2002 yılının sonlarıydı...
Star televizyonuna haftada üç program birden yaptığım sıralardı... SHOW’dan bir kaç ay önce ayrılmıştım; 3 Kasım 2002 günü STAR televizyonunda son haber bültenimi yapmış, sabah 04’e kadar süren seçim yayınını kazasız belasız bitirip, usulca televizyon haberlerine veda etmiştim...
***
Bir televizyon anchorman’in yedi yıldır kesintisiz birinciliklerle süren ana haber bülteni mecrasının son gecesiydi o... Saat 04’de yayına veda ettiğimde, benim haber bültenlerine de veda etmekte olduğumdan kimseciklerin haberi yoktu...
Seçim gecesinin ve sonuçlarının telaşı içindeydi Türkiye...
Ben de zaten; o gece insanların başka şeylerle ilgilenmelerini, beni kaale almamalarını, beni gündemden çıkarmalarını, yalnız kalmayı, yalnız olmayı, odamda yeni hayatımın kilometre taşlarını tek başıma örmeyi arzuluyordum...
*****
‘REHA MUHTAR’A İTİRAF’ PROGRAMINDA RAFET EL ROMAN...
Çok rating alan bir programım vardı SHOW’da...
“Reha Muhtar’a İtiraf...”
Programı STAR TV’ye de taşımıştık...
O günlerde; Rafet El Roman eşi Tuğba Altıntop’tan boşanıyordu...
Çocuklarıyla ilgili daha sonra; on yıldan fazla sürecek bir kavganın ilk fitili o günlerde ateşleniyordu...
***
Ayrılan eşler çocuklarını birbirlerine göstermiyorlar, zavallı çocuklar anneyle babanın bitmek bilmez ego ve para savaşlarının ortasında, bir o yana bir bu yana savruluyorlardı... Yayında çocukları hep korumaya çalışırdım...
***
Ancak vazgeçilmez bir yayıncılık refleksi olarak, yayına ilk katılma isteği Tuğba Altıntop ve avukatından geldiğinden, anne ve kadın olması hasebiyle ‘doğal mağdur’ izlenimiyle, yayın esnasında Rafet El Roman’a bir gıdım daha mesafeli durdum... Sonuçta; “kadın ve anne mağdur durumda” görünüyordu ve yayına o çıkmak istemişti... Rafet El Roman’a bir gıdımcık mesafeli durma nedenim buydu...
***
Bir televizyon yayıncısı, tarafsızlığına ve objektifliğine hiçbir halel getirmese de, yayının nasıl gerçekleştiğini, yayın boyunca aklından çıkarmazdı...
Rafet El Roman’la; Tuğba Altıntop arasında süren 1.5 saatlik yayın; binlerce yayınım gibi, yaşandı, yapıldı ve bitti...
Kimse yayınla ilgili sonrasında herhangi bir şikayette bulunmadı...
***
Ancak ben zaman içerisinde, çocukları görme hakkının “sadece annenin hakkı olmadığını, hukuk sistemimizde babanın öz çocuğuyla ilgili haklarının tamamen güme gittiği ve istismara çok açık durumların mevcut olduğunu” fark ettim...
*****
ÇOCUKLARA GÜNAH...
Rafet El Roman’a “o yayında keşke daha anlayışlı davransaydım” diye hep içimden geçirdim...
Biraz daha fazla empati yapabilir miydim diye kendi kendime sordum durdum... Bir babanın çocuklarını görmek istemesindeki “nahif duyguyu”, yeterince fark etmemiş olmama hayıflandım durdum...
***
Eşler kendi aralarında ne olursa olsun, çocuklarının anneden veya babadan “mahrum büyüme haksızlığının hayatın en büyük günahlarından biri olduğunu” anladım... Ertesinde olaylar farklılaştı; bu sefer Rafet çocukları aldı, o anneye göstermedi, işler iyice çığırından çıktı...
*****
ECE BU GÜNAHI İŞLEYECEK Mİ?...
Dün Rafet El Roman ve Tuğba Altıntop olayını, Ece Erken’in bir yıllık eşi Serkan Uçar’dan ayrılmasıyla çıkan haberleri gördüğümde hatırladım...
İçim cız etti...
***
Haberler; Ece Erken’in, iki aylık oğulları Eymen’i ‘babasının görmesine ancak 15 günde bir 8 saat için müsaade ettiğini’ söylüyordu...
Bu olayı anlamıştım...
Başıma gelmişti...
Bizim hukuk sistemimizde, eşler ayrıldığında, “babanın çocukları görme hakkını, 15 günde bir 8 saatle sınırlayan bir hüküm vardı...”
***
İnsan haklarına, babalık haklarına, çocukların haklarına taban tabana zıt olan bu hüküm, “ayrılık anında, babanın elinden fiilen babalık yapma hakkını alıyordu...”
Yıllar önce, avukatım bana, bu durumu tebliğ ettiğinde ne hissettiğimi dün gibi hatırlıyordum...
O avukat üstelik bana bir de iyi bir iş çıkarmışçasına; 8 saat yerine on beş günde bir gece alma hakkını kazandığını söylemişti...
-”Ne yapılım yasalar böyle diyor...” demişti...
***
Ona “bunu bana neden aylarca önce söylemediğini, niye her şeyi çözecekmiş gibi bir tavır takındığını” sormadım...
Hukuk sistemini ve bu sistemde avukatlık yapma becerilerini anlamıştım...
İnsanların dramları, trajedileri üzerinden iş yapılıyordu...
Onlar için “bir dava ve dosya konusu” olan şey, sizin ve çocuklarınızın hayatı ve geleceğiydi...
Telefonda hiçbir zaman unutamayacağım birkaç söz söyledim o gün...
Sonra “babalık görevimi” kendi başıma, kendi ellerimle yapmaya ve kimselere emanet etmemeye karar verdim...
*****
ACI VE GÜNAH...
Çocukların annenin ya da babanın elinden alınmasının, ne kadar büyük bir günah olduğunu, o an içimin ta derinliklerinde çok acı bir şekilde hissetmiştim...
Hani “Acı var mı acı” dediğim söylenirdi ya...
İşte o acının nasıl bir acı olduğunu o gün yaşamıştım...
***
Dün Ece’nin “iki aylık Eymen’i babasına on beş günde bir 8 saat gösterme kararını” okuduğumda, bu kararın nereden kaynaklandığını anladım...
Belli ki avukatı Ece’ye; “Yasa böyle diyor... Hemen bunu babaya tebliğ edelim... Karşı tarafı hukuki olarak sıkıştırırız...” demişti...
Ece de, “çocukların geleceğini bir dava, dosya ve kazanma kaybetme konusundan ibaret gören bir anlayışın” etkisinde, bu kararı almıştı...
***
Uzun yıllar önce benim Show TV’de genel yayın yönetmenliği ve anchorluk yaptığım sırada, sabah programını sunması için konuşmuştuk Ece’yle...
Sevdiğim; güler yüzlü, sempatik sıcak, sevecen bir kızdı...
O günden sonra hayatından çok önemli şeyler geçti...
***
Büyük darbeler yedi, o darbelerden
hakkıyla ve alın teriyle çıkmasını bildi...
Ayrılık zaten zor bir karar...
Kadın için de erkek için de psikolojik, etkileri ve darbeleri olan, depresyon nedeni bir süreç...
***
Böyle bir süreçte, bir babaya yapılabilecek en büyük günah onu, “sevdiğinden ayrılırken, bir de çocuğundan ayrı bırakmak...” olur...
Hele iki aylık günahsız bebeğin; babasını görmemesinin, koklayamamasının vebali, hiç kimsenin omuzlarında taşıyamayacağı bir günah olur...
Bu günah yasaların arkasına sığınılarak kurtulmaz...
Ece bu günahı işlemez; işlemeyecek, işlememeli...