istemiyordum...

Uğur Mumcu’dan Siyasal Basın Yayın öğrencileri olarak randevu istedik...

Haberin Devamı

Hiç tahmin etmiyorduk ama; kısa bir süre sonra Mumcu’nun bizi beklediğini söylediler...

UĞUR MUMCU’NUN CUMHURİYET ANKARA BÜROSUNDAKİ ODASI... 2

Görüşme Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Bürosu’nda olacaktı...

Konukların kabul edildiği, küçük camekan odada...

Çok kalabalık olmasın diye aramızdan beş kişilik bir grup seçmiştik...

Arkadaşlar konuşmaya benim başlamamı uygun görmüşlerdi...

***

Konuya bir girizgah yapacaktım; sonra da arkadaşlar gerisini getireceklerdi... Ne söyleyeceğimi biliyor; fakat konuşmaya nasıl başlayacağımı bir türlü kestiremiyordum...

-“Uğur Abi; bir sorunumuz var...” diye başlasam yanlış olacaktı...

Sorun bizim kendi sorunumuz değildi... Mumcu yanlış anlayacak; kendi sorunumuzu anlatmaya gelmişiz sanacaktı...

***

-“Bir derdimiz var...” desem yine aynı yola çıkıyordu... “Dert” bizim değildi; “Dert Türkiye’nin derdiydi!.. Biz de genç araştırmacı gazeteciler olarak onu ortaya çıkartıyorduk!..”

-“Bir konu var... Sizinle paylaşmak istedik...” gibi bir girizgah da bana çok iddialı geliyordu... Adam içinden;

Haberin Devamı

“Siz hangi gazetecilik becerilerinizle, benimle konu paylaşma noktasındasınız” diye içinden geçirebilirdi...

“BİR MARUZATIMIZ VAR...” 3

Ona saygısızlık yapmak istemiyordum...

Tek bir alternatifim vardı düşündüğüm...

Onu da Uğur Mumcu’nun hiç sevmeyeceğini biliyordum...

Haddini bilen bir tavırla ünlü yazara;

-“Bir maruzatımız var; Uğur Abi...” diye başlayacaktım...

***

Uğur Mumcu sıkı bir öz Türkçe’ciydi...

“Maruzat” kelimesini sevmeyeceğini biliyordum...

Ne var ki; bizlerin onun karşısında eşit olmadığımızı; anlatan tek sözcük “maruzat” geliyordu aklıma; başka da bir sözcük gelmiyordu...

Uğur Mumcuyla ilk karşılaştığım gün...

***

Babam Arapça-Osmanlıca profesörüydü... Annem edebiyatçı...

Bizim evde böyle kelimeler sıkça kullanılırdı...

Solcu olmasına sıkı solcuydum o günlerde...

Ama Türkçe’yi konuşurken; “eski kelimelerin şiirsel tadından apayrı bir haz alırdım...” Beynime öyle yerleştirilmişti...

***

Tahmin ettiğim tepkiyi hiç beklemeden verdi Uğur Mumcu;

-“Gencecik adamsın... Nereden çıkartıyorsun ‘maruzat’ kelimesini?..” deyiverdi...

Haberin Devamı

***

Yıkılmıştım...

Konunun ne olduğu; kafamdan gitmiş; neden ‘maruzat’ kelimesini kullandığımı izah etmeye çalışıyordum Uğur Mumcu’ya...

Mumcu meseleye fazla takılmadı ve konuyu geçti... Bizi dinledi...

Tahmin ettiğimin aksine; “anlattıklarımızı hiç küçümsemedi...”

Yaptığımız araştırmanın bir kopyasını “kendisine iletmemizi” istedi...

İnceleyip, araştıracağını sözlerine ekledi...

Dünyalar bizim olmuştu...

UĞUR MUMCU’YA İKİNCİ CUMHURİYET TARTIŞMASI TEKLİFİ... 4

Daha Basın Yayın’ın ikinci sınıfında, dönemin en ünlü araştırmacı gazeteci ve yazarıyla sohbet etmiş, ona “kendi amatör perspektifimizden hazırladığımız bir gazetecilik dosya”sını sunmuştuk...

Artık biz de araştırmacı gazeteci sayılabilirdik...

***

Üzerinden yıllar geçti...

“Maruzat” kelimesi yüzünden ilk fırçasını yiyen 20 yaşındaki çocuk; onu yıllar sonra televizyon programına davet etti; Uğur Mumcu’yu “Türkiye’yi sarsan Birinci Cumhuriyet; İkinci Cumhuriyet” tartışmasını TRT ekranlarında, Mehmet Altan’la yaptırmak için telefona sarıldı...

Artık “bir maruzatım var” diyen 20 yaşındaki çocuk gitmiş; kendi çapında isim sahibi bir televizyon programcısı gelmişti...

Söze “Uğur Abi” diye başlayacaktı şimdi o çocuk...

***

Birinci Cumhuriyet-İkinci Cumhuriyet tartışmasının TRT’de yapılması fikri bile korkunç bir fırtına kopartacaktı TRT koridorlarında...

O günden sonra TRT’de genç gazeteciye “Ateş Hattı’nda ‘Trafik’ konusu”nu işlemesi önerilecekti...

Herkes “Ne yapıyor bu çocuk?.. Kendini ne zannediyor” diye soruyordu...

UĞUR MUMCU’YLA ANKARA OTELİNDEKİ GECE... 5

Genç gazeteci; o program sonrası gece Ankara Oteli’nin barının dışardaki masalarından birinde oturmuş, program sonrası iki saate yakın Uğur Mumcu’yu dinlemişti... Ne kadar çok şey biliyordu Uğur Mumcu...

***

Bütün isimleri, bütün bağlantıları, herkesin ne yaptığını, hangi kirli işinin olduğunu nasıl da biliyordu...

Ağzı açık onu dinliyordu genç gazeteci...

Hiç bitmesin istiyordu o gece...

Hep konuşsun, o da aklında tutabildikleriyle olayları bir parça daha anlayabilsin diye geçirmişti içinden...

***

Gece yarısına yakın bir saatte Uğur mumcu; “Ben kalkayım” demişti...

“Niye teyp getirmedim de bu konuştuklarını kaydetmedim, diye içten içe hayıflanmıştı...” genç gazeteci...

Uğur Mumcu’nun o gece masada yaptığı konuşmaların; tarihi değerde olduğunu, birkaç ay sonra hunharca öldürüleceğini bilmiyordu genç gazeteci...

***

Gerçek katillerinin hala kim olduğu bilinmiyordu... Uğur Mumcu’nun gerçekte söylemeye çalıştıklarının ne olduğu ortaya çıkmasın; kirli gerçekler, dökülüp saçılmasın diye üstü örtülü kalıyordu her şeyin muhtemelen...

20 YIL SONRA GÜLDAL MUMCU; “SEN DE UĞUR KADAR SAFMIŞSIN...” 6

Çok uzun yıllar sonra bir gün Güldal Mumcu’yla konuşurken; Türkiye’nin yaşamakta olduğu bazı olayları anlatıyor, aralarındaki bağlantıları söylemeye çalışıyordu genç gazeteci... Artık genç gazeteci olmaktan çıkmış orta yaşlı, 35 yıllık bir gazeteci haline gelmişti... Yaşadığı onca olayın bağlantılarını süzüyor ve “daha bilge olmaya özen gösteren bir tavırla, hayatın rezümesini çıkarmaya çalışıyordu...”

***

-“Sen de Uğur kadar safsın; öyle anlıyorum” dedi Güldal Mumcu ona...

Hayret!.. Kendi saflığına değil, Uğur Mumcu’nun; saflığına hayret etmişti gazeteci... Onu Ankara Oteli’nde dinlerken; “Ne çok şey biliyor... Ben de bir gün onun kadar bilebilecek miyim acaba?..” diye geçirmişti içinden... Uğur Mumcu o gece ona kül yutmaz, bir araştırmacı gazeteci olarak gelmişti... Onun saf ve nahif tarafını hiç görememişti... Güldal Mumcu “gazeteci”ye saflığını ve nahifliğini tarif ederken; “Sen de Uğur kadar safmışsın” deyivermişti... Bugün Usta’nın 23. ölüm yıldönümü... Tarihe bir çentik daha atmak adına bir kez daha yayınlıyorum bu yazıyı...

DİĞER YENİ YAZILAR