Annecik edebiyat öğretmeniydi...
Kolej’deyken, raporlu bir edebiyat öğretmeninin yerine sınıfa edebiyat öğretmeni olarak geldiğinde; önceleri ne yapacağımı pek bilemedim...
***
Sınıfın en “haylaz ve isyankar” öğrencilerinin başında geliyordum...
Derslerde “Hoca”lara azap çektirtmekle ünlü bir öğrenciydim...
***
Sınıfın “en haylaz öğrencisinin”, lise birde edebiyat dersine öz annesi öğretmen olarak giriyordu...
“Serseriliğinden taviz verme, oğlum” diyordum içimden...
-“Haylaz öğrenci kontenjanındaki tavrını annene karşı da olsa sakın bozma... Annenin sınıftaki otoritesini bozsan da, serseri öğrenci karizmasını sakın bozayım deme...”
***
Annecik; 15 yaşındaki çocuğuyla, 42 kişilik Kolej’in isyankar lise bir sınıfını idare etmeye çalışıyordu o günlerde...
***
Dün; anneciğin veraset vergisiyle ilgili işlemlerini yapmak için, Sirkeci’deki Veraset vergi dairesine gittim...
İşlemler yapılırken, maillerime bakmak geldi içimden...
***
O tanımadığım Kimya öğretmeninin bana gönderdiği maili; Sirkeci’deki veraset vergi dairesinde, memurenin karşısında otururken okumaya başladım...
***
Kısa bir mektuptu...
Anneciğin ölümünden sonra yüzlercesi gelmişti bana...
Ancak bu mektup bir başkaydı...
***
Okumamla, ağlamaya başlamam aynı anda oldu...
Gözümden yaşlar akmaya başlayınca, memurenin masasının üzerinde duran gözlüğüme sarıldım...
Gözlüğü taktım...
Etrafa fark ettirmemeye çalışarak bir süre oyalandım...
***
Ancak, nadir olan bir şey başıma geldi ve maile her baktığımda ağlamaya başladığımı fark ettim...
Ağlama nöbetine girmiştim...
Ancak bir öğretmenin dili beni ağlatabilirdi...
Annem bir öğretmendi...
Babam öğretim üyesi olsa da esasen o da bir öğretmendi...
Sadece bir öğretmenin dili beni böylesine bir ağlama nöbetine sokabilirdi...
***
Ağlama nöbeti bitmeyince karşımdaki danışman ve memureden izin isteyerek dışarı çıktım...
Sirkeci’nin sokaklarında bir parça hava aldım, bir süre yürüdüm...
Ağlama nöbetlerine gire gire, devlet dairesinden içeri girdim...
***
Bir süre sonra işleri bitirip; vergi dairesinden çıktık...
Taksiye bindik...
Eve doğru gitmeye başladık...
Üzerinden bir saat geçmesine rağmen, maile her baktığımda taksinin içinde gözümden yaşlar süzülüyordu...
BENİ HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLATAN MEKTUP...(2)
Kimya öğretmeninin gönderdiği mektubu, akşam saatlerinde köşemde yayınlamaya karar verdim...
Anneciğin ölümünden bu yana hiçbir mektup; beni o derece etkilememiş, gözümden o kadar yaş akmasına neden olmamıştı...
***
Beni; hiçbir mektubun etkilemediği kadar etkileyen, hüngür hüngür ağlatan mektup şöyleydi;
***
“Sevgili Reha Muhtar,
Hep belli bir kaliteyi muhafaza ettin...
Hiç bozulmadın...
Mesafeli durdun...
Gerçekleri yazdın...
Sebebi belliymiş oğulcuk...
Başın sağolsun diyeceğim yetmeyecek, nur içinde yatsın az gelecek...
Yazını gözyaşlarıyla okudum; çünkü hepimizin içinde annecik özlemi ve yarası var...
MERAL GÜVENTÜRK
Kimya Öğretmeni”
ÖĞRETMENCİKLERİM...(3)
Ortaokul birinci sınıfta Kolej’de bir hanım öğretmeni bize “Türkçe ve Türkçe Kompozisyon” derslerine verdiler...
***
Türkan öğretmen okulda notunun kıtlığıyla bilinen bir öğretmendi...
Derslerde çok nadir, sekiz veya dokuz verir...
Yedi’den yukarı mümkün değil çıkmazdı...
On verdiği ise hiç görülmemişti...
***
Annemin edebiyat öğretmeni olduğunu biliyordu...
Aralarında konuşurlardı...
Önceleri onun edebiyatçı olmasından mütevellit bana ilgi göstermişti...
Sonra durumu fark etti; Edebiyata “esas ilgi duyanın ben olduğuma” hükmetti...
***
O da tıpkı ilkokul öğretmenim Süheyla Hanım gibi beni özel koruması altına aldı... Kanatlarının altında edebiyat derslerini yapmaktan mutluydum...
***
Sınıfın büyük çoğunluğu Türkan Hoca’dan beş alabilmek için “özel hoca”lar tutardı...
Ben ise “özel koruma altındaydım Süheyla Öğretmen’de olduğu gibi...”
***
Sınavlarda ne not alırsam alayım her dönem karnemde sekiz notunu verirdi Türkan Hoca...
Bir defasında değiştirdi; dokuz verdi...
Bir sınavdan ise “on” verdi...
Hayatımın günüydü Türkan Hoca’dan on aldığım gün...
Güle oynaya edebiyat dersini yaptık Türkan Hoca’yla üç yıl boyunca...
Derslere ilgimi kaybettiğim, başka alanlara ilgi duyduğum günlere geliyorduk...
***
Bir tek “Türkçe ve kompozisyon dersi” bundan muaftı...
Annem ne zaman “çalış” dese, kalın Türkçe kitabını alıyor, “oradan okumalar” yapıyordum...
Hangi dersten ne alırsam alayım; Türkçe’den notum 8’den aşağı düşmüyordu...
Bu olayın üzerinden 40 yıl geçti...
Gazetecilikte parlamış, televizyonculukta patlamış ünlü olmuş bir haberciydim...
***
Bel altı yöntemlerle meslekten azledilmeye çalışılıyordum...
Sığınabileceğim hiçbir sığınak kalmamış görünüyordu...
O sırada Türkan Hoca; geçmişten ve anılardan koptu geldi ruhumun derinliklerine...
Yeniden edebiyatla sardı kalbimi ve ruhumu...
***
11 yaşında sığınak olduğu yavrusuna, 40 yıl sonra yine duygusal bir sığınak yaptı...
Beni hayallerden yaptığı çağrılarla, “yeniden yazıya ve edebiyata yöneltti...”
***
Türkan Öğretmen; “11 yaşında edebiyata aşık ettiği öğrencisini 40 yıl sonra yeniden hayata döndürdü...”
Beni katletmek için uğraşanlar avuçlarını yaladılar...
Türkan Öğretmen avuçlarının içiyle öğrencisinin yanaklarını okşuyordu...
Meleklerin diyarından “Sen ağlama dayanamam” diye seslenerek...
Öğrencisinin hayatını, 40 yıl sonra anılardan gelen sevgisi ve enerjisiyle yeniden kurtarıyordu...
***
Ne diyordu Kimya öğretmeni Meral Güventürk mektubunda;
-“Hep belli bir kaliteyi muhafaza ettin...
Hiç bozulmadın...
Mesafeli durdun...
Gerçekleri yazdın...
Sebebi belliymiş oğulcuk...”
***
Ne yaptıysam, nasıl davrandıysam sebebi hep; öğretmen olan annecik babacık ve öğretmenciklerimdi...