Haberin Devamı
Amelia Mary Earhart bir kadın...
Atlas Okyanusu’nu uçakla tek başına geçen ilk kadın pilot...
Amerika’yı baştan aşağı geçen ilk kadın pilot da...
Onun filmi vizyonda...
Hayat hep idealleştirilir bizim gözlerimizde...
Pembe dizilerde, ideal diye gösterilen aşk ve kadın-erkek ilişkileri simetriktir...
Bunlarla hayata başlayanlar, okulun en yakışıklı erkeğiyle, en güzel kızının destansı birlikteliğini arzularlar hayat boyu...
Bir gün beyaz atlı prensleri gelecek, onları uçuracaktır...
Ya da okulun en güzel kızı gibi olan muhteşem güzellikteki kadın, hayatı boyunca onu bekleyecek, kimselere yüz vermeyecek ve bir gün erkeğini karşısında gördüğünde “İşte bu” diyecektir...
Eğere binip beyaz atlısıyla sonsuzluklara gidecektir...
Oysa gerçek büyük aşklar, “simetrik” değildirler...
Yani en yakışıklı ve en güzel...
Yani en muhteşem ve en müstesna... Okulun yıl sonu mezuniyet partisinin kız-erkek birinci olan çifti gibi...
Oysa yaşamın içindeki büyük aşklar, “asimetriktir...” aslında...
Aşkı tutku besler...
Tutku ise asimetrik hayatlarda daha yoğundur...
Amelia Mary Earhart, yayıncı George Palmer Putnam’la başladığı aşk ilişkisini 1931 yılında evlilikle sürdürür...
İşinibilir yayıncı olan Putnam (Richard Gere) medya organlarındaki gücü sayesinde, Amelia’nın uçuş tutkusunu, paraya, üne, alkışlara ve bütün Amerikan kadınlarının idolü haline gelen bir muhteşem kadına dönüştürür...
Amelia için tek zevk, uçmaktır...
Tek tutku özgürlük tutkusu, uçağın içinde dünyayı, okyanusları, ormanları, ovaları dolaşma tutkusu...
Her tehlikeye meydan okuyarak...
Kadın hayatında Amerikan kadınının idolü olacak kadar başarılıdır...
Kadın tutkularını gerçekleştirecek bir pozisyondadır...
Kadın kocasından bu tutkuları için sonsuz bir destek bulmaktadır...
Ama kadın kadındır...
Bir dönem kocasının onu “bir ürün gibi reklamlarda, televizyonlarda, anlamsız bulduğu organizasyonlarda” pazarlamasına tepki duyar...
Bir metaa haline getirildiği, kapitalist çarkların altında kendine ve uçma tutkusuna yabancılaştırıldığı bir “para kazanma çarkını” istememektedir...
O sadece inanılmazı başarmak, her şeyde bir ilk olarak kimsenin uçamadığı kadar uçmak istemektedir...
O günlerde, bir uçuş hocasına gönlünü kaptıracaktır...
Bir kadın ve hayatındaki iki erkek...
Hayat her zaman senaryosu sırça köşklerde yazılan pembe dizileri andıran filmler gibi değildir...
Gerçek hayat, yaşamın bizi sürekli sınadığı, karşımıza kolay kolay başedemeyeceğimiz güçlükler çıkarttığı, o güçlükleri aştıkça olgunlaştığımız, o güçlüklerin altında ezildikçe, yeni dersler ve kapılara yöneldiğimiz bir süreçtir...
Eğer gerçek bir “aşk hikayesi istiyorsanız, eğer simetrik değil, asimetrik tutkuların ve aşkın gerçek olduğuna inanıyorsanız, eğer kadını kısa cümleler ve formüllerle tanımlamanın imkansız olduğunun farkındaysanız” Amelia’ya gidin ve onun hayatının derinliklerine inin...
Bir kadını, bir tutkuyu, aşkı, cezbetmeyi ve arzulamayı sonunu kadar hissedeceksiniz...
KANYON, PAPERMOON VE İZDİHAM...
Gazeteciler, şizofrenliğe çok meğillidirler...
“Ben yazdım oldu” gibi anlamsız inanışları, böbürlenmeleri, şişinmeleri vardır...
Bunlarla genelde dalga geçerim ben...
Hafta sonunda Papermoon, Kanyon gibi sürekli yazdığım mekan ve merkezlerdeki inanılmaz izdihamı yaşadıkça, kendi şizofrenimle alay etmeye başladım...
“Görüyorsunuz yazdım, izdiham oluştu... Artık biz de saatlerce bekliyoruz...”
İşin şakası bu...
Gerçek olan ise şu...
Hıncal Abi sigara yasağından beri “mekanlarda in cin top oynadığını” yazadursun Papermoon’da hizmet personeli sayısı artırılmazsa, burası bir süre sonra hizmet veremez hale gelecek...
Kanyon Alışveriş Merkezi ise bir başka alem...
Arabanız ancak yarım saat bekledikten sonra gelebiliyor, sinemalarında hemen hemen hiç yer bulunmuyor...
“Ben yazdım oldu...” demek işin şakası... Ancak merak ediyorum yine de ben yazarsam “çözülecek mi” diye...
MİCHAEL JACKSON ÖLDÜRÜLDÜ!..
Öldüğünü duyduğumda “Ne kadar zamandır ortalıkta yoktu... Demek inanılmaz şöhretin, çocuklara taciz davalarının, avukatlarının katakulliler yaparak onu borçlu hale getirmelerinin, özel hayatındaki mutsuzlukların ve kaybolmaya yüz tutan bir şöhretin altında kaldı...” diye düşünmüştüm...
Michael Jackson’ın o yapamadığı son konserinin bütün prova kayıtlarını anlatan filmi izledim...
Şu kadarını söyleyeyim...
“Böyle bir psikolojiye sahip insan, değil intihar etmek, eceli gelse ölmez!..”
Son provalarındaki görüntüleri muhteşem...
Nasıl bir detaycılıktır, en mükemmeli gören, en muhteşemi isteyen nasıl bir star kumaşı sanatçılıktır o...
İnsan ilişkileri, ekibiyle kurduğu inanılmaz uyum, kendine olan sarsılmaz özgüveniyle Michael Jackson 51 yıllık hayatının o son provalarında “yıkılmaz bir abide gibi” duruyordu...
Üstelik iyi bir sinema izleyicisinin anlayacağı gibi, montajla, kamera oyunuyla, çekim hileleriyle değil...
Dün internette haberlere bakarken, İngiliz News Of The World gazetesinin, Jackson’ın “ölüm belgesi” ni yayınladığını gördüm...
Resmi kayıtlarda Michael Jackson’ın ölümü “adam öldürme” olarak geçiyor...
Bir süre önce, adam öldürme kuşkusuyla ifadesi alınıp serbest bırakılan doktoru Conrad Murray, yeniden aynı suçlamayla karşı karşıya kalacak...
Hiç kuşkunuz olmasın, bu işin kuşkulu ucu, doktordan ibaret değildir...
Çok ünlü ve yalnız adamların yakın çevrelerine dikkat edin...
Danışmanlarına, avukatlarına, kişisel asistanlarına, mali danışmanlarına, hayatını düzenleyen profesyonellere...
Şüpheli ölümlerde, buralarda yapacağınız ince ve derin bir araştırma, Sherlock Holmes filmlerine taş çıkartacaktır...
Zaman içinde büyük şöhret kazandıktan, dünyayı ve çevrelerini etkiledikten sonra ünlü ve star isimler, dünyaya bir misyon için geldiklerine inanmaya başlarlar...
Tanrı’nın onlara verdiği o büyük misyonu gerçekleştirebilmek için “yalnız şöhret” çevresindeki küçük ekibi dünyayı beraber değiştireceği ailesi olarak farz eder...
Onlara dayanır, her şeyini onlara açar, her şeyini onlarla paylaşır...
Paylaşırken onları kendi hayatıyla özdeşleştirir...
Ne ki, bu özdeşleştirme gerçek değildir ve bir süre sonra starla çevresi aynı hayatları yaşamadığı için ikilik doğar...
Çevre, starın bir parçası olarak aynı yaşamak ister, star ise onların tam olarak böyle bir hakkı olmadığını düşünür...
Ayrılıklar öldürmelere, satmalara, ihanetlere varacak ölçüde ağır şekillerde sonuçlanır...
Michael Jackson’ın, yaşamının son günlerinde de ne uyuşturucu ne başka bir şey, muhteşem bir sanatçı olarak performans gösterdiğini biliyorum ben...
Ölümünü de üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliyorum...
Michael Jackson’ı sevenler şunu bilmeliler:
“Jackson hiçbir zaman onlara ihanet etmedi... Çünkü seyircisine ihanet etmeyecek kadar profesyoneldi... Jackson öldürüldü!.. Tarihe böyle geçmeli!..”