“Cumhurbaşkanı Atatürk’ün yüce katına...
Türk ordusunu isyana teşvik ettiğim iddiası ile 15 yıl ağır hapis cezası giydim...
Şimdi de Türk donanmasını isyana teşvik etmekle töhmet altındayım...
Türk inkılaplarına ve senin adına ant içerim ki suçsuzum...
***
Askeri isyana teşvik etmedim...
Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilecek bir kafam ve yurdunu seven bir yüreğim var...
***
Senin eserine ve sana aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim...
Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum...
Türk inkılabına ve senin başına ant içerim ki, suçsuzum...”
***
Mektubu böyleydi Nazım’ın...
15 yıl ceza yemiş, şimdi de 20 yıl daha ceza yemek üzereydi...
Güya; donanmadaki askerleri komünizmi getirmeleri için isyana teşvik etmişti...
***
Nazım o yıllarda Türkiye Komünist Partisi’nden ayrılmıştı...
Tek başına bir şairin; deniz kuvvetlerindeki askerleri isyana teşvik etmesi anlaşılabilir bir şey değildi...
***
Ancak Hıfzı Topuz’a göre; işin başındaki Mareşal Fevzi Çakmak için, mesele Nazım’ın askerleri isyana teşvik meselesinden çok daha fazlaydı...
MUSTAFA KEMAL’İN AĞIR HASTALANDIĞI GECE OLANLAR...
General Ali Fuat Cebesoy; Mustafa Kemal’in Nazım Hikmet’le ilgili duygularını şöyle anlatıyordu o günlerde;
-“O çocuğu (Nazım Hikmet’i) Şükrü Kaya ziyan etmiştir...
Mustafa Kemal bu yüzden çok sinirlenmiş ve üzülmüştü...
Nazım Hikmet’i tevkif ettikleri sırada; Nizamettin Nazif’e rastladım...
***
Nazım’ı kurtarmanın zamanı olduğunu söyledi... Yalova dönüşü gemide, akşam yemeğinde Şükrü Kaya ile yan yana oturuyordum... Bu konuyu konuşuyorduk...
Mustafa Kemal birden Şükrü Kaya’ya,
-‘Ne konuşuyorsunuz orada’ diye bağırdı, onu azarladı...
***
İlk defa ciddi şekilde hastalanıp yatağa girdiği akşamdı... Biraz sonra benim kulağıma; ‘Çok sancım var... Duramayacağım, sen benim yerime geç, ben yatacağım...’ dedi; dağıldık...
***
Ben Mustafa Kemal’den haber almak için kamarasının bulunduğu yere gittim...
Sancısı olduğunu, doktorların kendisine iğne yaptığını söylediler...
***
Konuşmamızı içerden duymuş, beni çağırdı... -‘Fenayım...’ dedi...
-‘Demincek Şükrü Kaya’ya özellikle bağırdım... O çocuğu (Nazım Hikmet) takmış parmağına...
Onunla uğraşıyor...
Ben tanırım; mert oğlandır o...
***
Bir akşam Dolmabahçe’ye gelmesi için haber göndermiştim... Belki konuşma adabında bir kusur ederim diye gelmedi...
Şükrü Kaya mareşali (Fevzi Çakmak) kandırmış...
***
Askerlerin yazılarında benzer yazılar uydurup dağıtmışlar... Başını yakmaya çalışıyorlar oğlanın...
Hepsinden haberim var...”
NAZIM’IN O GÜNLERDE ÖLÜMÜ YAZDIĞI ŞİİR...
Mustafa Kemal’in yatağa bağlı ağır hastalık günleri başlamıştı...
10 Kasım günü ölümüne kadar sürecekti bu durum...
***
Nazım’ın mahkumiyet kararı ise bir süre sonra Yargıtay’ca onandı...
15 yıllık cezanın üzerine 20 yıl alıyordu... Cezaların toplamı 35 yıl hapis cezasıydı... İndirim sonucu Nazım Hikmet 28 yıl hapis yatacaktı...
***
Bu karar Nazım için çak ağır bir darbeydi... O günlerde yazdığı bir şiirde “ölümü düşündüğünü” söylüyordu...
***
“Ölümü düşünüyorum, demek ki arterio skleroz başlıyor bende...
Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz.
***
Haber çığlıklarla gelecek yahut da ima edecekler ve kalanı yalnız bırakıp gidecekler...
***
Ve kalan karışacak kalabalığa...”
***
Mareşal Çakmak ise, görev başındaydı...
Mustafa Kemal’in ölümünden 3 ay sonra; Nazım Hikmet’i 20 yıl daha hapse mahkûm eden Donanma Davası’yla ilgili şöyle diyordu:
***
-“1938 Haziran’ında donanmanın gedikli erbaşlarından birkaçı arasında, komünizm cereyanlarının başladığı, bu fikirlerin bazı sivillerden geldiği ve işin başında şair Nazım Hikmet’in bulunduğu, donanmadaki er ve erbaşları üstlerine karşı itaatsizlikle isyana teşvik için çalıştığı görülmüştür...
***
Türk istiklalini ortadan kaldırmak, hür olan Türk’ü esir yapmak amacıyla çalışan komünizm için tek çare, orduya el koymak ve kaleyi içten fethetmektir...
”NAZIM’A KURULAN KOMPLONUN ŞİFRELERİ...
Nazım Hikmet’in eşi Piraye; kurulan komploya bir türlü akıl sır erdiremiyordu...
-“Eve bir çocuk geliyor...
Zorla içeri giriyor... Sonra ev sahibi geliyor... Beş dakika sonra onu kapı dışarı ediyor... Sonra da kendisi hapse giriyor... Anlayamıyorum...” diyordu...
-“Üzüntüden öleceğim...”
***
Sonra sormaya başlıyordu Piraye;
-”O Harbiye öğrencisi eve geldiği zaman, evde onu iki kişi karşılamış...
Niye onların ifadesini almadılar?..
***
Harbiyeli genç onları kandırıp içeri girmiş... Bir şeyler yazmaya hazırlanırken biz gelmişiz...
Zaten evde olsak o adamı içeri almazdık... Çıldıracağım...
Niye bunları araştırmıyorlar?..”
***
Nazım ise neden ve nasıl suçlandığını bir türlü anlamıyordu...
Sorguya çekildiği zaman ona, stüdyoda kendisini gören gencin kimliğini sormuşlardı...
***
O da bu gencin adını bile bilmediğini, evinin adresini vermediğini söylemişti...
Hatta bu gencin polis tarafından gönderildiğine inanıyordu...
***
Gençle neler konuştuğunu olduğu gibi anlatmıştı...
Zaten ortada saklayacak bir şey yoktu... Genci hiçbir suça teşvik etmiş değildi...
***
O gencin sorguya çekildiği zaman; olayı başka türlü anlatması için ya gizli ajan, ya aşağılık bir yalancı, ya da deli olması gerekirdi...
***
Zaten Nazım’a;
“Sen bu genci suç işlemeye teşvik etmişsin” dememişlerdi...
Cezaevinde kimseyle konuşmadan, tek başına bir odada kalıyor ve gününü nasıl geçireceğini bilmiyordu...
***
Davanın savcısı ise şöyle diyordu:
- “Biz bu davada delil arayacak kadar saf değiliz... Bunlar bugün bir şey yapmamışlarsa, yarın yapacaklardır...”
***
Nazım Hikmet davası, suçsuz yere yıllarca hapiste kalması; ona çektirilenler ve yaşatılanlar, bugün bir ‘özür’le telafi edilmeye çalışılıyor...
***
Bizse; komploların, komplocuların, iftiracıların, gizli ajanların; tıpkı Nazım Hikmet olayında olduğu gibi bugün de bütün kirli güçleriyle bu ülkede ayakta olduklarını biliyoruz...
***
Tarih tekerrür etmemek için, veya tekerrür ederken, bu kirli oyunları, ajanları, aktör ve aktristleriyle deşifre edebilmesi için; yazılmaya devam ediyor... O gün Nazım’a suçsuz yere bunları yapanların; daha sonra nasıl yaşadıklarını nelerle karşılaştıklarını bilmiyoruz...
***
Ancak tarih saklambaç oyunun sevmiyor... 78 yıl sonra da olsa hayatı ve yaşamın her anını sobelemeye devam ediyor... Yaşamanın mutluluğu da 78 yıldan bugüne, komplocuları deşifre edip, daha güzel, daha adil ve daha mutlu bir hayatı paylaşmak olsa gerek...
Nazım’ın dediği gibi;
-”Bu hasret bizim...”