Televizyon haberlerini aldığım ve anchor’lık yapmaya başladığım günlerin üzerinden sadece birkaç hafta geçiyor...
Kameraman ve muhabirlerin toplandığı, harareti bol haber merkezi toplantılarının birinde o zamanki kamera şefi benden bir ricada bulunuyor:
-”Tripotlarımız eksilmiş...” diyor...
-”Lütfen talimat verir misiniz tripot alınsın... Üç yeni tripot lazım... Kameraman arkadaşlar eksik tripotlardan ötürü zaman zaman tripotsuz çalışmak zorunda kalıyorlar... İyi görüntü alamıyorlar...”
***
Çocuğun yüzüne bakıyorum...
Tripot dediği şey; kameramanların; çekim yaparken ağır kameraları taşımamak için kullandıkları, üç ayaklı sehpa...
Kamerayı tripota yerleştiriyorlar, izledikleri haberi, kamerayı sabit tutarak öyle çekiyorlar...
Görüntü doğal olarak hareketsiz, manzara görüntüsü kıvamında bir hal alıyor...
***
Bir belgesel çekiminde, pastoral bir dünyanın görsel anlatımı esnasında, Yedi Göller’i çekerken doğanın yeşilliğini ve maviliğini aksettirme sevdasında, Nuri Bilge Ceylan’ın görsel planlarında; sonsuz derecede yararı olan tripot’un “haberciliğe yarar değil; zarar verdiğine” inanıyorum, o sırada da bugün de...
***
Kameramanların şefi Haluk isminde bir arkadaş...
-”Kaç kameramansınız haber merkezinde?..” diye soruyorum...
-”11... Gececiyle beraber 12 kişiyiz...” diyor...
-”Kaç tripotunuz var...”
-”Sekiz...” cevabını veriyor...
-”İki tripotu ayırın... Her ihtimale karşı, uzun basın toplantılarında kullanılması için... Geri kalan 6 tripotu, teslim edin kanalın yönetimine... Belgesel çekiminde ve stüdyo çekimlerinde kullansınlar... Haber kameramanı tripot kullanmayacak bundan böyle...”
***
-”Abi kaç kilo o kameralar?..” gibisinden bir itiraz gelir gibi oluyor...
-”Biz burada Yedi Göller Belgeseli çekmiyoruz...” diye kestirip atıyorum...
-”Üniversitede olaylar çıkmış, kameraman görev yapıyor... Tripot mu kuracaksınız üniversite olaylarını çekmek için?.. İsterseniz bir de çay kahve verelim yanınıza... Haberin görüntüsü durağan olmaz... Durağan görüntüyle habere özne olacak olay çekilmez...”
***
Kameramanların şefi; içinden “delirmiş bu adam” diye geçiriyor...
O güne kadar, hiçbir televizyon haber merkezi, böyle bir uygulamayı aklından bile geçirmiyor...
“Delirmiş” dedikleri adamın 1996 yılının Eylül ayında “tripotları atın” diye söylediği sözlerin, sadece iki ay içinde bütün haber merkezlerince benimseneceğini, “bu sefer de tripot kullanan haber kameramanlarına deli deneceğini” bilmiyor o sırada kameraman ve muhabirler...
***
Ben ise bu sözleri; sadece içimden gelen “iç ses”i duyarak söylüyorum...
Haber denilen şeyin, “tempo” olduğunu, temposuz haberin, monoton bir “göl” belgeseline dönüşeceğinin farkındayım...
“BİZİ KÖTÜ KALPLİ BÜYÜCÜLERDEN KURTAR...”2
Önceki gece Broadway’deki New Amsterdam tiyatrosuna “Alaaddin’in Sihirli Lambası” müzikali için gittiğimde “bu denli zengin bir koreografide, böylesine dinamik ve tempolu bir oyun izleyebileceğimi” hiç ummuyorum...
***
Oyunun çarpıcı ve muhteşem koreografisinin sahibinin; Broadway Tiyatro ödüllerinin en prestijlisi olan The Antoinette Perry Awards (Tony) Ödülleri sahibi yönetmen Casey Nicholaw olduğunu o sırada bilmiyorum... Casey; tiyatro oyununa öyle bir tempo katıyor, müzikali öyle bir dinamizm içinde sunuyor ki; salonu oyun başladıktan birkaç dakika sonra bütünüyle avuçlarının içine alıveriyor...
***
Seyircinin duygularına hakim olduktan sonra, sanatını konuşturuyor...
Oyununu izlerken, “tıpkı Alaaddin’in sihirli lambasının içindeki cinin hikayesindeki gibi”; “kötücül bir büyücünün elinden son anda aldığım sihirli lambanın içindeki iyi kalpli cinimle” yaptığım televizyon haberciliği gözlerimin önüne geliyor...
İYİ KALPLİ ALAADDİN’İN KÖTÜCÜL VEZİR VE BÜYÜCÜYLE SAVAŞI... 3
İyi kalpli bir genç olan Alaaddin; kötü kalpli büyücüden “Sihirli Lambayı aldıktan sonra”, lambanın içinde kendisine yardım eden iyi kalpli cinle, “aşık olduğu prensese kavuşmaya çalışıyor...”
***
Alaaddin’in sevdiği kıza kavuşmasını engelleyen kötücül büyücünün yanında bir de, prenses Yasemin’in babası “Kral’ın kötü kalpli veziri var...”
Broadway’de “iyi kalpli genç Alaaddin’in, sihirli lambası ve ciniyle, kötülerin bulunduğu bir dünyada iyiliğin ve sevginin kazanabilmesi için girdiği öğretici mücadelenin tatlı mecrasını” izliyorum...
***
Müzikalin muhteşem bestelenmiş yeni müzikleri öyküye anlatım gücü kazandırıyor...
Oyunun sonunda “tahtın ve paranın sahibi olmak için” prenses Yasemin’e göz koyan; kötücül vezir ile büyücüye rağmen, Alaaddin sevgilisine kavuşuyor...
“İyiler kazanıyor; kötüler kaybediyor...”
***
Bir çocuk masalı olsa da Alaaddin’in Sihirli Lambası ve iyi kalpli cinle olan macerası; çocuklara “kötülüğün sonsuza kadar var olmayacağını, iyiliğin gün gelip mutlaka kazanacağını” muhteşem bir müzikalle anlatıyor...
Alaaddin’in Sihirli Lambası; muhteşem bir Broadway oyunu...
İSTANBUL’DA SHREK OYUNU VE MUHAFAZAKARLAŞAN TÜRKİYE... 4
Aylar öncesinden Ayşe Nazlı beni uyarıyor:
-”Baba, Shrek geliyor İstanbul’a Zorlu Center’a... Mutlaka görmek istiyorum... Sen ayarlarsın...”
***
Oyunun İstanbul’da oynayacağı tarihlere bakıyorum...
Çocukları sömestr tatili için Newyork’a götüreceğim günlere denk geliyor...
-”İyi ya...” diyorum içimden;
-”Önce Shrek’e götürürüm... Bir gün sonra da onlarla Newyork’a gideriz... Böylece Newyork’u bir gün önceden İstanbul’da yaşamaya başlarlar...”
***
Zorlu Center’ın Gösteri Merkezi’nde, dünyanın en ünlü Broadway Show’ları teker teker Türkiye’ye getiriliyor ve izleyiciyle buluşturuluyorlar... Mamma Mia müzikalinin hemen ertesinde bu kez Shrek sahneleniyor...
***
Türkiye bir yandan muhafazakarlaşıyor, hayatın standartları, değişikliğe uğruyor belki...
Ancak diğer yandan, gösteri dünyasının en ünlü şovları, müzik dünyasının en büyük starları, Hollywood ve Avrupa sinemasının en yeni filmleri, sanatın ve sporun envai çeşidi; yüzün üzerinde tematik kanalı içinde barındıran dijital platformlar eliyle izleyiciye sunulmaya çalışılıyor...
***
Bu kültürel zenginliği sağlamaya çalışan Türkiye’nin, televizyonlarda sabahtan akşama kadar “haber kanalı adı altında” öbek öbek insanları, siyasi tartışma yapıyoruz edasıyla “kayıkçı kavgası”na sokmasını anlamakta güçlük geçiyorum...
***
Newyork rengarenk bir dünya sunuyor...
Times Square sanki Birleşmiş Milletler binası gibi yüz çeşit insanın taze enerjisiyle hayatı yakalamaya çalışıyor...
Renklerin çokluğunda, kavga yerine, sevginin birleştiriciliğinde, özgürce yaşamaya çalışıyor insanlar hayatı... Kötülüğün kazanamayacağı bir dünyanın umut ve özlemiyle geçiyor günlerimiz Broadway’de...