Gazetede biri ismiyle, diğeri ‘Taha Kıvanç’ mahlası köşelerinde yazdığı ilginç komplo teorilerini herkese okuturdu Fehmi Koru... Uzun yıllar; siyaset-iktidar-diplomasi-istihbarat-medya beşgeninde; “haberi kimden aldığını belli etmeyecek derecede” geniş kaynak ağına sahip bir gazeteciydi...
***
Yazdığı haberleri hangi kaynaktan almış olabileceğini bulmaca çözer gibi tahmin etmeye çalıştığım çok yazısını hatırlıyorum...
Bir televizyon programıma Emin Çölaşan’la katılmıştı uzun yıllar önce...
İki üç yıl önce de, ortak dostların organizasyonuyla ara ara öğle yemeklerinde buluşur olduk...
***
Siyaset-sanat-ticaret dünyasının içinde sürekli yurt içi ve dışı seyahatlere gittiğini, özel toplantılara iştirak ettiğini; etkin bir köşe yazarı olarak; “yirmidört saat mesleğiyle haşır neşir bir yaşamın dışında; pek bir şeye rağbet etmediğini” görüyordum...
BEŞ ÇOCUĞUNU KARISININ BÜYÜTTÜĞÜ GAZETECİ... (2)
Yakın dostları; “Beş çocuğunu akademisyen olan eşinin büyüttüğünü”; Koru’nun işinden başka pek bir şeyle meşgul olmadığını söylüyorlardı...
***
Bana hiç yabancı gelmeyen bir hayattı Fehmi Koru’nun hayatı...
Tek önemli farkla...
Ben onun gibi muhafazakar bir çevreden gelmediğimden; evlilik konusunu gençlik yıllarımda da önceliklerim arasından tamamen çıkarmış; 30 yıl gazetecilikle evli bir hayatı sürdürmüştüm...
***
Bir ses sanatçısıyla yaşadığım ilişkiden yadigar; hafta sonları görebildiğim manevi kızım dışında; hayatta ne bir eş, ne de çocuklarla nefes alan bir eve sahip olmuştum...
***
Varsa yoksa yalnız bir ruh yapısında sürdürülen gazetecilik... Son yıllarda fark etmiştim ki; dolaştığım dünya şehirlerinin hiçbirinin farkında değildim... Belgrad’ı kongre merkezinden; Sofya’yı Başbakanlık, Dışişleri bakanlığı güzergahından; Kopenhag’ı, Leeds’i canlı yayın yaptığım meydanlarından, Helsinki’yi tek bir caddesinden ve sonuçta bütün şehirleri kaldığım iki gecelik beş yıldızlı otel odalarından ibaret tanıyordum...
***
Bu şehirlerde hasbelkader gezdirildiğim yerleri bile gezerken; aklım haberde ve gazetecilikte olduğundan; birçok şeyi görmüş, ama pek bir şey fark etmemiştim...
MİLANO, VİYANA, PRAG, ROMA, BARCELONA’DA HAYAT... (3)
Aktif haberciliği aniden bıraktığım 2004-2005 yıllarından itibaren; hayatı, dünyayı ve insanları olağan halleriyle tanımaya başlamış; şehirleri gerçek anlamda görme fırsatı elde etmiştim...
Milano, Viyana, Prag, Roma, Barcelona, Los Angeles, Miami, Madrid, Positano, Amalfi, Capri, Napoli, Budapeşte, hatta Bodrum hep aktif habercilik sonrası gerçek dünyalarıyla keşfedebildiğim şehirlerdi...
***
25 yıllık gazetecilik, bana dünyayı gezme olanağı verirken, dünyayı ıskalama arızasını da beraberinde getirmişti... Neyi ıskalamakta olduğumun farkında da değildim...
Kendimi her gazeteci gibi “süper insan” modunda ve şair metaforunda söylendiği gibi; “Herkes kendi penceresinden bakar... Şair damdan bakan insandır...” ezberinde yaşayan bir “süper gazeteci” zannediyordum...
3 AYDA KARŞIMDA BAŞKA BİR GAZETECİ... (4)
İnsanların “sıradan hayatları, bayramlardaki tatil arzuları, yazları deniz sevdaları, kışları kayak arzuları, turlarla dünyayı keşfetme heyecanları” bana sıradan gelir; gazeteci şizofrensiyle soslanmış tarihsel kahramanlık mertebesinin Don Kişot’vari çılgınlığında, görünmez yel değirmenlerine savaş açardım...
***
Fehmi Koru’nun tüm bu yıllar boyunca; ne kadar benim kadar çılgın yaşadığını bilmiyordum ama; beş çocuklu mükemmel bir aileye sahip olmasına karşın, hiçbir şekilde aile düzeneğinde bir hayat yaşamadığı aşikardı...
Varsa yoksa, politika, diplomasi, istihbarat, ekonomi, ticaret, global ve yerel siyaset ile her türden labirent, onun yaşamına egemendi...
***
Köşe yazılarının zorunlu kesildiği üç aya yakın bir sürenin, son bir ayında kendisini görmemiştim...
Geçen hafta gördüğümde; karşımda tamamen farklı bir Fehmi Koru vardı...
Bir kitap yazmıştı;
“Cemaatin Siyasetle Sınavı... Ben Böyle Gördüm...” diye...
Kitabı aldım, belirli bölümlerini okudum...
Fakat ben kitaptan ziyade Fehmi Koru’daki değişikliğe fokuslandım...
***
İki ay gibi kısa bir süre içinde önce çocuklarını alıp New York’a götürmüştü Koru...
Sonra karısını alıp Atina’ya gitmişlerdi...
Akropol’ün eteklerine, Zapion kapısının önlerine...
Şimdi yine karısını alıp Berlin’e gitmenin planlarını yapıyor, uçak ve otel rezervasyonlarındaki incelikleri hatmediyordu...
-“Eşimi bugüne kadar bir türlü götüremediğim yerlere götürüyorum...” diyordu...
“GAZETECİYE KADIN VERMEZLER... GAZETECİ EMEKLİLİĞİ GÖRMEZ...” (5)
Yüzü kanlanmış, cildi düzelmiş, huzurlu ve sağlıklı görünüyordu...
Bu duyguyu tanıyordum...
Sharma’nın Ferrarisini Satan Bilge kitabını okuyana kadar;
“Gazeteci gece gezer...
Gazeteciye kız vermezler...
Gazeteci bohem sever...
Gazeteci hızlı yaşar genç vefat eder...
Gazeteci erken ölür...
Gazeteci yaralanır...
Gazeteci kalp krizinden gider...
Emekli gazeteci pek görülmez...
Yaşayanlar emekliliği görmez...
Gazetecinin eşi, ilk günden dul bir hayat sürer...
Gazeteci eşinin doğumuna yetişmez...
Çocuklarının mürvetini görmez...”
türünden onlarca mesleki tezvirattan oluşan bir içtihadın ezberinden geliyordum...
Bu mesleğe hayatını veren her gazetecinin yaptığı gibi...
***
Hayatı “sıradan” ve “sıradan olduğu için muhteşem” yaşamaya başladığımdan beri, neleri kaçırmış olduğumu fark edip, bir saniyemi bile boşa geçirmemeye çalışıyordum...
Bir gazetecinin mesleğinin ilk yıllarında edindiği tezviratın hayatını bu denli etkilemesi, inanılır gibi değildi...
Gazeteciler aslında, hayatı ilk günlerden itibaren sıradan yaşamadıkları için, olağan hayatlardan uzaklaşıyor, bir süpermen egosuyla başka bir gündemin merkezine seyahat ediyorlardı...
O dünyaları sıradan insanlar anlamıyor; “süpermenler de kendilerinin neden anlaşılamadığına boşu boşuna hayıflanıyorlardı...”
Fehmi Koru için şunu söyleyebilirim;
“Welcome to the Ordinary’s Clup...”