Cinselliği biten evlilikler... “Kış uykusu”

Fransızların ünlü şairi Baudelaire’in Dominik’li Musevi bir melez olan Jeanne Duval’le trajik ilişkisini anlatırken şöyle yazmıştım:

“Annesinde aradığı şefkati onda buluyordu Baudelaire...

Sevgi arayışını bu kadın tatmin ediyordu...

Jeanne Duval isimli melez kadın şair için vazgeçilmez bir tutku haline gelmişti..

Bir erkeğin en zayıf yeri değil miydi; ‘anne şefkatinin yerine

koyduğu alternatif

kadın’dan bir türlü

vazgeçememe...’

Aslında vazgeçemediği onu; onun kadar sevmeyen o kadın

değildi...

Vazgeçemediği

göbek bağını kesemediği anne şefkati ve

özlemiydi...”

***

Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmine

gidene kadar, ünlü yönetmenin Cehov’dan esinlendiği

öyküsünün ne olduğunu

bilmiyordum...

Filmi izleyen eleştirmenler; filmin ne anlattığını anlatmıyorlardı...

Varsa yoksa Nuri Bilge

Ceylan’ın “uzun diyalog“ muhabbeti...

3.5 saate yakın süren filmin çekimlerindeki muhteşemlik...

Görselliğindeki çekicilik...

Filmi izlemeyen bir kişi, bu eleştirileri okuduktan sonra, filme gideceği varsa bile

gitmekten vazgeçerdi...

Haberin Devamı

İnsanı Kış Uykusu’ndan uzaklaştırmak ancak bu kadar içi boş ve güzel sözle mümkün olurdu...

Eleştirmenler onu yapıyordu...

Galaya gitmedim...

Bir arkadaşımın psikolojik iteklemesi olmasa, yaratılan havadan dolayı dün Kış Uykusu’na bile gidemeyecektim...

***

Milleti 3.5 saat diyalog

muhabbetiyle o kadar korkutmuşlardı ki, kimse kendisinde 3.5 saat diyalog dinleyecek cesareti bulamıyordu...

“Seyirci sayısı alabildiğine düşürülmüştü böylece...”

Her zaman olduğu gibi, içi boşaltılarak isim büyütülürdü Türkiye’de...

Orhan Pamuk için de aynı şey yapıldı...

Nuri Bilge Ceylan için de

aynısı yapılıyor...

***

Senaryo filmin ikinci yarısından itibaren, finale doğru gittikçe ilginçleşen muhteşem bir damar yakalıyor...

Bunda senaryoyu sadece

Nuri Bilge Ceylan’ın değil, eşi Ebru Ceylan’ın da yazmasının payı büyük...

Ancak bir kadının elinden çıkan bir iş; “erkeğin bütün iyi eğitimine, akıllı ve bilgili duruşuna, varlıklı ve üstün görünen haline karşın bir kadın karşısında

düştüğü acıklı ve zavallı hali“ yakalayabilir...

Haberin Devamı

Ancak duyarlı ve zeki bir kadın eli; “aslında güçsüz duran kadının değil, güçlü duran

erkeğin güçsüz olduğunu“ bu kadar güçlü

vurgulayabilir...

***

Aydın (Haluk Bilginer); 25 sene tiyatro yapan, sonra da otel işletmek için Kapadokya’da baba topraklarına giden, akıllı, bilgili, kültürlü, işini bilen, hayatı görmüş ve tanımış, varlıklı bir entelektüel...

Kız kardeşi Necla (Demet Akbağ), kitap çevirileri yapan, yurt dışında eğitim görmüş, ancak hayatı bir noktada ıskalamış, mutsuz bir evlilik ve başarısız bir tecrübeden sonra sekterlermiş bir aydın kadın...

Eşi Nihal (Melisa Sözen) ise, gençliği, tecrübesizliği, eşine göre toyluğu ve bilgisizliğiyle kocası Aydın’ın himayesinde, kişiliğini yitirme tehlikesi geçiren bir kadın...

***

Film Aydın’la kız kardeşi arasındaki hesaplaşmayla başlıyor, eşler arasındaki hesaplaşmayla bitiyor...

İkinci yarı film; sanki yeniden başlamış gibi, inanılmaz bir tempo kazanıyor...

Yeni bir enerjiyle doluyor...

Filmin damarı, öykünün can alıcı noktası Aydın’ın kendiyle ve eşiyle hesaplaşması... Kördüğümler burada çözülüyor...

Haberin Devamı

Cinselliği ölen evlilikler;

Kadın erkek aşkından ziyade anne erkek çocuk ilişkisine haline dönüşen akraba tipi birliktelikler;

Şehvetten çok, içi boş entelektüel tartışmalarla hayat ve enerji bulmaya çalışan kof zevzeklikler...

Bu cümlelerin anlamlarını merak ediyorsanız eğer; Nuri ve Ebru Ceylan’ın senaryosunu yazdığı, bir Nuri Bilge Ceylan filmine gidin...

Kış Uykusu o filmin adı...

BAUDELAİRE’İN AŞKI...

Kış Uykusu filmini yazarken, Baudelaire’in Aşkı yazısında yazdığım anne erkek çocuk ilişkisiyle ilgili satırlar geliyor aklıma...

Onları Kış

Uykusu filmini anlatırken yazıyorum...

Fakat Baudelaire’i okurken, ünlü Fransız şairin aşkını anlattığım can alıcı satırlar, beni bir kez daha etkiliyorlar...

Baudelaire’in annesiyle olan trajik aşkını anlatan satırlardan kopup gelen hayatını satırbaşlarıyla anlatmak istiyorum yeniden...

Kış Uykusu’yla hiçbir alakası yok...

Bu öykü başlı başına bir gerçek Fransız senaryosu...

***

Baudelaire; dünyaya geldiğinde babası 60, annesi 26

Haberin Devamı

yaşındadır...

6 yaşındayken babasını kaybeder...

Annesine karşı aşırı bağlanır...

Genç ve dul anne babasının ölümünden kısa bir süre sonra evlenir...

Annesine tutkundur...

Babasının ölümünden kısa bir süre sonra evlendiğini görünce şöyle der annesi için:

-”Benim gibi bir oğlu

olan kadın, bir daha evlenmemeliydi...”

***

Freud Oidipus kompleksinde çocukların, karşı cinsteki ebeveyni sahiplenmek için, hemcinsi olan ebeveyni saf dışı etme dürtülerini anlatır...

Erkek çocuk anneyi sahiplenmek için babayı...

Kız çocuk babayı sahiplenebilmek için anneyi saf dışı bırakmaya çalışır...

Baudelaire ise bu rekabeti öz babasında değil; annesinin evlendiği üvey babada yaşar...

Ve annesini hiç affetmez...

Sonraki hayatında kadınlara hiç güvenmez...

-”Hayatım baştan lanetli... Ve hep lanetli kalacak...”

***

Kadınlarla ilgili annesinden aldığı ilk tecrübe, ilerki yıllarda Baudelaire’e şunları söyletir:

-”Kadınlar hep yanlış yapan, yalnız bırakan, ne zaman terk edip gideceği belli olmayan yaratıklardır... İki tür kadın önerebilirim... Yosmalar ve aptal kadınlar...”

***

Kadını tarif ederken ise daha cüretkar ifadeler kullanır ünlü şair;

-”Kadın, ruhu bedenden ayırmayı bilmez...

Kadın açtır, yemek ister...

Kadın susuzdur, içmek

ister...

Şehvetten kudurmuştur,

perişan olmak ister...

Ona yakışan da budur...”

Zavallıdır Baudelaire...

Annesiyle ilgili çocukluk izlenimleri, bir yaşam boyu kronik bir izdüşümü halinde sürer gider hayatında...

Trajik bir aşk hikayesi yaşadıktan sonra 46 yaşında ölür...

Öykünün en acıklı tarafı

şudur...

Montparnasse’daki mezarında nefret ettiği üvey babasının yanında yatmaktadır...

Annesine çocukken söylediği şu söz daima hatırlarda kalır:

-”Daima sende yaşıyorum... Sen yalnız benimdin anne...”

DİĞER YENİ YAZILAR