Ercan Saatçi’nin Galatasaray’a ağır küfürlü kaset olayını başlıkta toplayacağım...
Sonra da ünlü bir Galatasaray yöneticisi ile Ercan Saatçi arasındaki telefon konuşmasında neler söylendi onları aktaracağım...
Şimdi teker teker gidelim...
1) Türkiye’de bir takımın iyi taraftarı olup da, rakip takıma “geyik olsun, muhabbet olsun, gıcık olsun, fitil olsun, kapak olsun” niyetine küfür etmemiş, şarkı söylememiş, marş çalmamış, ana avrat düz gitmemiş tek bir Allah’ın kulu var mıdır?..
“Varım” diyen çıksın ortaya...
Onun taraftarlık genlerini araştıracağım, Türk olması ihtimali yok...
2) Türkse -ki bu başlığın altına Kürt, Ermeni, Rum, Süryani her etnisite giriyor- bu küfürlerden nasibini almamış adam taraftarlık yapmamıştır, olsa olsa civciv sevenler derneği üyesi bir Türk ezeli rakiplerinden birini kalaylamamıştır...
3) Kimse iki yüzlülük, sahtekârlık, etik ve septik havalar atıp, foseptik küfürlerine kılıf aramasın...
Bu memlekette kimse iki yüzlülük yapmasın...
Silme her taraftar hayatının bir döneminde, evde, okulda, işyerinde ezeli rakibini en az bir kere sövmüşse Ercan Saatçi’nin rezil küfrüne karşı çıksan da “kendi durumunu göz önünde bulundurup” sütten çıkmış ak kaşık kesilmemelisin...
4) Konu Ercan Saatçi’nin Galatasaray’a küfrü değil mi?..
Hürriyet’e spor müdürü olması mı?..
O zaman şöyle: Bütün gazetelerin ve televizyonların spor müdürleri gayet fanatik ölçülerde bir kulübün taraftarı değiller midir?..
Bana kimse palavra sıkmasın...
Secereyi okutmasın, yedi evvelini saydırtmasın...
5) Bu mesleğin en büyük spor gazeteciliği ustası rahmetli Namık Sevik Fenerbahçe maçlarında heyecandan radyodan maçı dinleyemezdi...
O zamanlar televizyon da yok...
Fener maçı bittikten sonra Namık Sevik’e durumu bildirirlerdi...
Nezih Alkış, Şansal Büyüka, Cem Şengül hep onun öğrencileridir, sorun söylesinler...
Spor müdürleri arasında tribünden gelme Galatasaraylılar da vardır...
Açık kapısında saatlerce bekleyen, küfürlerin en galizini saatlerce tribünden söyleyen...
Daha az olmakla birlikte keza Beşiktaşlılar da mevcuttur...
Çarşı’nın türevi olarak varlıklarını sürdürürler...
6) Bana şimdi kimse maval okumasın...
Ercan Saatçi’nin fanatikliği ve galiz küfürleri, görülmedik, bilinmedik olaylardan değildir...
7) Tersine, programın yayınlanmayan sohbet bölümünde, konuşulan bu diyalogları, saklayan, ileride kullanırım diye şantaj amaçlı bekleten, sonra alıp götüren ve en sonunda da ortalığa yayanların yaptıklarına “ahlaksızlık” denilebilir...
8) Haber alıyorum ki yakında Ercan Saatçi’nin Fenerbahçe’nin şampiyon olduğu gecede Şükrü Saracoğlu Stadı’nda söylediği Galatasaray aleyhine bir şarkının görüntüleri de sızdırılacak...
9) Ercan Saatçi Türkiye çapında bir sanatçı...
Fanatik ve hasta derecede Fenerbahçe taraftarı...
Futboldan anlıyor, taraftar duygusuyla ilginç yazıyor ve zaman içinde şu veya bu bağlantı sonucu Fenerbahçe yazarı oluyor...
10) Buraya kadar sorun yok...
Ercan Saatçi’nin de bir Cengiz Çandar’dan, bir Bedri Baykam’dan bir Mehmet Yılmaz’dan, bir Feryal Pere’den, ya da tersten bir Hasan Cemal’den, bir Güneri Cıvaoğlu’ndan, bir Fatih Altaylı’dan taraftar yazar olarak farkı yok...
11) Ancak ve fakat, Ercan Saatçi, sanatçı, fanatik Fenerbahçe taraftarı, Fenerbahçe yazarı, prodüktör kimliğiyle Hürriyet’e spor müdürü olunca durum değişiyor...
Çünkü Ercan Saatçi, bu kimliklerinin içinde “gazeteci” kimliğini barındırmıyor...
Spor yorumculuğu kimliği Fenerbahçe taraftarlığından mukim...
12) Spor müdürü olmak için, açık tribünden de gelseniz, galiz küfürlerle dolu bir maziye de sahip olsanız, muhabirlik, sayfa sekreterliği, yazarlık ve en önemlisi gazetecilik yapmış olmanız gerekiyor...
Bunları yeterince yapmadan sanatçı, prodüktör ve gazeteci değil, Fenerbahçeli kimliğiyle ortaya çıktıktan sonra, aniden spor müdürü olmak “ezeli rakipte gaz yapıyor...”
SONUÇ:
13) Ercan Saatçi, Galatasaray taraftarından dilediği özürden sonra, Fenerbahçe taraftarı bir Fenerbahçe yazarı olarak bu mesleğe devam edebilir...
Ancak bu saatten sonra Hürriyet’in spor servisinin başında olması etik değildir...
GALATASARAY YÖNETİCİSİ ERCAN SAATÇİ’YE NE DEDİ?..
Bu olayın bir de başı var...
Ercan Saatçi spor müdürü olunca, çok ünlü bir Galatasaray yöneticisi, “Bu kadar fanatik bir Fenerbahçeli olan Ercan Saatçi’yi orada oturtmayız...” diye Hürriyet Gazetesi’nin bir muhabirine sayıp döküyor...
Ercan Saatçi ile o ünlü yönetici daha sonra telefonda konuşuyorlar...
Ancak karşılıklı konuşmaya rağmen, yönetici “Ercan Saatçi’ye hayırlı olsun” demiyor ve Galatasaray kulübünün, “bu atamayı kabul etmeyeceğini” bildiriyor...
Soğuk rüzgarlar aradaki diyaloğa rağmen ısınmıyor...
Kasetin montajlanmamış bölüm ise bir süre sonra piyasaya çıkıyor...
Aldığım bilgiler Galatasaray tarafının bu konudaki ısrarını kesmeyeceği ve sürdüreceği yolunda...
KADINLARI AĞLATAN BU ADAM NASIL ANİDEN ÖLÜR?..
25 Haziran gecesi saat 21.00 sularında öldüğünü duyduğumda, “Son zamanlarda kim bilir ne kadar yalnız ve ölümü çağıran şekilde yaşıyordu” dedim...
Beynim hâlâ bir ölüm olayı olduğunda “hayatı yanlış okuyor...”
Sanki ölen kişi uzun zamandır yaşam biçimiyle ölümü çağırıyormuş gibi geliyor...
Michael Jackson’da da öyle oldum...
İlk tepkim “Uzun zamandır piyasada yoktu... Düşüşü sindiremedi demek... Kim bilir ne ilaçlar kullanıyordu?.. Nasıl bir hayat yaşıyordu da 51 yaşında kalpten gitti?..” şeklindeydi...
Pazar günü Michael Jackson’un ölmeden hemen önce Londra’daki konseri için yaptığı 100 saatlik canlı prova görüntülerini izledim...
“Michael Jackson This is it” filmi kısa bir gösterim için bütün dünyayla aynı anda İstanbul’da da vizyonda...
Filmi izlerken yanımda, önümde arkamda oturan kadınlar her MJ’nin provalarının yayınlandığı her parçasında “hüngür hüngür” ağlıyorlar...
Ama mesele ağlamaları değil...
Mesele bu kadar canlı, kanlı, profesyonel ve inanılmaz koreografiyi ve dansları kendi başına yapan adam nasıl aniden yere yıkılıyor ve ölüp gidiyor?..
Gazeteler, televizyonlar Michael’la ilgili hayatı ne kadar da yanlış aksettirmişler bana...
Ben “sürekli haplar alan, bir deri bir kemik kalmış, yürümekte bile güçlük çeken” bir Michael tahayyül ediyordum ölüm haberlerini görünce...
Oysa, adam onlarca metre yükseklikte, hidrolik sistemle yükseltilmiş balkondan inanılmaz konserler veriyor ölümünden hemen önce, sırf prova niyetine...
Hâlâ inanılmaz bir performansla, hâlâ en iyi profesyonellere en ince detayları anlatacağım diye didinerek...
Bu kadar canlı, bu kadar hayata bağlı, bu kadar yeniden hayata tutunmuş bir nevi rönesans (yeniden doğuş) yaşayan Michael Jackson nasıl olup da öldü?..
Bu soru bir muaammadır...
Michael’ın bu filmini izledikten sonra, ani gelen bu ölümü anlamakta güçlük çekiyorum...
Eğer biraz Michael seviyorsanız, “This is it” filmini görün...
Bir ustanın nasıl usta olduğunu 2 saat boyunca yaşayıp tadacaksınız...
Ruhun şad olsun arkadaş!..