Atatürk'ün çocuklarının buluşması

Aylar öncesinden kararlaştırılıyor...

TED Ankara Koleji 1976 mezunu; lise 3-H sınıfı; 7 Kasım Cumartesi gecesi İstanbul’da “özel yemekli bir gecede”, buluşacak...

Pazar sabahı sınıf, ayrıca kahvaltıda biraraya gelecek...

Bütün bir hafta sonunu beraber geçirdikten sonra; Pazar akşam Ankara’lılar şehirlerine dönecekler...

Viyana’da yaşayan arkadaşlarımız var...

Boston’da, California’da yaşayanlar var...

İzmir’de, Antalya’da yaşayanlar var...

Atatürkün çocuklarının buluşması


***

Amerika’dakiler gelemiyorlar...

Viyana’daki arkadaşımız geliyor...

20-25 kişi olacağız...

Sınıf 42 kişi...

Rana, Serdar ve Erhan aramızdan ayrılıyorlar, bu 39 yıl içinde;

39 kişi kalıyoruz...

Yarıdan fazlamız 39 yıl sonra İstanbul’da hep birlikte bir hafta sonu geçireceğiz...

Gece, gündüz, birarada olacağız...

***

Pazar akşamı da herkes evine, şehrine dönecek...

Haftalar öncesinden yazışmalar başlıyor...

Ankara’lılar İstanbul’a geliyor...

İstanbul’da nereye gidilecek; hangi mekanlarda, 39 yıl sonra Kolej 3-H sınıfının kutlaması gerçekleşecek?..

Şule; Kolej’i bitirip; Boğaziçi İşletme’ye girdiğinden beri İstanbul’da...

Haberin Devamı

Aramızda doğal bir görev bölümü yapıyoruz...

O; bütün arkadaşlara İstanbul’da ev sahibeliği yapacak...

Ben de gece ve ertesi sabahki brunch için iki mekanla görüşüp, mekanlarla ilgili sorumlulukları üstleneceğim...

*****

BEYİN CERRAHLAR, HER TÜRLÜ DOKTOR, MAKİNE; ENDÜSTRİ MÜHENDİSLERİNDEN OLUŞAN BİR KOLEJ SINIFI...

Arkadaşlarla konuşarak mekanı belirlemeye çalışıyorum...

Yazışırken “15 yıldır İstanbul’da yaşıyorum... Merak etmeyin...” gibi laflar ediyorum...

Sonra İstanbul’daki son dönem yaşam süremi yanlış hesapladığımı fark ediyorum...

-“Pardon 15 değil; 25 yıldır İstanbul’da yaşıyormuşum...” diye düzeltiyorum...

-Çok fazla sosyete yeri olmasın gideceğimiz yerler...” diyorlar...

-“Bizden ala sosyete mi olur?.. Olursa olsun... Ankara Koleji’nden ötesi olmaz... İstanbul sosyetesini magazin basınındaki gibi sanmayın...” diyorum...

***

Spor yaparken, vücudun salgıladığı enerji, onlara uygun bir mekan bulma konusunda yaratıcılığımı tetikliyor...

Haberin Devamı

-“Şu İzzet Çapa’yı arayayım da... Cahide’ye gidelim...” diyorum...

-“Eğlencenin en çılgını olsun... Pazar sabahı da Lucca’ya gideriz... Madem ‘sosyete olmasın’ dediler... ‘sosyetenin en sosyetesi’ olsun o zaman...”

***

Kolej’deyken de böyleydim... Sakınılacak her şeyin üstüne üstüne giderdim...

Neyi yapmayın diyorlarsa inadına onu yapardım...

Oysa bizim sınıf öyle değil...

İstanbul’dan, Ankara’dan, Viyana’dan gelen arkadaşlar ya profesör olmuş tıp doktoru, ya klinik şefi, ya beyin cerrahı, ya makine, ya da endüstri mühendisi...

Ben o yıllarda dersleri takip etmek yerine briç oynadığımdan; birkaç yıl sonra “Yunanistan’da briç şampiyonu oluyorum...”

Hayat işte...

*****

CAHİDE’DEKİ GECE...

Cumartesi gecesi, Cahide’ye giderken, direksiyon başında gözümün önünden, Kolej’den mezun olduktan sonraki 39 yıl geçiyor...

Gecenin bu saatinde Cahide’de, 39 yıl sonra sınıf arkadaşlarımı göreceğim...

Oraya gittiğimde sınıfın iki üç erkeğinin gelmiş beklemekte olduğunu görüyorum...

Hani insan 39 yıl önce değil de, 39 dakika önce sınıftan çıkar, yine sınıfa gelir ya; durum aynen öyle...

Haberin Devamı

Hepsi hepsi beş saniye içinde, “bıraktığımız yerden, bıraktığımız saatten bıraktığımız ilişki düzeyinden, bıraktığımız sıfatlarla, bıraktığımız kimliklerle” hayatımda hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya başlıyoruz...

***

İnanılmaz bir gece geçiyoruz...

“Kırk yılda bir olur...” derler ya...

Ancak kırk yılda bir olacak bir gece geçiriyoruz...

Adı üstünde 40 yıldır görüşmüyoruz...

Saatlerce dans ediyoruz...

En son bu şekilde dansı, 50 yaşında çocuklarımın doğduğu yıl doğum günü partisinde ettiğimi hatırlıyorum...

Hiç durmamacasına dans ediyor, sohbetler ediyor, eğleniyoruz...


*****

LALE DEVRİ ÇOCUKLARININ İÇİNDEKİ ATATÜRK

Kolej mezuniyeti sonrası yaşadığımız 39 yılın, üzerimizde biriktirdiği gerginlikleri, stresleri, toksinleri, üzüntüleri, kırıklıkları üzerimizden atarcasına, boşaltırcasına, rahatlarcasına, hafiflercesine saatlerce durmaksızın dans ediyoruz...

Dans ederken hafifliyoruz...

Bir arada müzik dinler, söylerken, kendi figürlerimiz ve koreografimiz hayatta ve bu toplumda yalnız olmadığımıza şahit oluyor, kimsesizliğin girdabındaki tüm endişelerimizden sıyrılıyoruz...

Haberin Devamı

***

O gece bir kez daha fark ediyoruz ki; bizleri; birlikte okuduğumuz Kolej’de “Atatürk çocukları” olarak yetiştiriyorlar...

Mayamız bu bizim...

Arkadaşlarıma; “Sovyetler Birliği’nde Bolşevik ihtilali sırasında, kendini yalnız kalmış hisseden ‘Beyaz Rus’lara” benzemekte olduğumuzu söylüyorum...

Bariz şekilde yalnız, kendi toplumlarında fazla değerli görülmedikleri için biraz buruk, hayata asılmayı bırakmayacak kadar “yaşam ve enerji dolu; mesleklerinin zirvesindeki insanlar onlar...”

***

Çoğunlukla; hakim, subay, öğretim üyesi, avukat, doktor, mimar, mühendis, dişçi, milletvekili çocukları onlar...

Atatürk’ün Türkiye’sinde büyüyorlar...

Batı’lı dünyalarla entegre oluyorlar...

Ancak Batı’dan önce, “Türkiye önemli geliyor” onlara...

Öyle bir kimya veriliyor; Ankara’da “Bozkır’da yeşil bir yuvada öyle büyütülüyorlar...”

Önce Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk...

Sonra Batı ve medeniyetleri...

***

Dans etmesini biliyorlar...

Türkçe ve yabancı pop dinlemesini seviyorlar...

Amerika’da, İngiltere’de eğitim görüyorlar ya da mesleklerini icra ediyorlar ara ara...

Atatürk’ü seviyorlar...

Kolej’i çok seviyorlar...

Batı’lılar...

Ancak “Türkiye’li ve Cumhuriyet’in Ankara’sında var olmaktan gurur duyan bir Batı’lı profil çiziyorlar...”

Çocuklarını da bildikleri, gördükleri gibi, ailelerinin bir gıdım ötesinde yetiştiriyorlar...

Türkiye’nin, Amerika’nın, İngiltere’nin iyi okullarında...

Onların da kendileri gibi “iyi bir meslek sahibi olmalarını” sağlıyorlar...

Onlar TED Kolej’liler...

Şimdi bir nebze buruk hissediyorlar kendilerini...

Ancak yine de yaşıyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar ve hiçbir şeyi takıntı yapmıyorlar...

*****

“GAZİ’YE İKİ BUKET ÇİÇEK...”

Cahide’de sahnenin yıldızları ara ara bizim bulunduğumuz kısma geliyorlar...

Bizim için daha önce düşündükleri ve “özel olarak planladıkları” bir şarkıyı seslendirmeye başlıyorlar;

Lale Devri Çocukları o şarkının ismi...

“Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil...

Eski radyolar gibi, çatıya saklanmış aşk...

Öyle sanmışız canım, artık ölümsüz değil.

Leyla ile Mecnun gibi, çoktan masal olmuş aşk...

***

Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş...

Aşk şarabından kim bilir en son hangi şanslı içmiş...

Ben derim utanma iftihar et, sevmeyenler utansın...

Aşksızlığa mahkum edildiyse; bu dünya yansın...”

***

Şarkı damardan vuruyor bütün sınıfı masada...

“Lale Devri Çocukları” mıyız bilmiyoruz, ama biliyoruz ki “Atatürk çocuklarıyız” hepimiz...

Söylerken bir duygu patlaması yaratıyor şarkı içimizde...

“Çok geç kalmışız canım, vakit bu vakit değil...

Eski radyolar gibi, çatıya saklanmış aşk...

Öyle sanmışız canım, artık ölümsüz değil...

Leyla ile Mecnun gibi, çoktan masal olmuş aşk...”

***

Bugün 10 Kasım...

Dün akşam çocuklar; ilkokulda Atatürk’ün büstüne “çiçek koyacaklarını” söylüyorlar...

-“Baba bize çiçek alman lazım...” diyorlar...

Tebessüm ediyorum...

Onlar da aynı Kolej’de okuyorlar çünkü...

Dışarı çıkıyoruz...

İki demet çiçek yaptırıyorum, büste koymaları için...

Ellerinde çiçeklerle mutlu mutlu yollarda yürüyorlar... Lale Devri çocukları mı bilmiyorum; ama Atatürk çocukları onlar...Söyledikleri şarkılardan fark ediyorum bu gerçeği...

DİĞER YENİ YAZILAR