Bu sırada bir genç kız göründü...
Siyah giysi giyinmemişti...
Omzunda bir testi taşıyordu ve başının çevresinde bir peçe vardı...
Ama yüzü açıktı...
Delikanlı; Simyacıya sormak üzere yanına yaklaştı...
***
O anda zaman durmuş gibi oldu... Sanki Evrenin Ruhu delikanlının önünde bütün gücüyle ortaya gibiydi...
***
Kızın siyah gözlerini, gülümseme ile susma arasında karar veremeyen dudaklarını görünce, dünyanın konuştuğu ve yeryüzünün bütün yaratıklarının yürekleriyle anladıkları dilin, en temel ve en yüce bölümünü anladı delikanlı...
***
Aşk’tı bunun adı...
İnsanlardan da çölden de daha eskiydi...
Tıpkı kuyunun yanında bu iki bakışın buluşması benzeri, iki bakışın buluştuğu her yerde, her zaman aynı güçle ortaya çıkardı...
***
Genç kızın dudakları sonunda gülümsemeye karar verdi...
Bir işaretti bu...
Bütün ömrü boyunca bilmeden beklediği, kitaplarda, koyunların yanında, kristallerde ve çölün sessizliğinde aramış olduğu işaretti...
***
Evren’in Saf Dili’ydi bu...
Herhangi bir açıklamaya gereksinimi yoktu...
Çünkü Evren’in sonsuz zamanında yoluna devam etmek için, hiçbir açıklamaya gereksinimi yoktu...
***
Delikanlı o anda hayatının kadınının karşısında olduğunu ve kızın da hiçbir söze gereksinim duymadan bunu bildiğini biliyordu...
***
Büyükleri, biriyle evlenmeden önce ona kur yapmak, nişanlanmak, onu tanımak, para sahibi olmak gerektiğini söyleseler de, delikanlı; hayatının kadınının karşısında olduğundan emindi...
***
Bunun tersini söyleyenler, evrensel dilden habersiz kimselerdi...
Bu dili bilen biri, ister çölün ortasında, ister büyük kentlerin göbeğinde olsun, dünyada her zaman bir başkasını beklemekte olan biri bulunduğunu kolayca anlayabilirdi...
***
İki insan karşılaşınca, gözleri buluşunca, bütün geçmiş ve bütün gelecek artık bütün önemini yitirirdi...
***
Yalnızca o an vardı...
Gökkubbe alther şeyin aynı ‘El’ tarafından yazıldığı gerçeği vardı...
Bu inanılmaz bir gerçekti...
***
Aşk’ı yaratan, çalışan, dinlenen ve güneş ışığı altında hazineler arayan her kimse için sevilecek birini yaratmak El’in gerçeğiydi...
***
Böyle olmasaydı insan soyunun hayallerinin hiçbir anlamı olmazdı...
***
Ertesi gün; genç kızı beklemek için kuyuya gitti delikanlı...
Fatima su doldurmak için kuyuya geldi...
- ‘Sana tek bir şey söylemek için geldim...’ dedi...
- ‘Seni seviyorum...’
ŞANSSIZLIĞIN ŞANSA DÖNÜŞTÜĞÜ AN...
Genç kız testiyi taşırdı...
-“Seni her gün burada bekleyeceğim... Piramitlerin yakınında bulunan bir hazineyi aramak için bütün çölü geçtim...
***
Çıkan savaş benim için tam bir şanssızlıktı... Aynı savaş şimdi benim için bir şans... Çünkü burada senin yanında kalıyorum...”
“ALLAH; İKTİDAR SAVAŞINDA KİMİN YANINDADIR?..”
Bir aya yakındır vahadaydılar...
Kervan Başı bir gün herkesi toplantıya çağırdı... - ‘Savaşın ne zaman biteceğini bilmiyoruz...’ dedi... -“Tekrar yola çıkmamız olanaksız... Savaş kuşkusuz daha uzun süre devam edecek... Belki de yıllarca...
***
İki taraf da cesur ve kahraman muhariplerle dolu... İki ordu da savaşmaktan gurur duyuyor...
***
Bu iyiler ile kötüler arasında bir savaş değil... Aynı iktidarı ele geçirmek isteyen güçler arasında bir savaş bu... Böyle bir savaşta Allah iki tarafın da yanındadır...
“İNSAN SEVİNCE; NESNELER DAHA FAZLA ANLAM KAZANIR...”
‘Evrenin Dili’ni kavrıyorum...’ diye düşündü...
-’Bu dünyada her şeyin bir anlamı var... Atmacaların uçuşuna varıncaya kadar...’
***
Bir kadına duyduğu aşk için, içinde derin bir minnet hissetti...
‘İnsan sevince’ diye düşündü;
‘Nesneler daha çok anlam kazanıyor...’
***
Birden atmacaların biri, ötekine saldırmak için pike yaptı...
O anda delikanlının gözünün önünde ani ve kısa bir görüntü belirdi...
***
Silahlı bir birlik, elde kılıç Vaha’yı işgal ediyordu...
Görüntü hemen yok oldu...
Ama bıraktığı etki çok canlıydı...
***
Seraplardan söz edildiğini duymuş; birkaç serap görmüştü...
Çölün kumlarında somutlaşan arzulardı bunlar...
Ne var ki bir ordunun Vaha’yı ele geçirdiğini hiç görmek istememişti...
***
Bunları unutmak ve tekrar düşünmeye dalmak istedi...
Yeniden çöle ve taşlara yönelmek istedi...
Ama yüreğindeki bir şey rahat bırakmıyordu onu...
***
-‘Her zaman işaretleri izle...’ demişti Yaşlı Kral...
Fatima’yı düşündü...
Sonra gördüğü görüntüyü anımsadı...
Ve bu olayın gerçeklikten pek uzak olmadığını sezdi...
Bir kez daha nesnelerin çoğul dilini anlıyordu...
-‘Bir ordu yaklaşıyor...’ dedi...
-‘Bir görüntü gördüm...’
***
-‘Bizim burada kaç kuşaktır yaşadığımızı bildiği halde, Çöl böyle bir şeyi bir yabancıya neden söylesin?..’ dedi kabile reisi...
-‘Çünkü benim gözlerim, henüz çöle alışmadı, bu nedenle alışmış gözlerin göremeyeceği şeyleri ben görebilirim...’ diye cevap verdi...
***
‘Ayrıca ben Evren’in Ruhu’nun ne olduğunu biliyorum’ diye düşündü, ancak karşı tarafın buna inanmadığını bildiğinden sustu...
***
-‘’Vaha tarafsız bir yerdir... Hiç kimse saldırmaz bir Vaha’ya...’ dedi bir başka kabile reisi...
-‘Ben yalnızca gördüğümü söylüyorum... Bana inanmak istemiyorsanız, bir şey yapmazsınız...’
GAZETECİNİN ŞİFRELERİ GÖRMEYE BAŞLADIĞI AN...
On yıldır yüzlerini görmediği arkadaşları, yeni tanıştığı, öngörmediği bir ilişkiye dönüşen sevgilisiyle ilişkisi; çocuklarıyla ayakta tutmaya çalıştığı ailesiyle; zor günlerin içinden geçiyordu gazeteci...
***
Türkiye; büyük bir altüst oluş yaşıyor; hapisler, davalar, hesaplaşmalar gırla gidiyor; alışılmış düzen, bütün kalıplarıyla altüst oluyordu...
***
Beklenmedik saldırılar, birbiriyle bağlantısı yokmuş gibi yürütülen taarruzlar, suç duyuruları, üzerinden yıllar geçmiş olayların üzerinden yaratılan iftiralar, çarpıtmalar; geçmiş ilişkilerinde durup durup ortaya çıkan sanal hesaplaşmalar arasında; neyin ne olduğunu anlayamadığı bir ‘çöl’ün ortasında yapayalnız ve çaresiz hissediyordu kendisini gazeteci...
***
Hayat kendisini, inanılmaz biçimde zorluyordu...
Bildiği bütün ezberler boşa çıkıyor;
Hiçbir şey doğru düzgün anlamlandırılamıyordu...
***
Yaşadıklarının; hayatı boyunca, kendi arkasından çevrilen organize kumpasların ve pisliğin; ortaya serilmesini hazırlayan çok meşakkatli bir süreç olacağını o günlerde anlamıyordu...
***
Elli yıllık hayatında; başına örülen bütün çoraplar, kumpaslar, karanlık operasyonlar, önündeki altı yıl içinde adım adım gözlerinin önüne serilecekti...
***
Korkunç gerçekle karşı karşıya kaldığında, gözleri faltaşı gibi açılacak, ‘bunları nasıl göremedim’ diye için için hayıflanacaktı...
***
Görebilmesi için, Evren’in Dili’ni öğrenmesi, işaretleri okuyabilmesi, görünmez şeyleri gönül gözüyle görme becerisine kavuşması gerekiyordu...
***
Bir başka deyişle gerçek bir Simyacı eğitimi alması gerekiyordu...
Tanrı öyle istiyordu...