İstenen düzene ve sisteme uymayan bir gazeteciyi yok etmenin çeşitli yolları vardı Türkiye’de...
Önce onu itibarsızlaştırırlardı...
Çetin Emeç “hiç hak etmediği şekilde itibarsızlaştırılan gazetecilerden en önemlilerinden biri olarak basın tarihine geçti...”
***
Galatasaray Lisesi ve İstanbul Hukuk fakültesi mezunu, babası gazete patronu olan; Suadiye’li Çetin Emeç, “güya ciddi ve seviyeli gazetecilere karşı magazinci bir gazeteciydi!!!”
Bu sıfat takılarak aşağılanmaya başladı “derin Milliyet” tarafından; Çetin Emeç...
***
Dikkat edildiğinde; en seviyeli görünenleri de dahil; bu aşağılamayı yapanların hiçbirisinin, “eğitim düzeyi”, Çetin Emeç’in yarısına ulaşmıyordu...
Ya iyi bir liseden mezun olmalarına karşın, üniversite mezunu değillerdi...
Ya da üniversite mezunu olanları, ne üniversite ne lise eğitimi açısından Çetin Emeç’in okuduğu okulların yanından geçebiliyordu...
***
Ancak görüntüde; lise mezunu ya da en fazla akademi mezunu olanlar; “seviyeli ve ciddi” gazeteci;
Gazete sahibi babası, Galatasaray Lisesi ve Hukuk Fakültesi eğitimi alan Çetin Emeç “magazinciydi...”
***
Gazeteci o sırada tıpkı Çetin Emeç’i itibarsızlaştırmaya çalıştıkları gibi; kendisinin Ankara TED Koleji öğrenimini; Mülkiye Basın Yayın eğitimini, Berlin ve Tokyo Uluslararası gazetecilik mezuniyetleri ile Cambridge dil diplomalarının; es geçilerek; magazinci ve ‘Acı var mı acı’ sloganının mucidi olarak milyonlara lanse edileceği günleri bilmiyordu...
***
O da gazete tirajına eşdeğer anlamı olan ratingleri patlattıkça; yıllarca aldığı eğitim yok sayılacak ve “acı var mı acı” sloganının itibarsızlaştırmasına maruz kalacaktı...
*****
12 EYLÜL LİDERİ KENAN EVREN; CUMHURBAŞKANI OLARAK DEĞİL, VATANDAŞ OLARAK SORUYORUM MİLLİYET NEREYE GİDİYOR?..”
Milliyet gazetesinin tirajını iki yılda beş kat arttıran Çetin Emeç’e; “derin Milliyet’in reva gördüğü” ceza bundan ibaret değildi...
***
12 Eylül darbesinin etkilerinin devam ettiği günlerdi...
Bir gün Milliyet gazetesinin koridorlarında Kenan Evren’in; bir Milliyet mensubuna şöyle dediği yankılanmaya başladı...
***
-“Cumhurbaşkanı Kenan Evren olarak değil; vatandaş Kenan olarak soruyorum; ‘Milliyet nereye gidiyor?..’”
***
12 Eylül darbesinin lideri; güya Cumhurbaşkanı sıfatıyla değil de “Milliyet okuyucusu Kenan Evren sıfatıyla” Milliyet’in ‘magazinleşmesine!!!’ tepki duyuyordu...
***
Gazeteci o sırada; gün gelip koskoca MİT Müsteşarı’nın; Gazeteci’nin yaptığı haberlerin; Türkiye’ye komünizmi getireceğinin söyleyeceğini tahmin edemezdi...”
***
Bu derece trajikomik olayların Türkiye’de yapılacağını kestiremezdi.
Darbe liderlerinin “sıradan bir Milliyet okuyucusu olarak, gazeteyi sorgulayabildikleri; MİT Müsteşar’larının, rating rekoru kıran bir televizyon haber büteninin Türkiye’ye komünizmi getireceğini söyleyebildiği bir ülkeydi Türkiye...”
En kötüsü de bunlar demokrasi diye diye yapılıyordu bu ülkede...
*****
AYDIN DOĞAN GAZETECİYE SÖYLÜYOR; “PARAYA İHTİYACIM OLDUĞU İÇİN SATMIYORUM MİLLİYET’İ...”
21 Nisan 2011 günü; Milliyet ve Vatan gazetelerinin Aydın Doğan’dan; Erdoğan Demirören-Ali Karacan ortaklığına geçtiği gün; Gazeteci on yıl çalıştığı ve tüm labirentlerini bildiği Milliyet’le, o günlerde yazı yazdığı Vatan gazetesinin el değiştirmesinin tarih önündeki tanıklığını yapmak için Milliyet Gazetesi’ne gitti...
***
Gazeteyi alanlar; Erdoğan Demirören ve ailesi ile Ali Karacan ortaklığıydı...
Gazeteci Yıldırım Demirören’le Beşiktaş yönetiminde beraber görev yapmıştı...
***
Yıldırım Demirören’in yönetiminden kafasına uymadığı için 6 ayda istifa etmiş ayrılmıştı...
Ancak “Demirören ailesiyle dostluğu bozulmamıştı bu istifadan dolayı...”
O işti, öteki dostluk...
Gazeteci işiyle, dostluğu karıştırmamaya özen gösterirdi...
***
Kader; Yönetim’de anlaşamayıp istifa eden ancak; Demirören ailesiyle dostluğu devam eden Gazeteci’yi bir kez daha Vatan ve Milliyet gazetelerinin sahibi olarak Demirören grubuyla karşı karşıya getirmişti...
***
Gazeteci; hayatı işten ibaret değil; dostluklardan ibaret görürdü...
O gün Milliyet ve Vatan’ın “Aydın Doğan’dan; Demirören-Karacan ortaklığına” geçişinin törenine özellikle tanık olmak istemişti...
***
Aydın Doğan 30 yıl sonra Milliyet’i elinden çıkartıyordu...
Gazeteci bu otuz yılın neredeyse her dakikasını biliyordu...
Aydın Doğan zor günler geçiriyordu...
Vergi cezaları ve vergi borçları vardı...
Hakkında ceza davaları arka arkaya açılıyordu...
Köşeye sıkışmış bir izlenim veriliyordu...
***
Gazeteci Aydın Doğan’ın yanına gitti...
Bir süre kendisini hissettirerek, ancak hiç konuşmadan onunla beraber yürüdü...
Yarım saat kadar böyle geçti...
***
Sonunda Aydın Doğan; 30 yıldır kendisiyle bir aşağıda bir yukarıda, zikzaklar arasında ilişki yürüten Gazeteci’ye güvenerek döndü ve şöyle dedi:
-“Biliyorsun Milliyet’i paraya ihtiyacım olduğu için değil, öyle gerektirdiği için satıyorum...”
***
Gazeteci Aydın Doğan’ın ne demek istediğini biliyordu...
Aydın Doğan için Milliyet’in ne anlam ifade ettiğini de...
***
Aydın Doğan o sırada, Hürriyet, Milliyet; Posta, Radikal gibi dört büyük gazete, Kanal D ve CNN Türk gibi iki televizyon kanalı, onlarca dergi ve dağıtım şirketi ile “medyayı kontrol eden bir medya imparatoru” olarak görülüyordu...
***
Medya imparatorunun; “medyaya adım attığı Milliyet’i 70 milyon dolar için satmaya ihtiyacı yoktu...
Ancak “medya kartelini yöneten patron” imajından kurtulmak istiyor; gazetelerini Hürriyet ve Posta’yla sınırlandırarak, geçmişe beyaz bir çizgi çekmeyi amaçlıyordu...
***
Hayat; Gazeteci’ye kim bilir daha neler söyleyecekti?..