Telefonda;
-“Yasmin Levy’nin konserine davet etsek gelir misiniz?..” dediklerinde;
Karşımdakine bıkkınlık verecek; ‘durup dururken nereden aradık’ dedirtecek detaylı sorularıma geçiyorum...
-“Nerede olacak?..
Ne zaman yapılacak?..
Hangi saatte konser?..
Konser günü haftanın hangi gününe geliyor?..”
***
Sorular bitmek bilmiyor..
Çocuklar doğduktan sonra bir yere gidebilmek için, o kadar çok şeyin denk gelmesi gerekiyor ki; çoğu zaman halkla ilişkilerciler, davet etmeye yeltendiklerine bin pişman telefonu kapatıyorlar...
***
Yasmin Levy konseri için arayan halkla ilişkilerciler de ilk anda benden yana umutsuzlar...
Oysa Yasmin Levy ismini duymamla; ikinci telefon arasında “öyle saatler yaşıyorum ki; konser ‘ben buradayım’ diye bangır bangır beni çağırıyor...”
***
Yasmin Levy’nin Sevda şarkısını dinlemeye başlıyorum ve bir anda çarpıldığımı hissediyorum...
Firuze’yi dinlerken ise, sesim soluğum kesiliyor...
***
Sevda ve Firuze Türkçe şarkılar...
Melodisini biliyorum; ritmini biliyorum; sound’unu biliyorum...
Ne çarpıyor peki beni böylesine?..
***
Birincisi;
Yasmin Levy’nin muhteşem sesi...
İkincisi;
Parçaya yaptığı vurgu...
Fakat; hepsinden öteye parçaları dinlerken; ruhumun debisinin gitgide derinleştiğini hissediyorum...
Öyle bir dille söylüyor ki şarkıları Yasmin Levy; hayatım boyunca ses, müzik ve dilin böylesine “estetik bir aqustik”le mixlendiğine şahit olmadığımı fark ediyorum...
***
Önce İspanyolca gibi geliyor dili;
Ancak sadece İspanyolca açıklayamıyor Yasmin Levy’nin şarkılarındaki sound’u...
-“Acaba İbranice motifler mi sağlıyor bu durumu parçalarda” diye bütün vücut enerjimi kulağıma fokusluyorum...
***
En sonunda anlıyorum ki; bu inanılmaz parçaları Yasmin Levy; Yahudi İspanyol’casıyla (Ladino) seslendiriyor...
***
Parçaları birkaç kere dinlememe rağmen, bir türlü tekrar dinlemekten alıkoyamıyorum kendimi...
***
İkinci telefon konuşmasında; ben çoktan konsere gitmeye karar vermiş bulunuyorum...
O kadar ki, 7 yaşına basan çocuklarımı “kulaklarının böyle muhteşem bir müzikle açılması için” onları da konsere götürmeyi düşünüyorum...
ADİO KERİDA... SALON YIKILIRKEN... (2)
Konser gecesi; Zorlu Gösteri Merkezi en dolu gecelerinden birini yaşıyor... Ben; Türkiye’de bile çok nadir gördüğüm ölçüdeki muhteşem bir sesi ve yorumu dinlemek üzere oradayım...
***
İsrail’den gelen Musevi bir sanatçı Yasmin Levy... Babası İzhak Levy; Manisalı Türk Musevisi bir müzisyen...
İsrail kurulunca, oraya gidiyor ve İsrail Radyosu’nda müzisyen olarak görev yapıyor...
Annesi de kendisi gibi yorumcu...
İlk kez 21 yaşında annesinin sahnesinde sahne alıyor Yasmin Levy...
***
Parçaları o kadar aşkı, o kadar hüznü, o kadar duyguları çağırıyor ki; saatler geçse de ses ve melodilerin içinden çıkmak istemiyorum...
***
Firuze; Sevda’dan sonra Mal de l’amor; La Alegria geliyor...
Ve nihayet Yasmin Levy; en büyük hiti Adio Kerida’yı söylemeye başlıyor...
Salon yıkılıyor...
Benim ise içim yıkılıyor...
MUSEVİ BİR AŞK...(3)
Adio Kerida’yı (Elveda Kerida) dinlerken; göğsümden fışkıracakmış gibi çarpan yüreğim; bir anda 28-30 yıl öncesine gidiyor...
***
Hayatımdan alaboraların eksik olmadığı esmer günlerimde; bana kalbinin tüm güzellikleriyle açıp; destek olmaya çalışan Nora’ya...
***
Nora Atina’da tanıdığım hali vakti oldukça yerinde bir Musevi kadın...
Eşinden ayrılıyor ve bütün gücüyle iki çocuğunu büyütmeye ve yetiştirmeye çalışıyor...
***
Tertemiz bir kalbi var Nora’nın...
Ortak kız arkadaşlarımızdan “benim temiz kalpli bir insan olduğuma kanaat getiriyor”; ve sevgili olarak atan yüreğinin tüm sevgisini; mesleki olarak zor günlerimde bana yardımcı olmaya çalışarak göstermeye çalışıyor...
***
Kaderin garip cilvesi;
Hayat beni büyütmek için, aynı zamanlarda iki Musevi kökenli insanı hayatıma sokuyor... “Birisi hayatıma destek; diğeri ise köstek” olmak üzere geliyor hayatıma...
Köstek olanı bana yapmadığını bırakmıyor o yıllarda...
***
Mesleğimden atılmam; benim gazetecilikten kopartılmam için elinden gelen her darbeyi yapıyor...
En çaresiz günlerimde Nora’yla konuşuyorum;
-“Ne istiyor bu adam benden Nora?..” diyorum...
***
Nora; aynı etnisiteyi taşımanın verdiği mahçup bir özgüvenle;
-“Senden ürküyor...” diyor;
-“Onun için; seni bir an önce yok etmeye çalışıyor...”
***
Hayat o günlerde bana unutamayacağım bir ders veriyor...
İnsan denilen varlığın; etnisite, ırk, renk, milliyet, millet, din, mezhep üzerinden sınıflandırılamayacağını en açık haliyle gösteriyor...
***
Aynı etnisitenin iki insanı; kadın ve erkek; biri hayatımı mesleki olarak bitirmeye çalışırken; diğeri bana hayat vermek için kalbime masaj yapıyor...
O günlerde en ağır tecrübeyle o dersi aldığım sırada henüz 30 yaşındayım...
***
Bir kez daha anlıyorum ki; “hiçbir sınıfı, aidiyeti, milleti, milliyeti, dini, mezhebi, kültürü ötekileştirmek” hayata ve insana karşı yapılacak en büyük haksızlıktır...
Hayatı okumayan; gerçeği anlatmayan bir safsatadır kafatasçılık...
***
Adio Kerida...