Oğlum İstanbul’dan yeni aldığı gece kıyafetini; Paris’te giymek istiyor...
Buna bir vesile yaratmak için üzerimde her yolu deniyor...
Benimse, gün boyu onlara şehri gezdirmekten, buz pateni kaydırtmaktan, kendi sporumu yapmaktan, yazı yazmaktan, alışverişe çıkmaktan sonra; geceleri dışarı çıkacak takatim kalmıyor...
***
Zaten geceleri pek dışarılarda yaşamıyorum artık...
Ne İstanbul’da; ne Paris’te, ne başka bir şehirde...
Ne ki; küçük oğlum ve kızım, aldıkları yeni kıyafetleri gece gidilecek şık mekanlarda giymek istiyorlar...
Beni her gece alabildiğine zorluyorlar, onları bir yerlere götürmem için...
***
Paris’in bu ıssızlığında sıradan bir gece, doğru düzgün bir restoran bulamam diye, Fransızların “bayramına denk düşen gece” akşam yemeğine çıkmaya daha uygun olacağını düşünüyorum...
Otelin “konsiyaj”ına, Paris’in şık restoranlarından birinde bayram gecesi için yer ayırtmak istediğimi söylüyorum...
Konsiyaj’ın kıdemli görevlisi; “Bayram gecesi şık mekanların pek açık olmayacağını” söylüyor bana...
***
İçimden; ‘yok artık’ demek geliyor...
Ancak tepki vermiyor ve görevlinin iyi bildiğim birkaç mekanı aramasını bekliyorum...
Her telefon konuşması bir süre sonra; görevlinin ‘anlıyorum’ sözüyle tamamlanıyor...
Yüzünde somurtkan bir ifade beliriyor...
-“Gece o restoran da kapalıymış...”
- “Acaba restoran mı modasını ve albenisini yitirdi?..” diye soruyorum...
-“Hayır...” diyor...
-”Son olaylardan sonra böyle oldu...”
***
Bildiğim bütün iyi ve şık restoranlar hep bir ağızdan aynı cevabı veriyorlar; konsiyaj görevlisine;
Artık başka bir şansımın kalmadığını görüp; “böyle durumlarda beni terketmeyecek bir mekanı” söylüyorum kısık sesle;
-“Seine nehrinin üzerinde sefer yapan; “Bateaux Mouches”da akşam yemeğini yiyelim bari...” diyorum...
Bateaux Mouches’un restoranı; değil yılbaşı, yılbaşı haftası bile yer bulunamayan bir feribot-restoran Paris’te...
***
Burada genelde yılbaşı haftası hiçbir akşam son dakikada yer bulunmaz...
En az bir hafta öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekir yılbaşından bir gün önce ve sonrası için...
Yılbaşı gecesi için ise; zaten yer bulmak hiç mümkün olmaz...
***
Görevli Bateaux Mouches’u arıyor...
Bir süre sonra yüzünde aynı somurtkan ifade beliriyor...
-“Anlıyorum” gibi bir şeyler geveliyor ağzında...
Ben şoka girerken, bana dönüyor;
-“Akşam yemeği sunan feribot seferleri Bateaux Mouches’da iptal edilmiş...” diyor...
***
O an Paris için sözün bittiği yerde olduğumuzu kestiriyorum...
Paris’in geldiği noktayı iliklerime kadar, bütün detaylarıyla, ancak o an fotoğraflayabiliyorum...
Sayısını saymıyorum, ancak hayatımda elli kereden fazla Paris’e geldiğimi, kaldığımı hatırlıyorum...
35 yılda, bunca yaşanmışlıkta Paris’te bir kez olsun; Bateaux Mouches’da akşam yemeği seferlerinin iptal edildiğini hatırlamıyorum...
***
Paris; Fransızlar ve yabancı turistler için en ihtişamlı akşam yemeği gösterisini bile iptal etmek zorunda kalıyor terör saldırılarından sonra...
***
Gece kulüpleri Lido, Moulin Rouge, Barrio Latino’ya sormuyorum bile ne yaptıklarını...
Değil çocuklarımla, kendimin bile çoktandır gitmediğim mekanlar oralar...
Gece kulübü ve restoran hizmeti veren Victoria’nın bile kapalı olduğunu öğreniyorum...
Paris’in gece ambiyansının tamamen bittiğine hükmediyorum...
BİR YIL SONRA L’AVENUE RESTORAN...
Önceki akşam, oğlum yine kıyafetlerini denemek için, akşam yemeğe çıkmamızı istiyor...
İki kızım yorgunlar ve dışarı çıkmak istemiyorlar...
Ben de istemiyorum...
Yazıyı bitirdikten sonra Arsenal- Manchester City maçını izliyorum Londra’dan canlı...
***
Ancak Poyraz ısrar ediyor...
Kıyafetlerini giyip hazırlanıyor ve babasını bekliyor...
Çaresiz alıyorum onu, çıkıyoruz dışarı...
Geçen yıl Paris’e geldiğimizde, L’Avenue isimli restoranda yapılan şımarıklıkları görüyor ve yazıyorum...
Restoranı; çocuklarla masaya bile oturmadan terkediyoruz geçen yıl...
***
Önceki gece, oğlumu otelden çıkarınca, kısa bir süre sonra uykusu geleceğinden uzak bir yere gitme imkanımızın olmadığını fark ediyorum...
Aynı restoranın önünden geçerken; “Hadi şurada, küçük bir şeyler ye... Ben de bir kadeh şarap içip seni beklerim...” diyorum...
***
Restorana giriyorum...
Geçen yılın o şımarık, burnundan kıl aldırmayan, insanları snobize eden kadın erkek görevlileri teker teker karşımda arz-ı endam ediyorlar...
Geçen yıl rezervasyonlu yere almaktan imtina ediyorlardı...
Bu sene;
-“Yemek alacak mısınız?..” diyorlar...
-“Ben almayacağım... Oğlum alacak...” diyorum...
İstiflerini hiç bozmuyorlar;
-“Cafe tarafında mı, restoran tarafında mı oturmak istersiniz?..”
Bir yıl içinde müşteriye karşı nasıl bu kadar alçak gönüllü hale geldiklerini görüp, içimden hayatın karmik anlamları üzerine spiritüel egzersizler yapıyorum...
***
Bir masa veriyorlar ikimiz için...
-“Bu masayı sevmedim... Şunu istiyorum...” diyorum...
-“Buyrun...” diyorlar...
-“Lütfen, nasıl isterseniz...”
Oğlum tek porsiyondan ibaret yemeğini yerken, bellerine kadar dekolte giyen bayan servis elemanları, teker teker gelip 6.5 yaşındaki oğlumun yemekten memnun olup olmadığını soruyorlar...
***
İşte o an;
Oğluma hayatının hiçbir döneminde “ukalalık yapmamasını”, insanları “snobize etmemesini” sevecen ve tatlı haliyle insanları insan gibi görmeye ve sevmeye devam etmesini istiyorum...
Konuştuklarımı dinliyor...
Uykusu geliyor, koltuğunda tatlı tatlı uyuklamaya başlıyor...
***
Paris’te insanları “snobize etme, ukalalık etme” tavırlarının, sona erdiğini görüyorum...
Sokaklarda yapılan müzik bile değişiyor Paris’te...
FADO, REMBETİKA, BLUES VE KARADENİZ AĞITI...
“Acı”nın; Portekiz’de Fado...
Yunanistan’da Rembetiko (Rebetiko)...
Amerika’nın Siyahi dünyasında Blues türünde yansımasını bulan müziğinin...
Paris Montmartre tepelerinde Afrika ezgilerinden kompoze melodilerde yükseldiğini görüyorum...
“Şehrin ve insanının acısına” ortak olmaya çalışıyorum... Aklıma o günlerde tıpkı Paris’teki gibi Ankara’da da benzeri canlı bombalarda ölen ve yaralanan yüzlerce ‘dost insan’ geliyor...
***
Ruhi Su’nun Karadeniz Ağıtı’nın nasıl bir Fado; nasıl bir Rembetiko (Rebetiko okunuyor), ne güçlü bir Blues esintisi ihtiva ettiğini, ne kadar çok “Paris” olduğunu o an fark ediyorum...
***
“Hayali gönlümde yadigar kalan...
Bir yanım deryada çalkanır şimdi...
Onbeş mürşid ile boğulup ölen...
Bir yarım deryada çalkanır şimdi...
***
Garip garip öter derya kuşları...
Su içinde uykuları, düşleri...
Bir gelin döker kanlı yaşları...
Bir yanım deryada çalkanır şimdi...
***
Nazım ile zındanda gün be gün biri
Söyletir dilsizi ağlatır kötü...
Bir yanım çürüyor bir yanım diri
Bir yanım deryada çalkanır şimdi...
***
Yaralarım tuz içinde kanıyor...
Uyku gelmiş ela gözler sönüyor...
Bir yanımda Suphi Nejat ölüyor...
Bir yanım deryada çalkanır şimdi...”