Aile gazetem olan Milliyet’in Olaylar ve İnsanlar köşesiyle en önemli yazarıydı Hasan Pulur... Henüz gazeteci değildim... Üniversitenin birinci sınıfında, gazeteci olmak için okuyordum... 1979 yılında Milliyet’in efsanevi genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi öldürüldü...
İpekçi öldürülünce, onun gibi bir efsanenin iki yardımcısından Hasan Pulur mu, Turhan Aytul mu yeni genel yayın yönetmeni olacak sorusu sorulmaya başlandı...
***
Aydın Doğan gazeteyi yeni almıştı...
Hasan Pulur gazetede önemli ve ünlü bir köşe yazarıydı... Genel yayın yönetmenliği görevini Turhan Aytul’a verdi... Hasan Pulur bu karardan pek memnun olmamıştı...
Köşesi çok okunan ve Türkiye’nin nabzını tutan efsane bir köşeydi...
Erol Simavi’den gelen teklifi hemen kabul etti ve “televizyonda yayınlanan büyük reklam kampanyalarıyla Milliyet’ten Hürriyet’e transfer oldu...”
Hürriyet; Hasan Pulur’un köşesi Olaylar ve İnsanlar’ın transferini “Yılın transfer bombası” olarak lanse ediyor; rakibi Milliyet’e büyük bir gol atmış olmanın keyfini yaşıyordu...
***
Milliyet aileden okuyucusu olduğum gazeteydi... O sıralarda ben de aralıksız 10 yıl boyunca çalışacağım Milliyet gazetesine yeni girmiştim...
Hasan Pulur’un; genel yayın yönetmeni olmasına kızarak gittiği Turhan Aytul, Milliyet’te genel yayın yönetmenim olmuş; ben Milliyet’te gazeteci olmanın mutluluğunu yaşarken, okuyucusu olduğum Hasan Pulur’un Milliyet’ten ayrılmasının hüznüyle başbaşa kalmıştım...
***
Milliyet gazetesinin Ankara bürosunda ve İstanbul’da beş yıla yakın çalıştıktan sonra; gazete beni Atina’ya göndermişti...
Atina günlerimde Hasan Pulur, Milliyet’teki yuvasına yeniden döndü...
Milliyet’in Cağaloğlu’ndaki merkezinde, Hasan Abi’nin odası Dış Haberler’in bitişiğindeydi... Gazetede hafiften palazlanmış, televizyonun popülaritesiyle, hatırı sayılır muhabirlerinden biri olmuştum... Babamın, annemin hayran olduğu usta yazarın odasına girip, uzun uzun sohbet edecek bir konuma geldiğimi hissediyordum...
Atina’dan İstanbul’a her geldiğimde, yardımcısından rica eder, Hasan Pulur’un odasına dalardım...
***
İlginç bir adamdı Hasan Pulur...
Kalemiyle, köşesiyle sanki bütün Türkiye’yi kendisine hayran bırakan ünlü yazar kendi değilmiş gibi davranır, karşısındaki genç Atina muhabirine aşırı ihtimam gösterirdi...
Bana Yunanistan’ı sordukça, Türk-Yunan ilişkilerinin grift noktalarını benden öğreniyormuş gibi davrandıkça, iyice havaya girer; akşam eve gittiğimde annemle babama hava atardım...
-”Bugün Hasan Pulur bana Yunanistan’ı sordu... Ona uzun uzun anlattım...” türünden ifadeler kullanırdım...
Annemle babamın hayran bakışlarından; “kendime büyük gazeteci payeleri biçerdim...”
***
Gençtim; büyük bir yazarın mütevazılığının ve çelebiliğinin; görmüş geçirmiş bilgeliğinden kaynaklandığını fark edemeyecek kadar, aynamda kendi yaptığım işlerle meşguldüm...
Hasan Pulur, 27-28 yaşındaki Atina muhabiri genç gazeteciyi, ülkenin en ünlü gazetecisi gibi ağırlıyor ona “ne büyük bir gazeteci olduğunu” hissettiriyor, ondaki gazetecilik aşkını coşturuyordu...
*****
HASAN ABİ’YE NE OLUP BİTTİĞİNİ ANLATTIĞI GÜN!..
Bu olayın üzerinden 25 yıl geçti... 2011 yılında Aydın Doğan; Vatan ve Milliyet gazetelerini Demirören-Karacan grubuna satmaya karar verdi... Devir teslim töreninde, Milliyet’le Vatan yazarları, yöneticileri, çalışanları ve eski yeni patronlar bir aradaydı...
***
Köprülerin altından çok sular akmış, 25 yıl önce Hasan Pulur’u Cağaloğlu’ndaki odasında Atina’dan gelişinde ziyaret eden, genç Atina muhabiri, aynı “meslek ustası” gibi, köşe yazarı olmuş, devir teslim törenini onunla beraber izleyecek bir tesadüfe denk gelmişti...
***
Çok yoğun bir gündü gazeteci için devir teslim töreni...O hengamenin ortasında, “meslek ustası”nı görmüş, hemen Hasan Pulur’un yanına doğru seyirtmişti... Uzunca bir süre, fısır fısır konuşmuşlar; Hasan Pulur 25 yıl önce olduğu gibi, efsane yazar kendisi değilmiş gibi, gazeteciden ‘ne olup bittiğini’ sormuştu...
Gazeteci, yine eski günlerdeki gibi, meslek ustasının yanında, kendini ‘önemli bir gazeteci’ gibi görmeye başlamıştı; Hasan Abi’sine ‘ne olup bittiğini’ anlatmıştı!..
*****
HASAN PULUR ODASINDA ACI ÇEKERKEN...
Gazeteci, uzun yıllar muhabirlik, temsilcilik, büro şefliği, televizyon program yapımcılığı, genel yayın yönetmenliği ve yazarlık yaptıktan sonra, son yıllarda, teknolojideki gelişmelere paralel, artık gazetede bulunmuyordu...
Yazılarını evindeki çalışma ofisinde yazıyor, oradan gönderiyordu...
***
Gazetenin patronlarıyla uzun zamandır ailecek tanışıyordu...
Buna rağmen gazetelerin iç işlerine hiç müdahil olmaz, otuz yıl aktif yürüttüğü meslekte, yeni bir aktif görev almanın çok uzaklarında bir hayat çizgisinde yaşardı... Göreceğini görmüş, yaşayacağını yaşamıştı...
Artık yazı yazarak, hayata ve tarihe tanıklık etmek istiyordu...
***
O günlerden bir gün, aylar sonra ilk kez gazeteye uğramış, gazetelerin sahibi Erdoğan Demirören’le 20 dakika süren bir sohbet yapmıştı...
Milliyet gazetesinin yönetiminde bir ayrılık yaşanıyordu o günlerde...
Gazeteciyi uzaktan yakından ilgilendiren bir durum yoktu Milliyet’teki yönetim değişikliğinin...
***
Erdoğan Demirören’in odasından çıktığında, 30 yıl önce Milliyet’te çalışan yardımcı hanımı gördü gazeteci...
Kadının gözlerinin içi gülmeye başlamıştı gazeteciyi görünce..
-“Hasan Bey aşağıda odasında Reha Bey...” diyordu...
Ne odasını görmüşlüğü vardı, ne de uzun zamandır Hasan Pulur’u...
-“Öyle mi?..” dedi...
Koşa koşa indi merdivenlerden...
Hasan Abi’sinin odasına girdi...
Doğru düzgün yürüyemiyordu Hasan Abi ve acı çekiyordu... .
***
Uzun uzun sohbet etti onunla gazeteci... Ordan, burdan, şurdan... Konu konuyu açıyor, sohbet bitmek bilmiyordu...
Hasan Abi; kendisini yine “27 yıl önce olduğu gibi çok önemli bir gazeteci gibi hissettirmeye başlamıştı...”
17 yaşındayken; babasının ve annesinin, hayranlıkla okuduğu aile gazetesinde yazan bir efsane meslek ustasının yanında mutlu mu mutluydu gazeteci...
Babasının kırk yıllık arkadaşıyla konuşuyor gibi, sıcak ve samimiydi duyguları... Odada uzunca bir süre kaldıktan sonra, kalktı ve başka hiçbir odaya uğramadan gazeteden ayrıldı gazeteci...
*****
MİLLİYET OPERASYONU VE HASAN PULUR’UN ANLATTIĞI “DOĞRU”SU...
Bir süre sonra internet siteleri inanılmaz bir haberle çalkalanmaya başladı...
-“Reha Muhtar Milliyet gazetesini gezmiş ve başına geçmeye hazırlanıyordu...”
Önce bu bir şaka mı diye düşündü gazeteci... Sonra, kurmaca haberde “gazetenin yazar katına girdiğini, oraları gezdiğini, bir tür teftiş ettiğini” öğrendi!!!
***
Yalan haberi hayasızca tedavüle sokanlar; sanal olayın tepkilerini örgütlemiş ve dört başı mamur bir “psikolojik harekat” haberi çıkarmışlardı...
Niye ve hangi sıfatla konuştuğu belli olmayan bazı adamlar; Hasan Pulur’la gazetecinin 30 yıldır başbaşa yaptığı çelebi sohbetlerden operasyon malzemesi! çıkarmışlar gazetecinin üstüne gelmeye başlamışlardı...
***
Oysa gazeteci, hayatta nerede görse, Hasan Pulur’la sohbet etmek için can atardı...
Onu insan olarak bilirdi...
Dost olarak, abi olarak...
Hasan Pulur; gazeteciyi 30 yıl boyunca her zaman önemli bir gazeteci hissettiren bir meslek büyüğüydü...
30 yıl boyunca Usta’yla hiçbir gazete için dedikoduları olmamıştı ikisinin...
***
Öldüğünü haber aldığında, bir hüzün dalgası geçti gazetecinin gözlerinin önünden...
O sıralarda zor yürüyen yaşlı efsane Milliyet yazarıyla, 10 yıl Milliyet’te çalışmış gazetecinin son görüşmelerini hatırladı...
Bu veda görüşmesini bile, “pis bir kumpasa alet edenleri” düşündü...
Amaçlarını biliyordu...
“Milliyet gazetesi” için planlamış oldukları projeyi de...
Aydın Doğan’dan satın alırken, sonradan ayrılan ortaklardan birinin arkasından kimlerin gazeteyle ilgili neyin planlandığını da...
İlgisi olmadığı için üzerinde durmamıştı...
Ancak kirli kumpas, onun ilgisiyle ilgilenmiyordu...
***
Kendisinden olmayan herkesi iftirayla saf dışı bırakmaya uğraşıyordu... Gazetecinin görüştüğü Hasan Pulur; ona hep şöyle derdi:
-“Hayat bana bir süre sonra bu gazete çekişmelerinden uzak durmasını öğretti... Abdi’nin (İpekçi) ölümünden sonra bir dönem beni de içine çekmeye çalıştılar bu gayya kuyusunun... Sonra yazarlıkta karar kaldım... O gün bugün hep huzurlu geçti meslek hayatım... Sana da tavsiyem kendi yolum...”
Hasan Pulur...
O bir köşe yazarının, gazete yönetmeden nasıl efsane olacağını gösteren bir gazeteci rol modeldi...