Nasıl güzel bastırır yağmur ve sert rüzgarlar dünyanın dört bir yanında “Eylül şehirleri”ne...
***
Nasıl melankolik;
Nasıl romantik...
Nasıl puslu, rüzgârlı, duyguları altüst eden bir hava beliriverir sonbaharda Eylül şehirlerinde...
***
Kapalı mekanların, sıcak romans dolu atmosferini özler insan... Kitaplar çıkar onlar okunur bu sıralar...
***
Eylül’e uygun bir kazak ve süveterde seçilen renkler, yazın nasıl geçtiğini söylerler...
***
Sararmış yapraklar yeri sarar...
Eylül rüzgârı onları yerden savurur uçurur, insana ne kadar yalnız olduğunu hissettirir...
***
Yaz bitti, bir Eylül daha geldi işte...
Sonbahar filmleri, sonbahar kitapları, sonbahar tiyatroları, sonbahar mekanları sonbahar konuşmaları, sonbahar tatları zamanıdır şimdi...
***
Duygu dünyasında alabora olmaya alışkın insanlar Eylül’de mutlu olurlar...
Mevsim değişikliklerine paralel dışarıdaki esintilerin alaborası, duygusal dünyanın içindeki alaboraları tetikler...
İnsan; içinde ve dışında duygusal medcezirlerin ortasında, soluk soluğa dans eder...
***
Dışarıda insanın iç dünyasına paralel bir altüst oluş var olur...
EYLÜL ŞEHİRLERİM...
Eylül şehirleri vardır dünyada...
Paris tartışmasız dünyanın bir numaralı Eylül şehridir...
Natüründe melankolik olan şehir, Mayıs ayındaki cıvıltısını siler süpürür Eylül’de daha bir Paris’leşir, daha bir romantikleşir...
Yağmurunu ve ıslaklığını hissettirir...
***
Prag da bir sonbahar şehridir... Sararmış yapraklar şehrin doğal dekorudur...
Sonbahar şehrin doğal dekorunu, yaşamın vazgeçilmez gustosu haline getirir... Nehir ve sararmış yapraklarda yaşanmaya başlayan Prag; bir Eylül platosudur...
***
Paris ve Prag eski gözdeler, vazgeçilmez aşklar... Ne ki ben; bu Eylül’de “içimdeki İtalyan Sonbahar’ının nasıl uyanacağını” düşünmekteyim uzun zamandır...
EYLÜL AŞKI...
Eylül entelektüel bir aydır... Kitapçıları, plakçıları, sinemaları, tiyatroları, kafeleri, kısa metrajlıları yaşamaya başlamanın ayıdır Eylül...
***
Sarı bir konsantre ışığın altında yazmak, okumak, sayfaları ve hayatları çevirmek, sonra oturup biraz kendi başına düşünmek, sakinliğin ve müziğin tadına varırken, dışarıdaki yağmurdan ve fırtınadan ürpermek, içinin titremesine aldırmadan pencereyi açıp Eylül’ün rüzgârını içine çekmek... Yine geldi işte Eylül...
***
Eylül aşkları, daha bir içerikli olur...
Cinsel elbette, ama esasen duygusal...
Kaşkol egzantriktir, kazak romantik...
Eylül aşkı kaşkol ve kazak eşliğinde dolayısıyla egzantrik ve romantiktir...
***
Doğanın sararmış yaprakları, esen rüzgarlar, yağan yağmurlar yalnızlaştırdığı insan, severken dayanacağı aşkı da arar...
***
Eylül aşklarının yaz aşklarından en büyük farkı budur...
Yazın insan tazelenmiş bir bireydir...
***
Eylül’de ise insan sevgilisini arayan romantik ve melankolik bir bohem...
İstanbul Eylül’de idare eder...
Eylül evrensel olarak, Paris demektir, değişmez... Ne ki; içiniz neredeyse esasen Eylül o şehir ve ülkedir...
Belki de Roma’da...
Belki Milano...
Belki Floransa...
Kim bilir belki de tüm İtalya...
***
Eylül sevgilileri yaz sevgililerine benzemez... Her yaz sevgilisi Eylül’de idare etmez... Daha fizyolojik değil, daha psikolojiktir Eylül sevgilisi...
***
Daha pornografik değil, daha erotiktir Sonbahar sevgilisi... Daha cart değil, daha pasteldir bu mevsimlerin kül kedisi...
Düzyazı gibi değil, şiirsel...
Çılgın değil, romantik...
Bir yaz daha bitti, Eylül geldi işte...
EYLÜL’DE İÇİMDE ÇIKMAYA HAZIRLANAN İTALYAN...
Bu Sonbahar; içimde kıpırdayan bir muhteşem İtalyan’la Eylül’e merhaba diyorum...
Yazın büyük bölümünü; 33 yıl önce Berlin’deki disk jokey’lik yaptığım günlerde çaldığım gençlik aşkım parçaların unutulmaz solistleri; Al Bano Romina Power ikilisini dinlemekle geçiriyorum...
***
Felicita’yla başlıyorum...
Liberta, Sharazan, Gi Sara, Sempre Tu, Makassar; We’lle Live It All Again’le devam ediyorum... İçimdeki İtalyan, Al Bano Romina Power’la şahlanıyor bir süre sonra; Toto Cuttugno’nun L’İtaliano Veron’uyla vals yapmaya başlıyor...
***
33 yıl önceki Berlin günlerimin anısına, içimden fışkırmakta olan İtalyan’ı romantik Eylül günlerinde usul usul yaşamaya karar veriyorum...
Yavaş yavaş...
İtalyanca’sıyla... Piano... Piano...
HAYATIMIN PARÇASI... FELİCİTA...
“Mutluluk, el ele tutuşarak uzun süre yürümek demek...
***
Mutluluk, insanlar arasında masum bakışın demek...
***
Mutluluk, çocuklar gibi yakın durmak, yakın olmak demek...
***
La felicita felicita.
Mutluluk, mutluluk...
***
Mutluluk kuş tüyünden yastık demek; ırmağın akan suyu demek...
***
Mutluluk perde arkasında inen yağmur demek...
***
Mutluluk barışmak için ışıkları kısmak; loş yapmak demek...
***
La felicita felicita.
Mutluluk, mutluluk..
***
Felicita e un bicchiere di vino con un panino.
Mutluluk, sandviç ile içilen bir kadeh şarap demek...
***
Mutluluk, çekmeceye senin için bir not bırakmak demek...
***
Mutluluk, istediğim kadar birlikte şarkı söylemek demek...
***
La felicita felicita.
Mutluluk, mutluluk…
***
Mutluluk ışığın yandığı ve radyonun çalıştığı sürpriz bir akşam demek...
***
Mutluluk, kalplerle dolu bir tebrik kartı demek...
***
Mutluluk, beklemediğin bir telefon demek...
***
La felicita felicita.
Mutluluk, mutluluk…
***
Mutluluk, geceleyin dalgaların çarptığı bir sahil demek...
***
Mutluluk, aşk dolu bir kalbin üzerindeki el demek...
***
Mutluluk, bunu bir kez daha yapabilmek için Güneş’in doğuşunu beklemek demek...
***
La felicita felicita.
Mutluluk, mutluluk…”
***
Hoş geldin Eylül...