Gazeteci Boğaz’da sabah yürüyüşünü yapıyordu...
Dört kişilik bir ekiptiler o gün; birlikte spor yapan...
Gazeteci’nin bir dönem yöneticiliğini yaptığın kulübün Başkanı’yla sohbet ediyorlardı; yürüyüş esnasında...
Yarı yolu bitirip, geri dönüşe geçtiklerinde Kuruçeşme’de Galatasaray adasının hizasından geçiyorlardı...
***
Gazeteci; Beşiktaş Başkanına dönüp şunları anlattı;
Beşiktaş’lılığın iki ana dönemi vardı hayatına egemen olan...
İlk 50 yıllık Beşiktaş’lılık dönemi; romantik bir dönemdi...
Tuttuğu Beşiktaş’ın başarısıyla sevinen, yenilgisiyle üzülen...
Haksız kaybedilen şampiyonluklara isyan eden...
***
Beşiktaş’lı olmak için kazanmanın şart olmadığını düşünen...
En fazla şampiyon olarak değil, en tutarlı davranan olarak; “Beşiktaş’lı duruşuyla” varolmanın erdemine inanan...
Haksız yenilgilerden beste üreten...
Verilmeyen şampiyonluklardan güfte çıkartan bir Beşiktaş’lılık dönemi yaşadı Gazeteci...
***
Çok üzüldüğü günler ve aylar, yıllar, sezonlar geçirdi Gazeteci...
Zamanla bunlara alıştı...
Üzüntülerden yaratcı tezahüratları...
Kahrolmalardan müzisyen haykırışları...
Mağduriyetlerden, dünya rekoru desibelleri...
Haksızlıklardan “aldırma gönül”le başlayan romantik ezgileri söylemesini öğrendi...
***
Bunların hepsini yaşadığım için mutluydu...
Ne ki; yeni bir Beşiktaş’lılık dönemi başlıyordu artık Gazeteci için...
İkizler doğduktan 10 gün sonra; Beşiktaş sezonun iki kupasını birden almıştı...
Hem Şampiyonluk hem Ziraat Türkiye Kupası’nı müzeye götürmüştü...
İkizlerin dünyaya gelişi iki kupayla taçlanmıştı...
***
Onları Beşiktaş’lı yaparken; ne olacaklarını düşünmedi değil Gazeteci...
Gazeteci babaları gibi haksızlıklar karşısında kahrolacaklar mıydı?..
Aynı hüzünleri, aynı haykırışları, aynı haksızlıkları yaşayacaklar mıydı?..
Futbolla değil, saha dışı oyunlarla rakiplerinin gerisinde kalıp, tribün şarkılarından mi medet mi umacaklardı?..
***
Bunu kabul edemeyecekti Gazeteci...
Kendisi için üzüntülere alışıktı Beşiktaş’lı olarak...
Çocuklarının üzülmesini aynı kolaylla içine sindiremeyecekti...
***
-“Onların üzüntüsüne dayanamam... Üstelik müsebbibinin kendim olduğunu düşünür, üzüntüm katlanır...” dedi Fikret Orman’a...
-“Haksızlıklara da uğrasa, başarısız bir Beşiktaş olmamalı...” diye ekledi...
*****
GAZETECİ’NİN; FİKRET ORMAN’A SÖYLEDİKLERİ...
Fikret Orman; babadan ve tribünden Beşiktaş’lıydı...
Gazeteci’nin ne dediğini, neyi anlatmak istediğini, neyi kastetttiğini anlayacak insanlardan biriydi...
Aynı kültürden, aynı müktesebattan, ayni tribünden geliyorlardı...
Aynı duyguları, aynı atmosferde, birebir aynı yaşamışlardı...
-“İyi olacağız Abi...” dedi;
-“Sen merak etme...”
***
Önceki gece ikizlerine şöyle diyecekti Gazeteci;
-“Bu gece Beşiktaş’ın oynayacağı takım; birlikte gittiğimiz İtalya’nın şampiyonlar ligindeki temsilcisi... Beşiktaş Türkiye’nin; onlar İtalya’nın temlsilcisi...
Bu maçı seyredeceksiniz... Ama bu maçı kaybedebilir Beşiktaş...
İtalyan ligi; Türkiye liginin standartının üzerinde bir lig...
Yenilirse üzülmeyin; Beşiktaş...
Futbolda yenmek kadar yenilmek de var... Güzel maç olsun... Maçın keyfini çıkartın...”
***
İlk dakikalarda; Beşiktaş kalesini allak bullak eden Napoli atakları geldiğinde çocukları; tıpkı kendi çocukluğundaki gibi endişeli tepkiler vermeye başladılar...
Huzursuz oldu Gazeteci...
Hiç seyrettirmese miydi acaba maçı...
Boşu boşuna üzülmese miydi çocuklarını?..
***
Ne ki; İtalya’da 13. dakikadan itibaren tarih yazmaya hazırlanıyordu Beşiktaş...
Quaresma ortalayıp, Adriano golü attığında; artık bazı şeylerin değişmekte olduğunu ummaya başladı Gazeteci...
Çocuklarının; sadece asaletiyle değil, dünya çapındaki başarılarıyla övünebileceği bir Beşiktaş’ın gelebileceğini hissetti...
***
Çocuklar; maçı seyrederken “gol” diye bağırıyorlar; futbolcularını tek tek sayıp teşvik ediyorlardı...
-“Siz bunları nereden biliyorsunuz?..” diye sordu Gazeteci...
-“Sen öğrettin ya bize...” dediler...
***
Beşiktaş’la ilgili fazla bir şey öğrettiğini hatırlamıyordu Gazeteci...
Onların futbolla yatıp kalkmalarını istemiyordu...
Şöyle söyledi;
-“Siz varken yanımda, uğur geliyor Beşiktaş’a...”
***
Adım adım öğrenmişlerdi Beşiktaş’ın gerçeklerini çocuklar...
Atiba’nın futbolunu...
Fabri’nin kaleciliğini...
Quaresma’nın kesmelerini...
Taraftarın dünyanın dört bir yanını ayağa kaldıran sarsıcı
kimliğini...
***
Beşiktaş gol atınca; çocuklar sevindiler... Havaya uçtular, zıpladılar...
Çocukları adına, içi mutlulukla doldu Gazeteci’nin...
Hiç olmazsa; önceki gece pek üzülmeyeceklerdi...
***
İçinden onlar üzülmesin diye dua ediyordu...
1-1 olunca biraz üzüldüler...
2-1 olunca yeniden sevindiler...
2-1’den sonra çocuklar yavaş yavaş gözlerini kapanmaya başladılar...
Melek gibiydiler...
Mutlu ve huzurlu uyuyacak gibiydiler...
***
Gazeteci; hiç dokundurtmadı onlara bir süre...
İyice dalmalarını, derin uykuya geçmelerini bekledi devre arasında...
Bir süre sonra, rüyalara daldıklarını hissetti...
-“Alın kucağınıza götürün... Yatsınlar şimdi yataklarında...” dedi...
***
Babasıyla başbaşa kaldığında; çocukların Beşiktaş’da kendisinden daha fazlasını yaşayacaklarını düşünüp, mutlu oldu Gazeteci...
Zafer adım adım gelmeye başlamıştı... Beşiktaş tarih yazıyordu...
Muhteşem sıfatlarına “sinyor” sıfatını da eklemeye hazırlanıyordu...
***
Zor bir elli yılı geride bırakıp bugünleri görebilmek; Tanrı’nın Gazeteci’ye bir hediyesiydi...
İkiz çocuklarının dünyaya geldiği yıl; Beşiktaş iki şampiyonluk kupası almıştı... Manevi kızına “tek başına babalık yapmaya başladığı yıl”; Beşiktaş yine şampiyon olmuştu...
Tanrı Gazeteci’yi ödüllendiriyordu...
Çocukları ve babasıyla ma-aile...