-“Ben neden yemek yiyorum?..”
-“Hangi açlığı doyurmak için kendimi ve bedenimi taciz ediyorum?..” diye soruyor Dr. Gönül Ateşsaçan...
-“İçimizdeki boşluğu doldurmak için yiyoruz...
Bu boşluk hep başarısızlık ve mutsuzluğun boşluğu mu peki?..
Bazen bu boşluk başarıdan sonra gelen aşırı rahatlamayı da temsil eder...” diyor; Gönül Ateşsaçan, “Neden Açım; Neden Şişmanım” isimli çalışmasında...
***
İki; ikibuçuk yıl kadar önce, yakın arkadaşıma; “aşk anlamında varolan duygusal boşlukların ve hayatımızda doyurucu ilişki eksikliğinin”, “bünyede duygusal boşluk yarattığını ve yemek yeme duygusunu tetiklediğini” söylemiştim...
Üzerinde çalıştığım bir gözlemdi...
Dış dünyadan gelen “gerginlik dolu fırtınalara” karşın, yapmış olduğum bu gözlemin konsantrasyonuyla üç-dört ay gibi kısa bir sürede yirmi beş kilo vermiştim...
***
Hiçbir yardım almamıştım...
Sonra araya başka olaylar girdi...
Hayatım değişti...
Ben yeni şeylerin peşinde koşmak; başka zorunluluklara yetişmek durumunda kaldım...
Bu konudaki konsantrasyonumu kaybettim...
Verdiğim yirmibeş kilonun sekiz dokuzunu geri aldım...
Yirmibeş kilo yerine onbeş kilo vermiş olarak; hayata devam ettim...
O günden sonra; yeni bir döneme ne zaman başlayacağımı ara ara düşünür oldum...
***
Dün gazeteden gelen kargoda; Dr. Gönül Ateşsaçan’ın çalışmasını görünce; bu olay aklıma geldi...
-“Ruhsal ve fiziksel gevşemeyi nasıl oluşturabiliriz?..
Vücudumdaki oksitosini artırarak...
Oksitosin nedir; nasıl artar?..
Oksitosin, orgazm sırasında salgılanır...
Duygusal bir bağın kurulmasını sağlar...
Aynı zamanda doğum ve emzirme döneminde salgılanır...
Doğum eylemindeki kasılmalar, oksitosin hormonu olmadan başlamaz...” diyor Gönül Ateşsaçan ve ekliyor;
***
“Oksitosin sakinleştirir...
Endişe ve stresi azaltır...
Sarılmayı ve göz temasını arttırır...
***
Bu hormon ayrıca;
Aile içinde, ya da dini ayinlerde topluluk aidiyeti içinde olma duygusu ve zevki yaşanırken...
Meditasyonda...
Hipnoz esnasında salgılanır...
***
Oksitosin hormonunun sağlıklı düzeyde salınabilmesi için her gün 6 ile 8 kişiye sarılmak gerekir...
O kişinin gözlerinin içine bakarak...”
***
“Gereğinden fazla yemek yediğimizde, sağlıksız beslendiğimizde; bedenimize ‘korku’ yayılır...
“Kilo vermek sorun değil; ancak geri almak çok hızlı ve kolay oluyor...” diyorsanız, ‘korkunun yerini sevgi almamış demektir...”
Herkes herhangi bir nedenle; kendisiyle bağlantısını keser...
Bedeni değişmeye başlar...
Sonuç kilo almak şeklinde tezahür eder...
Ne yazık ki; Diyet kilo almaktır...
Zorlamalar kısıtlamalar, olumsuzluklar bilinçaltı tarafından algılanmaz...
Olumsuz şeyleri bilinçaltı parçalar; anlamsızlaştırır...
***
Örneğin kilolu birisine; ‘Yeme kilo alırsın’ derseniz, karşınızdaki kişi ‘yeme komutunu’ almaz...
Sadece ‘kilo’yu yaşamında var eder...
Doğru olanı; ‘Sağlıklı besleniyorsun ve her gün için inceliyorsun’dur...
Düzenli olumlu telkin sonuç verir...
“HER İKİ KİŞİDEN BİRİ; TESELLİ İÇİN ATIŞTIRIR...”
“Çocuklar buldukları her şeyi ağızlarına götürürler... Yemek yemek, yaşamın ilk evrelerinde sevgi, yakınlık, güven ve değer algısı ihtiyacının karşılanmasını sağlar...
Bu ihtiyaçların yeterince karşılanmaması; ya da çok abartılarak çocuğa kapasitesinin üstünde bir yük bırakılması...
Çocuğun hem beden; Hem de psikolojik sınırlarının ihlali, ya da ihmali; Yaşamın diğer dönemlerinde sürekli yiyerek bedensel dille iletilen bir mesaja dönüşür...
***
Yaşamın acı verici ya da stres yaratan koşullarında, acıdan uzaklaşmak ve mutluluğa ulaşmak için gidilecek liman bellidir... En temel mutlulukların ilk haz kaynağı olan ağız bölgesinin yarattığı hazza sığınılır...
***
Olumsuz duyguları ve düşünceleri bertaraf etmek için yiyecekler, başka bir amaç uğruna alınmaya başlanır...
Ancak ne kadar yersek yiyelim yetmez...
Çünkü asıl açlık gerçekte fiziksel açlıktan kaynaklanmaz...
***
Oysa bize bilinen ve doğru olan tek yol buymuş gibi görünür...
O yüzden sevgilimiz bizi terk ettiğinde;
Patronumuz bize kızdığında;
Birine öfkemizi dile getiremediğimizde...
Çikolata kutularına koşarız...
Sevilmediğimizi hissettiğimiz ilk anda yiyeceklere sarılıp, kendimize değerli olduğumuzu hissettirmeye çalışırız...
Merak etmeyin yalnız değilsiniz;
Dünyada her iki kişiden biri; teselli için atıştırmaya yönelir...”
“ANNE SÜTÜNÜN HAYATIMIZA ETKİSİ...”
“Dünyaya geldiğimizde yaşamın kıyısında dururuz...
Bizi yaşama çeken ve ilk uyaran şey; anne sütü; yani beslenmedir...
Sütün olmadığı, besinin verilmediği birinin hayatta kalma şansı yoktur...
İnsan söz konusu olduğunda, yemek yemenin yalnızca fizyolojik bir ihtiyacı gidermediği açıktır...
***
Bizler sütü içimize çekip; bedenimizi fiziksel olarak beslerken, sadece sütü içimize almakla kalmayız...
Sütle beraber ebeveynimizin yaydığı tüm enerjiyi, sevgiyi, değeri, mutluluğu...
Ya da tersi durumlarda;
Kaygıyı, korkuyu istenmemeyi, değersizliği içimize çekeriz...
***
İçimize aldığımız bu duygularla, benliğimize kişiliğimize ilişkin bir anlam üretmeye başlarız...
‘Ben doyuyorum; doyurulmaya, sevgiye değerim... Bana bu besini verene, kendime güvenebilirim... İçine yerleştiğim dış dünya ve kendi bedenimin içine yerleştiğim bu alan, yaşamaya ve sevilmeye değer...”
***
Beslenmenin aşırı...
Ya da yetersiz olduğu durumlarda ise;
‘Ben sevilmeye değer değilim...
Dış dünya ve benim yakınımda duran kişiler güvenilir değil...
Burası korkutucu bir yer...
Bana ‘ben’ olmam için yer yok...
Otoriteye (başta çoğunlukla anne baba, sonrasında diğer kişiler) karşı gelemem...
Benim varlığımın bir anlamı yok... Değersizim...’ gibi pek çok olumsuz duygu ve algı kişiliğin ana çekirdeğinin üzerine oturur...”