Hürriyet gazetesinin devletin gazetesi olduğunu biliyordu Gazeteci...
Ancak Hürriyet gazetesinin devletin her şeyiyle nüfuz ettiği bir gazete olduğunu o sıralarda bilmiyordu...
***
Cüneyt Arcayürek Hürriyet gazetesinin Ankara’daki en önemli “muhabir-yazar ve yönetici”siydi...
***
Yakaladığı ve manşetten yayınladığı özel haberler; mesleğe yeni başlayan bir gazeteci için; “hayaliyle” mutlu olunacak kadar önemli ve mucizeviydi... Onu; Johnson Mektubu haberiyle, Ordu Uyarı Mektubu verdi manşetiyle kuyruklu bir yıldızı seyreder gibi seyrediyordu Genç Gazeteci...
***
Milliyet gazetesinin Ankara Bürosu’na geleceğini duyduğunda, onun gibi bir ustanın yanında çıraklık edeceği, gazetecilik öğreneceği için çok mutlu olmuştu...
***
Cüneyt Arcayürek Ankara’nın “kulağı en delik gazetecisiydi...”
Ankara büro temsilcisi Orhan Tokatlı’ydı...
O güne kadar Tokatlı’yla, ilk günkü iş görüşmesi dışında fazla bir yakınlığım olmamıştı...
***
Hatta bir gün Tokatlı’yı Genç Gazeteci’ye doldurmuşlar; ona Gazeteci’yi işten attırmaya çalışmışlardı...
***
Bir Cumartesi sabahı saat 9.45 sularında Gazeteci’nin ev telefonu çalmıştı...
Telefondaki kişi, aynı büroda çalışan okuldan arkadaşıydı;
-“Nerdesin oğlum sen?..” diye girmişti söze...
-“Evdeyim... Haftanın tek izin günü; izin yapıyorum... 13 dersten sınava gireceğim onlara çalışıyorum...”
***
-“Tokatlı köpürüyor... ‘Ya şimdi büroya gelsin, ya da hiç gelmesin bir daha büroya’ diyor...”
Genç Gazeteci anlamamıştı...
Bir gece önce Cuma gecesi nöbet tutmuş, gece 23.30’da büroyu terk etmişti...
Cumartesi haftada tek izinli olduğu gündü...
Üniversitede 13 dersten finallere girecekti...
Deli gibi ders çalışması gerekiyordu...
O sabah da kitapları önüne koymuş haftalar süren gazetecilikten sonra bir günlüğüne sınavlara çalışmayı düşünmüştü...
***
-“Kitapları da al gel...” diyordu arkadaşı...
-“Cumartesi gecesi nöbeti de sende... Büroda çalışırsın... Nöbette...”
***
O gün büroya koşar adım gitti;
Tokatlı karşısında çaresiz durumdaki Genç Gazeteci’yi görünce merhamete geldi...
Gazeteci’yi “atmaktan!” vazgeçti...
Tokatlı’yla arasındaki tek yakınlık anı buydu o güne kadar Genç Gazeteci’nin...
***
O sıralarda kendi gibi gazeteci olan bir genç kızla aşk yaşıyordu...
Genç kız da Gazeteci’nin mezun olduğu Kolej benzeri bir okuldan İzmir Bornova Koleji’nden mezundu...
Onun gibi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okuyor, uluslararası ilişkiler eğitimi görüyordu...
Büyük bir aşktı Gazeteci’nin yaşadığı...
Bir yıl içinde evlenmeye karar verdiler...
***
-“Abi nikah şahidim olur musunuz?..” dedi Orhan Tokatlı’ya...
O da;
-“Olurum...” dedi...
*****
CÜNEYT ARCAYÜREK’İN MİLLİYET’E GELİŞİ...
Bu olaydan sadece bir iki hafta sonra bomba patladı...
Cüneyt Arcayürek ekibiyle Milliyet Ankara bürosuna geliyordu...
***
Büro şefi olacaktı...Gelen haberler Tokatlı’yla Arcayürek’in arasının iyi olmadığı ve birbirleriyle pek görüşmediği şeklindeydi...
Milliyet’in Ankara bürosu kabak gibi ortadan ikiye bölündü...
Orhan Tokatlı’dan yana olanlar...
Cüneyt Arcayürek’ten yana olanlar...
Emin Çölaşan, Mümtaz Soysal, Teoman Erel, Tokatlı’dan yanaydılar...
***
Gazeteci “genç bir muhabirdi...”
Milliyet gazetesine başlayalı henüz iki yıl bile olmamıştı... Mesleği öğrenmek ve iyi bir gazeteci olmak istiyordu...
Böylesi bir mesleki kavga istemediği bir durumdu ve ne yapacağını bilmiyordu...
***
Gazeteci’nin 1983 yılının Mart ayının son günlerindeki nikah töreni Milliyet’in Ankara bürosundaki “kavga”yı doruğa çıkartacaktı...
Nikah töreninden birkaç gün önce, Cüneyt Arcayürek’e yakın bir foto muhabiri yanına geldi Genç Gazeteci’nin...
***
-“Nikah şahidin Cüneyt Abi olacak değil mi?..” dedi...
-“Orhan Tokatlı olacak...” diye cevap verdi Genç Gazeteci...
-“Onun nikah şahidim olmasını Cüneyt Abi göreve gelmeden önce istemiştim...” diye devam etti...
Yüzüne kötü kötü baktı foto muhabiri...
O günlerde 4-5 nikah şahidi uygulaması yoktu... Cüneyt Arcayürek’e davetiyeyi elden verirken durumu izah etti Genç Gazeteci...
“Kendisinin gelmesini çok istediğini, Tokatlı’ya önceden verdiği bir sözü olduğunu bunu değiştiremeyeceğini” insani bir dille anlattı...
***
Ancak nikah günü ne Cüneyt Arcayürek ne birlikte geldiği Önder Şenyapılı ne de Derya Sazak gelmediler nikah törenine Genç Gazeteci’nin...
***
Milliyet’in Ankara Bürosunun; yarıya yakın bir bölümü de gelmedi nikah törenine...
Bürodaki savaş Genç Gazeteci’nin “nikah töreni” üzerinden yürütülmeye başlanmıştı...
***
Evlilik töreni Ankara büroda hiç istemediği bir “bölünmenin arenası” haline gelmişti... Balayı değil, azap ayları başlıyordu Gazeteci için...
*****
NİKAH TÖRENİNDEN SONRA CÜNEYT ARCAYÜREK VE MİLLİYET...
Gazeteci; 1983 yılının Mart ayından 1984 yılının yaz sonuna kadar, yaklaşık 1.5 yıl Cüneyt Arcayürek’le çalıştı... Arcayürek hiçbir zaman unutmadı büroya geldiği sırada nikah şahitliğini Orhan Tokatlı’ya verdiğini...
***
Oysa Gazeteci için, Cüneyt Arcayürek; burnu inanılmaz haber kokusu alan usta bir gazeteciydi...
Ondan hiçbir yerde hiç kimseden öğrenemeyeceği gazeteciliği öğrenecekti...
Fakat Gazeteci kendi üzerinde emeği olan bir insanı, yeni büro şefi “Cüneyt Arcayürek gibi usta bir gazeteci olsa da satmayacaktı...”
***
Böyle bir yalakalık yapamayacaktı
Bu kendisine olan saygısını yitirtirdi...
O günden sonra, Cüneyt Arcayürek, Gazeteci’yi hiçbir zaman kendi ekibinden saymadı...
Hep bir mesafe koydu arasına...
Her haber toplantısında, topun ağzına “Gazeteci’yi” koydu... Önce onu eleştirirdi...
Buna karşın bazı günlerde içindeki gazetecilik damarı tutar; gazeteciliğimi teşvik etmek için, ona manevi destek verirdi... Nadir olurdu bu durum...
*****
TURGUT ÖZAL’IN BAŞBAKAN OLDUĞU GECE...
Turgut Özal’ın Anavatan Partisi büyük sürpriz yaparak tek başına iktidar olmuştu...
***
1983 Kasım’ının başıydı...
-“Hadi bakalım Küçük Ekselans...” dedi...
-“Yapabiliyorsan git Turgut Özal’la bir görüşme yap da görelim... Bakalım gazeteci misin değil misin?..” dedi Cüneyt Arcayürek; ‘Gazeteci’ye
***
Kinayeli söylüyordu bunu... Morali bozuktu... Arcayürek; Demirel’e çok yakın bir gazeteciydi... Özal’ın tek başına iktidar olmasından hiç haz etmemişti...
O sinirle; her zaman Orhan Tokatlı’yı satmadığını bildiği Genç Gazeteci’yi görmüş;
-“Hadi gazetecilik yapabiliyorsan, Özal’la görüş de görelim...” diye çıkışmıştı...
***
Olmayacak bir şeydi...
Turgut Özal o gün gayr-ı resmi olarak Başbakan olmuştu...
Bütün meselesi Kenan Evren kendisine görevi verecek mi vermeyecek mi, onu bilmekti...
***
24 yaşında tıfıl bir Milliyet muhabiri, kapısının önünde yüzlerce yerli yabancı gazeteci beklerken nasıl evine girecekti?..
***
Genç Gazeteci o gün Milliyet bürosundan çıkarken, rahmetli Örsan Öymen’i gördü... Milliyet’te yazılarıyla ortalığı birbirine katan; Türkiye’de ismi çok etkili bir gazeteciydi... Görevi Kenan Evren’den alıp alamayacağı hala belli olmayan Turgut Özal için hayati önemde bir yerde Alman Köln Radyosu’nda çalışıyordu...
***
Genç Gazeteci; Örsan Öymen’e Özal’ların Farabi sokağındaki evine beraber gitmeyi teklif etti...
Onun isminden yararlanıp eve girmeyi düşünüyordu...
Kapıdaki gazetecileri aştı ve kapıyı çalıp açılmasını bekledi;
Bir bayan görevli açtı...
Görevliye kendini tanıttı...
İsmi ve kimliği kapıdaki hanım için hiçbir şey ifade etmiyordu...
***
Kadına şöyle söyledi:
-“Aşağıda Örsan Öymen var... Ben Örsan Öymen’i getirdim... Kendisi Turgut Bey’i ziyaret etmek istiyor... Turgut Bey’e haber verir misiniz?..”
***
Kadın pek bir şey anlamadan içeri gitti...
Kısa bir süre sonra geldi...
-“Buyursun gelsin... Yalnız sadece Örsan bey gelecek...” dedi...
***
Gazeteci görevli bayana Örsan Öymen’le birlikte olduğunu kendisinin de Öymen gibi Milliyet’te çalıştığını söyledi... Örsan Öymen’i aşağıdan çağırıp, birlikte evine içine girdi...
***
Özal eşofmanlıydı ve televizyon haberlerini izliyordu... Ev ana baba günüydü... Örsan Öymen; Alman radyosu için sorularını sordu...
Gazeteci de Milliyet gazetesi için sorularımı araya sıkıştırdı...
***
Evden çıktıklarında Gazeteci, mutluluktan uçuyordu... Turgut Özal’la seçimleri kazandığı gün röportaj yapan tek gazeteciydi...
24 yaşındaydı... Ve henüz sigortasızdı...
***
Cüneyt Arcayürek’i aradı...
-“Yapabildin mi röportajı bakalım?..” diye sordu Arcayürek...
Sesi hala kinayeliydi...
-“Yaptım...” dedi...
***
Telefonun öbür ucundan bir an hiç ses gelmedi... Çok tecrübeli bir gazeteciydi...
Böyle bir anda yanlış bir şey söylememesi gerektiğini biliyordu...
***
-“Yarına hazırla röportajı... İstanbul’la konuşurum; manşet yaptırırız haberi...” dedi...
-“Aferin sana...”
*****
ARCAYÜREK JOHNSON MEKTUBUNU, ÇAĞLAYANGİL’DEN ALDI...
Arcayürek’in en önemli iki haberinden biri, “Amerikan Başkanı Johnson’un, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda uyaran mektubuydu...”
***
Yıl 1964’dü ve İsmet İnönü Başbakan’dı...
Johnson’un Mektubu ortalığı birbirine katmış; Türk-Amerikan ilişkilerinde “Kıbrıs ipoteğinin sürgit devam edeceği çok zor bir dönemin başlangıcı” olmuştu...
***
Johnson’un mektubunun adresi o sırada Başbakan olan İsmet İnönü’ydü...
Ankara bürosundaki içli dışlı çalışma günlerinde, bir gün Cüneyt Abi’nin uygun anını kollayıp, içinde süren merakı gidermek istedi Genç Gazeteci...
***
-“Abi...” dedi...
-“Johnson Mektubu haberinin kaynağı kimdi?..”
Yüzüne baktı Arcayürek Gazeteci’nin...
Söyleyip söylememe arasında, bir an tereddütte kaldı...
***
Yaptığı işin nasıl yapıldığının genç bir gazeteci tarafından bilinmesini istiyordu...
***
Beri taraftan, “haber kaynağını söyleyip söylememe konusunda” müteredditti...
Sonunda söyledi...
***
-“Çağlayangil verdi...” dedi...
-“İhsan Sabri Çağlayangil... O biliyordu... Onun haberi vardı... Her şeyden haberi olurdu onun...”