Gazeteciye o yıllardaki patronu çok genç yaşında şöyle söylemişti:
-”Seni sıcak olayların içine göndereceğiz... En tehlikelilerinin içinde... Başka bir ülkeye... Bir müddet orada kalacaksın... Yalnız olacaksın... Kararlarını kendin vereceksin... İnisiyatif alacaksın... Böylece bir gazeteci olarak gelişeceksin... Hangi haberin üzerine gideceğine sen karar vereceksin...
‘Düşman’ görünen ülkenin ortasında haberi içinde yaşayacak, içinde gözlemleyecek, tehlikenin ortasında haberi yazacak, yorumlayacak ve böylece çok genç yaşta yoğrulacaksın...”
***
Heyecanlanmıştı...
Henüz 24 yaşındaydı...
Bu yaşta, kimselere böyle bir inisiyatif verilmezdi...
Önemli bir “dönemecin” eşiğinde olduğunu hissediyor; tanımak istediği başka dünyaların içinde yoğrulacağı yıllara bodoslama yelken açtığını hissediyordu...
BEŞ YIL SONRA HABERİ ALDIĞI LİZBON AKŞAMI...
89’u; 90’a bağlayan yılbaşı haftasını geçirmek için, sevgilisi ve sevgilisinin abisiyle birlikte; kızın Portekiz’li yakın bir erkek arkadaşının evine konuk olmuşlardı...
***
Genç gazeteci; ilk kez gittiği Portekiz’in başkentinde; hayatını gözünün önüne getiriyordu...
Beş yıl geçmişti; ona bu zorlu görevi verdikleri günden bu yana...
***
O günden sonra hayatı; “tehlikenin ortasındaki insanların; her an tehlikeyle burun buruna yaşadıkları adrenalinle yaşamak zorunda olduğunu” hissetmişti...
İnişli çıkışlı, zikzaklı, tehlikenin nereden geleceğinin belli olmadığı, macera dolu bir hayattı bu...
***
Genç gazeteci kendisini bir tür savaş muhabiri olarak görüyordu... Savaş muhabirlerinin ilginç özellikleri vardı...
Kurşunların ve tehlikenin ortasında yaşarlar; ama bunu dert etmezlerdi...
Onlar gazeteci zırhı taşıyan insanlardı... Gerçek bir zırh varmış, kurşun adres sorarmış gibi kendilerine kurşun gelmeyeceğine inanır; bir şey olacağını akıllarına getirmezlerdi...
***
Ölümün fotoğrafını çekerken, yanıbaşlarındaki ölümleri yaşar ve yazarken, savaşan tarafların “tarihin bu kahraman! tanıklarını ölümü tattırmayacağına” inanırlardı...
***
Genç gazeteci beş yıllık “cephe görevine” yavaş yavaş alışırken zamanla; savaş alanında görev yapan gazetecilerin tehlikeli, gizemli, romansı maceracı hayatına benzer bir hayatı yaşar olmuştu...
***
Yunanlı bir sevgilisi vardı...
Yunanlı sevgilisi Paris’te yaşıyordu...
Genç gazeteci ise Atina’da yaşıyordu... Yunanlı sevgilisinin Portekiz’li bir erkek arkadaşı vardı...
Gazeteci; Paris’teki Yunan sevgilisiyle onun Portekiz’li erkek arkadaşının evine yılbaşı tatili geçirmeye gidiyordu...
***
Atina-Paris-Lizbon-Portekiz...
Birbiriyle ilk başta ilintisiz görünen kentlerin ortasında, bir cephe gazetecisi; tehlikeli hayatını sahneye koyuyordu...
Lizbon’da bir hafta kalacak; tehlike içinde yaşadığı olaylardan uzakta, Okyanus kıyısında Avrupa’nın en batı noktasında; röportajlar yapacaktı...
***
Kendi ülkesi Avupa’nın en doğusundaydı... Büyüdüğü sahil şeridi; Avrupa’nın Asya’yla sınırındaki bir Boğaz’ın kıyısındaydı... Portekiz’de Avrupa’nın en batı noktasına gidecek; Avrupa’nın Doğu ile Batı sınırlarının karşılaştırmasını yapacaktı...
“BİR TÜRK GAZETECİ VURULMUŞ...”
“Bir Türk gazeteci vurulmuş...” dedi Nuno...
Yunanlı sevgilisinin Portekiz’li erkek arkadaşının ismiydi Nuno...
-“Televizyoncuymuş... Romanya’da vurulmuş... Çavuşesku’nun adamları olayı görüntülemek isteyen gazetecileri taşıyan aracı kurşun yağmuruna tutmuşlar... Türk gazeteci de o arabadaymış... Çok ağır yaralanmış... Komadaymış... Yaşayıp yaşamayacağı belli değilmiş...”
***
Ağır yaralanan gazetecinin ismini söylemeye çalıştı Nuno;
Portekiz televizyonunu izliyor; genç gazeteci ve Yunanlı sevgilisine haberi tercüme etmeye çalışıyordu...
***
Portekiz’de Lizbon yakınlarında bir evde dört kişiydiler...
Birbirinden ayrı milletlerden...
Birbiriyle tesadüfen kesişmiş hayatların ortasında...
Bir yılbaşı haftasını birlikte geçiriyorlardı...
***
Gazetecinin adını doğru düzgün söyleyemiyor bir acayip telaffuz ediyordu Nuno...
Genç gazeteci; ağır yaralanan gazeteciyle ilgili gelen bilgilerden, aklına gelen kişi olmaması için dua ediyordu...
-”Ağır yaralanan televizyoncunun yanında da Belçika’lı bir kameraman varmış” deyince, tahmin ettiği kişiden başkasının olması ihtimali hemen hemen kalmamıştı genç gazetecinin...
***
Çocukken; çok küçükken, ikisi el ele tutuşur okula beraber giderlerdi...
Yedi yaşındaydılar...
Aynı mahalledeydiler...
***
Şişman çocuk; gazetecinin annesiyle ders çalışmaya evlerine gelirdi...
Annesi onların ikisine birden ders çalıştırırdı...
***
Yıllar sonra; annesinin evlerinde derslerini yaptırdıkları o çocuk da gazeteci olmuş, cephelerde savaş muhabirliği yapmaya başlamış; savaşın ortasında cephelerde görev yapar olmuştu...
***
Şimdi onun Romanya’da kurşunlara hedef olup ölmek üzere olduğunu öğreniyordu...
Bütün bir gecesi, bütün bir yılbaşısı, bütün bir tatili zehir olmuş; “parantez olarak yaşamaya çalıştığı kaçamak” ona gerçekte nasıl bir hayatı yaşadığını göstermişti...
***
Ölümle burun buruna; bir gazeteci kahramanlığının kutsallığında yaşadıkları hayat gerçek yüzünü Lizbon’da gazeteciye göstermişti.
***
Yılbaşı gecesi derin derin Fado dinledi genç gazeteci...
Kaderi anlatan yanık, Portekiz halk ezgilerinden oluşan “Fado”yu...
Hayatının ondan sonraki yıllarında; ne zaman Portekiz dense; aklına hem çocukluk arkadaşının vurulduğu haberini aldığı Lizbon gecesi ve saatlerce yanık türküleri dinlediği Fado’lar geldi...
***
Fado’ları Portekiz gecesinden mütevellit bir başka sevdi...
Onları dinlediği her yerde; o gecenin anısına kendisi de Portekiz haline geldi...