Terörden sonra beş dakikada Eiffel...

Terörden sonra beş dakikada Eiffel...

Paris’e gelmeden önce şöyle düşünüyorum:

-“Şehirde hedef görünen yerlere pek gitmeyiz nasılsa... Uslu uslu otel çevresindeki belirli yerlerde zaman geçirir döneriz... Onun için gitmemizde pek sakınca yok...”

***

“İnsan aklı” uzakta ve yakında farklı farklı çalışıyor...

Uzaktan ‘büyük tehlike’ gibi görünen şeyler, yakına geldiğinizde size tehlike gibi görünmüyorlar...

Paris’te geçen yıl çocukları Eiffel’e götürüyorum...

Bu yıl; ‘nasıl olsa gitmeyiz’ diye rahat hareket ediyorum...

Oysa çocuklar daha ilk günden Eiffel diye tutturuyorlar...

***

Onları “terörist saldırılar var” diye korkutup Eiffel’den hayat boyu soğutmak bana pek doğru gelmiyor...

Gününü ve zamanını kollayıp, kısa bir Eiffel turu yapalım demeye başlıyorum bir süre sonra...

***

Pazartesi sabah, “Hadi yürüyün Eiffel’e gidiyoruz” diyorum...

Çok seviniyorlar...

Paris’in ‘medar-ı iftihar’ına geldiğimizde, hayatımda hiç görmediğim bir Eiffel’le karşılaşıyorum...

Ünlü kulenin kuzey ayağında; her zaman yüzlerce metreye ulaşan kuyruktan eser yok...

Haberin Devamı

Yirmibeş otuz metrelik bir kalabalık ya var ya yok; kuleye girmeyi bekleyen...

On, on beş dakika sürüyor Eiffel’e girişimiz...

***

İki ayrı kontrolden geçiyoruz kuleye girebilmek için...

Önce çanta ve üst araması yapıyor Fransız güvenlik uzmanları...

Daha sonra Eiffel’in olağan güvenlik aygıtına giriyoruz...

***

Beklenmedik oranda az turist var Eiffel’de...

Kulenin gezilebilen en üst katında yabancı turist azlığını belirgin bir şekilde hissediyorum...

***

Bir süre sonra kulenin ikinci gezme katına iniyoruz asansörle...

Burada da turist sayısının az olduğunu görünce; “uzun zamandır uğramadığım ilk kata, restoran katına” uğramaya karar veriyorum...

***

Paris’te bir zamanlar Türk gecesinin yapıldığı Eiffel’in ünlü restoranı; muhteşem manzarasıyla turistler için bir şahaser niteliğini taşır...

Restoranın yemekleri berbattır...

Ancak Eiffel’in tepesinde yemek yemiş olmanın keyfi, lezzetsiz yemekleri, lezzetli yapar...

***

O sırada görüyorum; Eiffel’in birinci katına yılbaşı ve Noel dolayısıyla yapılan buz pateni pistini...

Haberin Devamı

Gördüğüm manzara karşısında hayrete düşüyorum...

Paris’te yabancı turisti ara ki bulasın...

Eiffel’de kalabalık turist kafilelerini artık projektör tutsan bulamazsın...

Ancak Fransızlar; teröre inat çocuklarını Eiffel’in tepesinde kurulmuş buz pateni pistine getiriyorlar...

Orada anne ve babalarıyla çocuklar güle oynaya buz pateni yapıyorlar...

Pistin üzerinde kayıyorlar, düşüyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar...

***

Çocuklar yarım saate yakın, buz pistinde kayanları seyrediyorlar...

Onlar da kaymak istiyorlar...

Ancak pist çok kalabalık...

- “Oteldeki buz pistinde her gün kayıyorsunuz... Öğleden sonra yine kayarız... Burada sıra çok... Üstelik kayanlar neredeyse birbirlerinin üzerine düşüyor...” diyerek caydırıyorum onları...

Öğleden sonra, her gün kaydıkları pistte kayıyorlar uzun uzun...

***

Eiffel’den inerken, hayatın her şeye rağmen nasıl umutla devam ettiğini, insanların nasıl her şeye rağmen hayata sarıldıklarını, çocuklarını ve soylarını mutlu devam ettirmek için nasıl fedakarlık yaptıklarını düşünüyorum...

Haberin Devamı

Çocuklara sarılıyorum...

Onların gözlerinde parlayan ışıltıdan “Böyle bir günde Eiffel’e çıkmış olmaktan mutlu olduğumuzu” fark ediyorum...

Çocuklar mutluysa; hayat güzel...

Çünkü mutlu çocuklar güzel bir gelecek vaad ederler...

*****

BRASSERİE LİPP’DE DEĞİŞEN ŞEFLER...

Yirmi yıl önce Paris’te inanılmaz şöhretini ilk duyduğumda; güzergahım icabı her önünden geçişimde, içerisini süzme alışkanlığı edinmiştim Brasserie Lipp’in...

O yıllarda rezervasyonlu müşteri almıyorlardı...

Önünden her geçtiğimde özel olarak bakıyordum...

Restoranın önündeki sıra azsa, giriş yapmayı denemeyi düşünüyordum...

***

O yıllarda Saint Germain’de faaliyet gösteren Brasserie Lipp’in önünü, hiç boş görmedim...

Rahmetli Kaya Dorsan’ın Paris’te görev yaptığı yıllarda, ünlü bir sanatçı kız arkadaşımla Paris’e gitmiştim...

Sibel ve Kaya Dorsan’la buluştuğumuz gün, nerede oturacağımızı konuşurken;

-“Brasserie Lipp’e gidelim... Orada Paris atmosferine uygun bir havada yemek yeriz...” demiştim...

***

Haberin Devamı

Laf lafı açmış, şaraplar arka arkaya açılmış, saatlerce oturmuştuk üst katında ünlü Brasseri’nin...

Paris’in lüks mekanlarını ezberime aldığım yıllarda Brasserie Lipp, vazgeçilmez mekanlarımdan biri olmuştu...

Fakat her zaman, bir tereddütü içinde barındırırdı ünlü restoran...

Yer bulamazsan ve beklemek zorunda kalırsan, itiraz etmezdin...

***

Rocky filmleri dizisinde Balboa’nın, Rus boksörle yapacağı unutulmaz final maçının bir öyküsü vardır...

Rocky; dünya ağır siklet boks şampiyonu olduktan sonra refaha erer...

Yeni hayatının sunduğu tüm rehavetin ve konforun içinde yaşar...

Kasları yumuşar, güçlü bir boks maçı çıkaramaz hale gelir...

Kendisinden genç biyonik güce sahip Rus boksörle mücadele edebilmesi için, Rusya’nın kuzey kutbuna yakın karlarla kaplı ıssbir bungalovda, doğa şartlarının imkansızlığının ortasında çalışacak ve güç kazanacaktır...

Tıpkı eski günlerde olduğu gibi...

***

Dün Rocky’nin eski günlerdeki hayatını yeniden yaşaması gibi ben de Paris’teki eski günlerimin; yirmi yıl önceki hayatımın güzergahlarına sapıverdim...

Çocuklara o güzergahı gösterdim...

Kaldığım yerlerden, yirmi yıl önce yaşadığım hayatlardan parantezler sundum...

***

Nostaljik yolculuk bitince, duygusallaştım...

Aklıma Brasserie Lipp geliverdi birden...

-“Bu kadar nostalji yeter... Çocukları Brasserie Lipp’e götüreyim...” dedim...

-“Ben nostaljiye orada devam ederim... Onlar da Paris’in en ünlü et lokantalarından birinde etlerini yerler...” dedim...

Her şey mükemmeldi Brasserie Lipp’de...

Yılların şefleri, aynı profesyonellikte, kolalı beyaz örtülü masalarda, kılı kırk yaran titizlikte, yemekleri servis ediyorlardı...

***

Paris’te her yerde olduğu gibi Lipp’de de çok belirgin bir değişiklik göze çarpıyordu...

Aşırı bir özen, müşterinin bir dediğini iki etmeyen bir ihtimam ve ‘samimiyet dolu sohbet...’

Bir zamanlar, kapılarında kuyruk beklenen, müşteriye favör yapsınlar diye, gözlerinin içine bakılan şefler gitmiş, yerine “müşterinin memnun kalması için gözünün içine bakan şefler” gelmişti...

Concorde Meydan’ındaki dönme dolabı andırıyordu Paris...

İniş ve çıkışları olan bir dönme dolap...

Modern Folk Üçlüsü’nün Nükhet Duru’yla söylediği unutulmaz parçada olduğu gibi...

“Yaşamak dönmedolap gibidir...

Onun da iniş ve çıkışları var...

Talihlidir hep çıkanlar arkadaş...

Sevgi insanların hamurunda var...”

DİĞER YENİ YAZILAR